Özet
Türkiye, Suriye'nin kuzeyindeki bölgede işgalci bir güç konumundadır.
Türkiye, güney sınırının Suriye tarafında hem doğrudan hem de kurulmasına yardımcı olduğu Suriye Milli Ordusu aracılığıyla bölgede idari ve askeri kontrol uygulamaktadır. Suriye Milli Ordusu, büyük ölçüde eski Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) savaşçılarından oluşan silahlı muhalif grupların sıkı bağlara sahip olmayan bir koalisyonudur.
Türkiye hükümeti, hem güney sınırında bir güvenlik bölgesi oluşturmak hem de Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilerin geri dönüşlerini sağlamak için, işgal ettiği alanları "güvenli bölgelere" dönüştürmeyi hedeflediğini belirtmiştir. Ancak bu bölgeler güvenli değildir. Özellikle Suriye Milli Ordusu'na bağlı gruplar tarafından işlenen insan hakları ihlalleri yaygın olup, bölgenin 1,4 milyon sakini için hayat hukuksuzluk ve güvensizlikle tanımlanmaktadır. Geçmişte Suriye Milli Ordusu yönetimi altında yaklaşık 3 yıl yaşamış olan bir kişi, "Her şey silah zoruyla oluyor" dedi.
Bu rapor, ihlallerin mağdurları, hayatta kalanlar, yakınları ve tanıklarının yanı sıra çeşitli sivil toplum kuruluşu temsilcileri, gazeteciler, aktivistler ve araştırmacılardan oluşan 58 kişiyle yapılan görüşmelere dayanmaktadır. Rapor, Suriye Milli Ordusu'nun çeşitli grupları tarafından, ihlalleri engellemek için kurulan bir güç olan Askeri Polis tarafından ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) da aralarında bulunduğu bir dizi askeri istihbarat müdürlüğünün mensupları tarafından gerçekleştirilen kaçırılmaları, keyfi gözaltıları, çocuklar da dahil olmak üzere hukuka aykırı alıkonmaları, cinsel şiddeti, işkence ve kötü muameleleri belgelemektedir. Bu rapor aynı zamanda yaygın yağma ve talanın yanı sıra mülklere el koyma ve yağma da dahil olmak üzere konut, arazi ve mülkiyet hakları ihlallerini belgelemektedir. Rapor, son yıllarda getirilen hesap verebilirlik önlemlerinin çoğunun ihlalleri engelleme veya mağdurlara giderim sağlama konusundaki başarısızlığını ortaya koymaktadır. Ağır ve sistematik insan hakları ihlalleri ve olası savaş suçları için cezasızlık hüküm sürdüğü müddetçe, Türkiye'nin bölgeye yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonlar sırasında ve sonrasında evlerini terk eden yüz binlerce yerinden edilmiş ve mülksüzleştirilmiş Suriyelinin geri dönüş umutları azalmaya devam edecektir. Bugün pek çok kişi Suriye'nin kuzeydoğusunda yetersiz hizmet verilen kamplarda ve toplu barınaklarda yaşamaktadır.
Türkiye, 2016'dan bu yana sınırındaki Kürt varlığını zayıflatmak amacıyla Suriye'nin kuzeyine üç askeri operasyon düzenledi. 2016'daki ilk operasyonunda Halep'in kuzeyinde, daha önce İslam Devleti'nin (IŞİD olarak da biliniyor) kontrolünde olan Azez, El Bab ve Cerablus'u içeren ve ağırlıklı olarak Arapların yaşadığı bölgeyi işgal etti. 2018'deki ikinci saldırısında, Azez'in hemen batısında 2012'den beri Kürt liderliğindeki güçlerin kontrolü altında olan ve çoğunluğu Kürt nüfusa sahip bir yerleşim bölgesi olan Afrin'i ele geçirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri 2019'daki üçüncü saldırısında ise Suriye'nin kuzeydoğusunda Tel Abyad ile Resulayn (Kürtçe adıyla Serekaniye) arasındaki yaklaşık 150 kilometre uzunluğunda ve 30 km derinliğindeki dar bir şeridin kontrolünü Kürt güçlerinden aldı. Türkiye her üç operasyonu da Türkmen gruplar, eski Özgür Suriye Ordusu grupları ve 2017'de Suriye Milli Ordusu olarak anılmaya başlanan diğer İslamcı gruplar da dahil olmak üzere çeşitli yerel silahlı grupların yardımıyla gerçekleştirdi. Askeri saldırılar kitlesel yerinden edilmelere yol açtı, ayrım gözetmeyen bombardıman, yargısız infazlar, hukuksuz gözaltılar, işkence ve zorla kaybetmeler, sistematik yağma ve yasadışı el koymalar da dahil olmak üzere hem insan hakları hem de insancıl hukukun ciddi ihlallerine sebebiyet verdi.
