(Berlin) – İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2019 Dünya Raporu lansmanı vesilesiyle bugün yaptığı açıklamada gazete manşetlerini işgal eden otokratların suistimallerine karşı durma yönünde küresel bir eğilimin var olduğunu ve bu eğilimin her geçen gün biraz daha güç kazandığını belirtti. Avrupa Birliği’nde, Birleşmiş Milletler’de ve tüm dünyada, genellikle sivil toplum örgütleri ve kitlesel protestoların desteğini arkasına alan hükümetler, insan hakları karşıtı popülistlere tepki gösteriyorlar.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 674 sayfalık 2019 Dünya Raporu’nda 100’den fazla ülkedeki insan hakları uygulamalarını gözden geçiriyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü Genel Direktörü Kenneth Roth, rapora yazdığı giriş makalesinde, geçtiğimiz yılın en büyük haberinin, otoriteryen eğilimlerin sürmesi değil, bu eğilimlere karşı büyüyen muhalefet olduğunu belirtiyor. Söz konusu tepkilerin etkilerini, Avrupa’da demokrasiye karşı yapılan saldırılara karşı gösterilen dirençte, Suriye’nin bir kez daha kan gölüne dönmesinin engellenmesi için gösterilen çabalarda, Myanmar’da Rohingya Müslümanlarına yönelik etnik temizlik faillerinin adalet önüne çıkartılmasında, Yemenli sivillerin Suudilerin öncülüğünde bombalanmalarının ve abluka altına alınmalarının önlenmesinde, kimyasal silahların kullanımı ile ilgili uzun süredir var olan yasağın savunulmasında, Demokratik Kongo Cumhuriyeti Başkanı Joseph Kabila’nın anayasal süre kısıtlarını kabul etmeye ikna edilmesinde ve Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetine ilişkin kapsamlı bir soruşturma açılmasına yönelik taleplerde görmek mümkün.
Roth, “nefret ve hoşgörüsüzlük tohumları saçan popülistler, aynı zamanda sürekli olarak muharebeler kazanan bir direnci de besliyorlar” diyor ve ekliyor: “Zafer tabii ki kesin değil, ancak geçtiğimiz yılın başarıları, otoriter yönetimlerin suistimallerinin, insan hakları cephesinden güçlü bir karşı saldırıyı da tetiklemiş olduğuna işaret ediyor.”
Avrupa’da insan haklarına verilen destek, sokaklarda ve kurumlarda, birçok farklı biçim aldı. Budapeşte’de Macar Lider Victor Orban’ın, liberal araştırma ve düşünce yuvası Orta Avrupa Üniversitesi’ni (Central European University) kapatmak için yaptığı hamleler ile “kölelik yasası” adı verilen ve izin verilen fazla mesai sürelerini artırarak, fazla mesai ödemelerinin üç yıla kadar geciktirilmesini mümkün kılan yasal düzenlemeler, büyük kitlesel gösterilerle protesto edildi.
AB’de en dikkat çekici gelişme, Eylül ayında, Avrupa Parlementosu’nun Orban’ın giderek otoriterleşen yönetimine, sonu AB anlaşmasının 7. Maddesi altında yaptırımlar uygulanmasına kadar giden bir sürecin oylanmasıyla yaşandı. Avrupa Parlementosu’nun, çok geniş bir yelpazeye yayılmış partilerden seçilmiş üyelerinin %70’e yakını bu daha önce benzeri görülmemiş hamleyi destekledi. AB’nin 2020 yılının sonunda bağlanacak bir sonraki beş yıllık bütçesini, demokratik standartlara uyma koşuluna bağlayan Avrupa Parlementosu, kişi başına en çok AB fonu alan ülkelerden olan Macaristan’a, AB’nin temel demokratik özgürlüklerinin altını oymaya devam etmesi halinde, artık AB fonlarının cömertliğinden yararlanamayacağı mesajını vermiş oldu.
İktidar partisinin mahkemelerin bağımsızlığının altını oyma çabalarına karşı, mahkemelerini savunan onbinlerce Polonyalı defalarca sokaklara döküldü. Polonyalı yargıçlar, Hukuk ve Adalet Partisi Lideri Jaroslaw Kaczynski’nin tüm tasfiye çabalarına rağmen, görevlerinden ayrılmayı reddettiler. Sonradan, Avrupa Adalet Divanı da yargıçların görevlerini terk etmeme kararına destek verince, yargıçlar yetkililer tarafından görevlerine iade edildiler.