Birkaç yıl sonra bugün Türkiye, işgal ettiği topraklar üzerindeki kontrolünü hem silahlı kuvvetleri ve istihbarat teşkilatları ile Suriye'nin kuzeyinde 100'den fazla askeri tesis, üs ve gözlem noktasıyla, hem de silah, maaş, eğitim ve lojistik destek sağladığı Suriye Milli Ordusu üzerindeki doğrudan kontrolü aracılığıyla sürdürüyor. Türkiye ayrıca işgal altındaki bölgeler üzerinde, Türkiye'nin komşu bölgelerindeki yerel makamlar aracılığıyla idari kontrol de uygulamaktadır. Örneğin Türkiye'nin Hatay Valiliği, Afrin'deki eğitim, sağlık, mali hizmetler ve insani yardımları doğrudan denetlemektedir. Eylül 2023'te Türk medya kuruluşları, Türkiye'nin kontrolü altındaki tüm bölgeleri denetlemek üzere tek bir Vali atamayı planladığını bildirdi. Ancak Ocak 2024 itibariyle henüz bu tür bir gelişme yaşanmadı.
Suriye Milli Ordusu resmiyette Suriye muhalefetini temsil eden Azez merkezli ve uluslararası tanınan Suriye Geçici Hükümeti'nin Savunma Bakanlığı'na bağlı olsa da, bünyesindeki gruplar nihai olarak Türkiye'nin askeri güçlerine ve istihbarat teşkilatlarına hesap vermektedir. Suriye Milli Ordusunun iç işleyişi hakkında doğrudan bilgi sahibi iki kaynağın İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne aktarımına göre, yaygın hak ihlali iddialarına ilişkin hukukun üstünlüğünü sağlama görevine sahip olan ve Suriye Geçici Hükümeti'nin gözetiminde kurulan asker ve sivil polis güçleri de Türkiye'nin askeri güçlerine ve istihbarat teşkilatlarına hesap veriyor. Bu kaynaklardan biri, "Onların bilgisi olmadan hiçbir şey olmaz" dedi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suriye'nin Türkiye işgali altındaki topraklarında Türkiye yetkililerinin komuta yapısındaki rollerini özetleyen yayınlanmış talimatlar bulamadı.
Türk yetkililer, ABD destekli Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) en büyük bileşenleri olan Halk Savunma Birlikleri (Yekineyen Parastina Gel, YPG) ve Kadın Koruma Birlikleri'ni (Yekineyen Parastina Jin, YPJ) Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bir tutmaktadır. Türkiye, PKK'yı bir terör örgütü ve Türkiye'ye yönelik varoluşsal bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle belgelenen ihlallerin çoğunluğuna SDG yönetimi altında evlerinde yaşayan ve topraklarıyla ilgilenen, bu nedenle SDG veya bileşenlerine sadık olduğu düşünülen Kürtler maruz kalmıştır. Suriye Demokratik Güçleri ve kontrolündeki bölgelerde sivil yönetim organı olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile bağlantısı olduğu düşünülen Araplar ve diğerleri de hedef alınmıştır.
Bu rapor, Türkiye makamlarının Suriye'nin kuzeyinde yaşanan acı gerçekleri görmezden gelmekle kalmayıp, alıkonmalarla ilgili pek çok ihlalde ve mülkiyet hakkı ihlallerinde doğrudan sorumluluk taşıdıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu ihlaller çoğunlukla Kürt sivillere ve Kürt liderliğindeki güçlerle bağlantısı olduğu düşünülenlere yönelik olup Türkiye'nin Kuzey Suriye'deki Kürt varlığını zayıflatma, Türkiye'nin güney sınırı ile Kuzey Suriye'de Suriye Demokratik Güçleri tarafından kontrol edilen bölgeler arasında "uçtan uca" bir güvenlik hattı veya tampon bölge oluşturma hedefleriyle büyük ölçüde uyumludur. Türkiye'nin Afrin'e girmesiyle birlikte on binlerce insan Suriye'nin diğer bölgelerine ve ötesine kaçarken, Türk yetkililer Doğu Guta'dan göç eden yüzlerce Sünni Arap aileyi bölgenin Kürt sakinlerinin evlerine yerleştirme konusunda hızlı davranmıştır. Bölgedeki savaşçıların aileleri de dahil olmak üzere Guta, Şam kırsalı, Hama'nın kuzeyi ve İdlib'den çok sayıda yerinden edilmiş aile aradan geçen yıllarda Afrin'e geldi. Benzer bir eğilim, Türkiye'nin 2019 askeri operasyonunun ardından Tel Abyad ve Resulayn arasındaki hatta da belgelenmiştir.
Türkiye'nin askeri harekatlarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından dile getirilen ikinci bir amacı da işgal edilen topraklarda "güvenli bölgeler" oluşturulması ve birçoğu yıllardır Türkiye'de yaşayan ve Suriye'nin farklı bölgelerinden gelen bir milyondan fazla Suriyeli mültecinin bu bölgelere yerleştirilmesidir. Ancak bu raporun da ortaya koyduğu gibi, Türkiye işgali altındaki bölgeler güvenli olmaktan çok uzaktır. Hukukun üstünlüğünün mevcut olmayışına ek olarak, Suriye'nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Türkiye işgali altındaki bölgelerde de ekonomik ve insani koşullar vahim durumdadır. Çok sayıda insanın zulüm veya işkenceye uğramaktan korktukları bölgelere geri gönderilmeleri Türkiye'nin uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal edecektir. Toplu sınır dışı ve yerleştirme, zorunlu demografik değişimler yaşamaya alışkın bir bölge olan Kuzey Suriye'nin etnik yapısını da büyük ölçüde değiştirecektir.
Türkiye daha önce de Suriyeli mültecileri zorunlu olarak geri göndermiştir. 2017'den bu yana Türkiye güçleri binlerce Suriyeli mülteciyi gözaltına aldı, tutukladı ve genellikle "gönüllü" geri dönüş formlarını imzalamaya zorlayıp çeşitli sınır kapılarından Kuzey Suriye'ye geçmeye mecbur ederek sınırdışı etti. Nitekim Türkiye yalnız Temmuz 2023'te 1.700'den fazla Suriyeliyi Tel Abyad bölgesine geri göndermiştir.
Türkiye işgali altındaki topraklarda, çeşitli silahlı grupların komutanları ve üyelerinin yanı sıra Askeri Polis tarafından işlenen insan hakları ihlalleri ve potansiyel savaş suçları konusunda hesap verebilirlik halen sağlanamamıştır. Suriye Milli Ordusu'nun bazı sınırlı iç kovuşturmalarına rağmen, bu tür konularda yargı yetkisine sahip askeri mahkemeler bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksundur. Duruşmalar nadiren aleni olup yargılamalar hakkında çok az bilgi mevcuttur. Türkiye, Suriye Milli Ordusu unsurlarını veya kendi yetkililerini sorumlu tutmak veya bağımsız insan hakları gözlemcilerinin erişimine izin vermek için anlamlı adımlar atmamıştır.