AB ve AB üyesi bazı ülkeler sınırlarının ötesinde, insan hakları alanında, önemli öncü roller üstlendiler. Suudilerin Yemen’de işlendiği iddia edilen savaş suçlarının soruşturulmasından kaçınmak için giriştikleri yoğun çabanın BM İnsan Hakları Konseyi’nde reddedilmesine Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve İrlanda ile birlikte Kanada öncülük etti. Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından Almanya, 18 Suudi yetkilinin 26 ülkeden müteşekkil Schengen bölgesine girmesini engellerken, Almanya, Danimarka ve Finlandiya söz konusu krallığa silah satışını durdular. (Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada da, cinayete adı karışmış birçok Suudi vatandaşa yönelik şahsi yaptırımlar uyguladılar.) Suudilerin öncülüğündeki koalisyonun, BM öncülüğünde yürütülen müzakerelerde, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmış halka ulaşabilmek için önemli bir erişim noktası olan Yemen’in Hodeidah limanı çevresinde ateşkes ilan etmeyi kabul etmiş olmasına, söz konusu baskılar da katkı yapmış olabilirler.
Alman Şansölyesi Angela Merkel ve Dışişleri Bakanı Heiko Maas Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’i ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, insan haklarının altını oydukları ve siyasi muhaliflere, aktivistlere ve gazetecilere baskı uyguladıkları gerekçesiyle, kamuoyu önünde, alenen eleştirdiler. Almanya önümüzdeki iki yıl boyunca BM Güvenlik Konseyi’nde daimi olmayan üye olarak görev yapacak, bu da Berlin’e emsal teşkil ederek liderlik edebilmesi için bir fırsat verecek.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkan Donald Trump, Orta Amerika’daki şiddetten kaçan sığınmacıları bir kriz olarak resmederek, destekçi tabanını seferber etmeye çalıştı. Ara seçimlerde, seçmenlerin bu korku simsarlığını reddetmesi sayesinde, muhalefetteki Demokratik Parti Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu ele geçirdi.
İnsan hakları ile ilgili kaygıları yansıtan başka iktidar değişimleri de yaşandı. Malezya ve Maldivler’de seçmenler yolsuzluğa karışmış başbakanlarını görevden uzaklaştırdılar. Yolsuzluğu protesto etmek için büyük kitlesel gösteriler düzenlemesi üzerine Ermenistan Başbakanı istifa etti. Habeşistan, yoğun kamuoyu baskısı altında, uzun süredir istismarcı bir yönetim sergileyen hükümeti, etkileyeci reformlar başlatan bir başbakanla değiştirdi. Sri Lanka meclisi, mahkemeleri ve halkı görevdeki başkan ve onun selefi tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan bir “anayasal darbeyi” geri çevirdi.
Ancak eğilimin tamamiyle olumlu olduğu da söylenemez. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre popülaritelerini artırmak amacıyla korunmasız azınlıkları günah keçisi ilan eden ve şeytanlaştıran günümüzün otokratları demokrasinin altını da bu şekilde oymaya çalışıyorlar. Otokratlar bağımsız yargı, özgür medya ve cevval sivil toplum örgütleri gibi, hükümetin gücünü dengeleyen ve kontrol eden mekanizmaları zayıflatıyorlar. Bunun insani maliyeti, bir zamanların petrol zengini Venezuela’da yaşanan insani krizde, Filipinler’in “uyuşturucuyla savaşında” yaşanan binlerce yargısız infazda, Çin’in, güvenilir tahminlere göre 1 milyon civarında Uygur’u ve diğer Müslümanları keyfi olarak alıkoymasında ve zorunlu endoktrinasyona tabi tutmasında görüldüğü üzere, çok yüksek olabiliyor.