2023 yılında ABD, sivillere yönelik ciddi insan hakları ihlalleri nedeniyle Suriye Milli Ordusu'na bağlı üç gruba ve liderlerine yaptırım uygulamıştır. Ocak 2024'te iki insan hakları örgütü Alman Federal Savcılığına şikayette bulunarak 2018'den bu yana Afrin'de Suriye Milli Ordusu birlikleri tarafından gerçekleştirilen uluslararası hukuk ihlallerinin soruşturulmasını talep etti. Ulusal yargı makamları, "evrensel yargı yetkisi" ilkesi uyarınca, belirli ağır uluslararası suçlara karışmış olması muhtemel kişilere karşı, suçun başka bir yerde işlenmiş olmasına ve iddiaya konu failler ile mağdurların ülke vatandaşı olmamasına rağmen dava açabilmektedirler.
İşgalci bir güç ve bölgedeki fiili hükümet olarak Türkiye, mevcut kuvvetlerinin uluslararası insan hakları ve insancıl hukuka sıkı sıkıya uymasını sağlamak, kontrol ettiği bölgelerde kamu düzenini ve güvenliğini yeniden tesis etmek ve sürdürmek, bölge sakinlerini şiddetten korumak, ihlallerin faillerini sorumlu tutmak, kendi güçleri ve kontrol ettiği yerel güçler tarafından gerçekleştirilen ciddi insan hakları ihlallerinin mağdurları için giderim sağlamak, mülk sahiplerinin ve geri dönenlerin haklarını güvence altına alarak mülklerine hukuka aykırı olarak el konulanların ve kullanılanların her türlü zararını tazmin etmekle yükümlüdür. Türkiye ve Suriye Geçici Hükümeti, bağımsız soruşturma organlarının kendi kontrolleri altındaki bölgelere derhal ve engelsiz erişimine izin vermelidir.
Öneriler
Türkiye Hükümetine
- Askeri güçleriniz ve istihbarat personeliniz ile bunlara bağlı yerel milisler tarafından işlenen insan hakları ihlallerini ve potansiyel savaş suçlarını durdurmak için derhal adım atın ve askeri personel ve silahlı gruplar da dahil olmak üzere kontrolünüz altındaki tüm bireylerin uluslararası insan hakları hukukuna ve insancıl hukuka uymasını sağlayın;
- Sığınmacıların Türkiye'nin kontrolündeki bölgeden ve sınırlardan geri gönderilmelerini derhal durdurun;
- İşgal altındaki topraklarda faaliyet gösteren Türk Silahlı Kuvvetleri ve istihbarat teşkilatlarının sivillere yönelik işkence, keyfi alıkonma, tecavüz, yağma ve yargısız infazlar da dahil olmak üzere ciddi insan hakları ihlallerine ve potansiyel savaş suçlarına karıştığı iddialarına yönelik şeffaf, kapsamlı ve tarafsız bir soruşturma yürütün,
- Birleşmiş Milletler Soruşturma Komisyonu ve insan hakları örgütleri gibi uluslararası organlar tarafından insan hakları ihlalleri ve savaş suçları iddialarına ilişkin yürütülen bağımsız ve tarafsız soruşturmalarla tam işbirliği yapın;
- Uluslararası ve bağımsız gözlemcilerin, Askeri Polis ve çeşitli gruplara ait hapishaneler ve gözaltı merkezlerinin yanı sıra askeri mahkemeler de dahil olmak üzere Türkiye'nin işgali altındaki bölgelere tam ve engelsiz erişimini sağlayın;
- Türkiye güçleri ile Türkiye'ye bağlı güçlerin davranışlarını izlemek ve bildirilen ihlallere derhal cevap vermek için etkili denetim mekanizmaları kurun;
- Adil ve şeffaf yargılamalar yürütme yöntemi de dahil olmak üzere, ihlallerden sorumlu olanların hesap verirliğini sağlayın;
- Şeffaf ve katılımcı bir süreçle ve uluslararası standartlara uygun olarak, Suriye'nin kuzeyindeki toprakları işgal etmesinden bu yana Türk güçleri ve Türkiye'nin kontrol ettiği yerel güçler tarafından işlenen ciddi insan hakları ihlallerinin tüm mağdurları için bir telafi programı geliştirin ve uygulayın. Telafi programı mağdurların çektiği acıların kamusal olarak kabul edilmesini, tazminat ödenmesini, psikososyal ve fiziksel rehabilitasyonu, mülklere erişim sağlanmasını ve mülklerin iadesini içermelidir.
- Çatışmayla bağlantılı cinsel şiddet için tazminat, rehabilitasyon ve tekrarlanmama garantileri de dahil olmak üzere telafi sağlayın. Telafiler aynı zamanda, acil durum hallerinde örneğin çatışmayla bağlantılı cinsel şiddet mağdurlarına ivedi şekilde tıbbi yardım ve psikososyal desteğe erişim sağlanmasıyla da ilgilenmelidir. Telafi programı başarılı kovuşturmalara bağlı olmamalı ve cinsel şiddet deneyimleriyle ortaya çıkan bireylere tazminat ve diğer hizmetleri sağlamalıdır. Telafi programı ayrıca cinsel saldırı mağdurları da dahil olmak üzere mağdurlara danışılarak tasarlanmalı ve uygulanmalı, mağdurların haklarına ve onuruna saygı göstermeli ve onlara daha fazla zarar vermekten veya onları travmatize etmekten kaçınmalıdır.
- Psikososyal engellilik de dahil olmak üzere engelli hale gelmiş kişilere özellikleri dikkate alınarak giderim ve devlet yardımı sağlayın. Bu kişilerin ücretsiz, kaliteli ve haklara saygılı sağlık hizmetlerine, yardımcı cihazlara, psikososyal ve ruh sağlığı hizmetlerine erişimini sağlayın.
- Mülklerine hukuka aykırı olarak el konulması ve kullanılması ile neden olunan her tür zararın tazmin edilmesi de dahil olmak üzere mülk sahiplerinin ve geri dönenlerin haklarını güvence altına alın.
Suriye Geçici Hükümetine ve Suriye Milli Ordusuna
- Çeşitli gruplara ait tüm geçici veya gayri resmi hapishaneler ve gözaltı merkezlerini ortadan kaldırın;
- Bireylerin alıkonmasını incelemek üzere partizan olmayan, bağımsız bir komisyon kurun. Yalnız şiddet içermeyen siyasi faaliyetleri nedeniyle tutulanlar da dahil olmak üzere, keyfi olarak tutulduğu belirlenen kişileri serbest bırakın.
- Yerel ve uluslararası insan hakları örgütlerinin derme çatma nezarethaneler ile Askeri Polis gözaltı merkezleri de dahil olmak üzere hapishaneleri denetlemelerine izin verin.
- Sivillere yönelik tüm askeri yargılamaları durdurun ve tüm yargılamaların adil yargılama ilkelerine uygun olmasını sağlayın.
- Yerel ve uluslararası insan hakları örgütlerinin davaları izlemesine izin verin.
- Karargahların, tutukevlerinin ve askeri tesislerin sivil iş yerleri veya konutlar içinde konumlandırılmasından kaçının.
- Tüm kayıp ve cinayetleri derhal ve bağımsız bir şekilde soruşturun.
Avrupa Birliği'ne
- Türkiye'nin, AB Sığınma Prosedürleri Yönergesi'nin 38. maddesinde belirtilen kriterler kapsamında sığınmacıların geri gönderilebileceği güvenli bir üçüncü ülke olmadığını kamuoyuna açık bir şekilde belirtin.
- Türkiye'nin sınır dışı işlemlerini durdurması, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin alıkonulan Suriyelilerin Türkiye'de kalmak veya gönüllü olarak Suriye'ye dönmek isteyip istemediklerini izlemesine izin vermesi konusunda çağrıda bulunun.
- Zorla sınır dışı eylemleri sona erene kadar idari gözetim ve sınır kontrollerinin finansmanını askıya alın.
BM Üyesi Ülkelere
- Evrensel yargı yetkisi ilkesi uyarınca, ulusal yasalara uygun olarak Türkiye işgali altındaki Kuzey Suriye'de uluslararası hukuk kapsamında işlenen ciddi suçların failleri hakkında soruşturma ve yargılama yürütün.