Çin, geçtiğimiz yıl uyguladığı baskıyı, 1989 Tiananmen Meydanı demokrasi hareketi katliamından bu yana görülen en kötü düzeye taşıdı. Xi başkanlığı üzerindeki süre kısıtlamalarını kaldırdı ve Çin’in sıradan insanlar üzerindeki gözetleme ve teknik takip kapasitesini büyük ölçüde artırdı. Yetkililer, gazetecileri gözaltına alarak, aktivistler hakkında davalar açarak, üniversiteler üzerindeki ideolojik kontrolü artırarak ve internet sansürünü genişleterek, ifade özgürlüğüne yönelik saldırılarını tırmandırdılar.
Otokratların temel insan haklarını koruyamamaları sayesinde, kitlesel gaddarlıklar acımasız liderlerin yanına kar kaldı ki bunun örnekleri, Suriye’nin hükümet karşıtı güçlerin elindeki bölgelerde yaşayan sivillere yönelik saldırılarında ve Suudilerin öncülük ettiği koalisyonun Yemenli sivilleri ayırım gözetmeksizin ve orantısızca bombalaması ve abluka altına almasında görüldü. Ancak İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre, küresel muhalefetin giderek güç kazanması, bu tür eylemlerin maliyetini de her seferinde artırdı.
BM İnsan Hakları Konseyi, İslami İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği’nin birlikte sunduğu, çığır açıcı nitelikteki bir kararı büyük bir çoğunlukla oylayarak, 2011 yılından bu yana Myanmar’da işlenen en ciddi uluslararası suçlara ilişkin kanıtların, ileride açılacak davalara temel teşkil etmek üzere toplanması, muhafaza edilmesi ve analiz edilmesi için bir mekanizma yarattı.
Suriye’de hükümet güçleri, Rusya, İran ve Hizbullah isimli silahlı grubun desteği ile, ülkenin büyük bir çoğunluğunu yeniden ele geçirdi. Avrupa’nın Rusya’ya uyguladığı baskı, kuzeybatıdaki İdlib eyaletine yapılacak topyekün bir saldırıyı önledi. İdlib’de Suriye-Rusya askeri ittifakı, bölgede yaşayan üç milyon sivili ayırım gözetmeksizin bombalamakla tehdit ettiği için, Suriye’nin bir kez daha kan gölüne daha dönmesi ihtimali belirmişti. Putin, Eylül ayında, akıbeti hala belirsiz bir şekilde süren bir ateşkese razı oldu. Bu durum, uluslararası toplumun birlikte hareket etmesi halinde, böylesi karmaşık bir durumda dahi yaşamların kurtarılabileceğini gösterdi.
Kongo Başkanı Kabila’nın, kendi iki dönemlik süresi bittikten iki yıl sonra, halefinin seçilmesi için bir seçim tarihi vermeye ikna edilmesinde, diğer Afrika ülkelerinin baskıları büyük rol oynadı. Ne var ki, hükümetin hakimiyetindeki seçim komisyonunun ilan ettiği seçim sonuçları hakkındaki ihtilaf halen sürüyor. Afrika’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (UCM) kitlesel olarak geri çekilmesi riski, Afrika ülkelerinin ve sivil toplum örgütlerinin tepkileri sayesinde önemli ölçüde azaldı.
Otokratik liderler, BM’nin çok taraflılığını ve belirlediği uluslararası standartları zayıflatmaya çalışsa da, bu karşı saldırıların önemli bir bölümü BM bünyesinde sahneye kondu. Myanmar ve Yemen’de attığı önemli adımların yanısıra, BM İnsan Hakları Konseyi ilk defa Başkan Nicolas Maduro’nun Venezuela’sındaki ağır baskıları kınayan bir karar aldı. Beş Latin Amerika ülkesi ve Kanada UCM’yi Venezuela’da işlenen suçlarla ilgili bir soruşturma başlatmaya davet ettiler ki bu gelişme, hükümetlerin, kendi toprakları dışında işlenmiş suçlarla ilgili olarak soruşturma başlatılması için yaptıkları ilk başvuru olarak kayıtlara geçti.
Roth, “emektar katılımcıların muharebede kayıp veya esir düşmüş olmaları veya taraf değiştirmeleri nedeniyle, insan haklarının korunmasıyla ilgili mücadele zemini kaydı,” dedi ve ekledi: “Ancak halklarına hesap vermekten kaçınan ve onların haklarına saygı göstermeyen hükümetlere karşı duran başka etkili koalisyonlar ortaya çıktı.”