Metodoloji
İnsan Hakları İzleme Örgütü bu rapor için Kasım 2022 ile Eylül 2023 tarihleri arasında araştırma faaliyeti yürütmüştür. Araştırma kapsamında 58 kişiyle mülakat yapılmıştır. Bu kişiler arasında ihlal mağdurları, tanıkları, hayatta kalanlar ve mağdurların akrabaları bulunmaktadır. Görüşülen kişilerin 19'u eski tutuklular, 21'i ise eski ve mevcut tutukluların yakınlarıdır. Bazıları hapsedilmeye bağlı ihlallere de maruz kalan otuz altı kişinin barınma, arazi ve mülkiyet hakları ihlal edilmiştir. Araştırmacılar ayrıca sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, gazeteciler ve araştırmacılarla da görüştü. Araştırma sırasında görüşülen kişilerden 10'u Türkiye işgali altındaki Afrin ve Resulayn'da, 27'si Kuzey Suriye'de Kürtlerin yönetimindeki bölgelerde ve 15'i Irak Kürdistan Bölgesinde, ikisi Avrupa'da, biri Lübnan'da ve biri de Türkiye'de ikamet ediyordu.
Araştırmacılar, Afrin'de Askeri Polis ile doğrudan temas halinde olan bilgi sahibi bir kaynakla ve daha önce Türkiye istihbarat yetkililerine yakın olan, Temmuz 2019 ile Haziran 2020 arasında Afrin'de çeşitli grupların davranışlarına ilişkin erişim ve gözetim imkanı olan ve daha sonra Suriye'den ayrılan Suriyeli bir kaynakla görüştüler.
Görüşmeler güvenli mesajlaşma uygulamaları üzerinden Arapça ve Kürtçe olarak, Irak Kürdistan Bölgesi ile Suriye'nin kuzeydoğusundaki Amude, Haseke ve Kamışlı'da ise yüz yüze gerçekleştirilmiştir. Yüz yüze görüşmeler, araştırmacılar ve görüşülen kişiler tarafından özel ve güvenli kabul edilen yerlerde gerçekleştirilmiştir. Araştırmacılar görüşülen her kişiye görüşmenin amacını, gönüllülük esasına dayandığını, bilgilerin ne şekilde kullanılacağını ve herhangi bir ödeme yapılmayacağını açıklamışlardır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, görüşülen kişiler ile Afrin ve Resulayn'da akrabaları olan diğer kişileri misillemeden korumak için tüm görüşmecilerin isimlerini anonimleştirmeyi ve kişisel bilgilerine yer vermemeyi tercih etti. İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca internetteki video, görüntü, sosyal medya paylaşımları ve belgelerin yanı sıra eski tutuklular, aktivistler ve ilgililerin yakınları tarafından sağlanan ve bu ihlalleri doğrulayan belgeleri de inceledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 21 Kasım'da Türkiye Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları ile Suriye Geçici Hükümeti Savunma ve Adalet Bakanlıklarına, 8 ve 15 Ocak 2024 tarihlerinde de raporda adı geçen dört mevcut ve eski üst düzey grup komutanına, güvenlik yetkililerine ve Askeri Polis mensuplarına yazılı başvuruda bulundu. İnsan Hakları İzleme Örgütü bu raporun yayınlandığı tarih itibariyle ilgili başvurulara herhangi bir yanıt almamıştır.
I. Arka plan
Şehir renklerini kaybetti.
— Memleketi Resulayn'dan göç ettirilen bir adam, Kürtlerin ve diğer azınlıkların göçünden bahsederken.
Türkiye'nin Sınır Boyunca Kürt Varlığını Zayıflatma Kararlılığı
Ağustos 2016'dan bu yana Suriye'nin kuzeyine düzenlenen üç askeri operasyon ile Türk Silahlı Kuvvetleri ve destekledikleri Suriyeli yerel gruplar, sınır bölgelerindeki Kürt varlığını zayıflatmak amacıyla Türkiye'nin güney sınırı boyunca iki bölgeyi ele geçirdi.
Fırat Kalkanı isimli ilk operasyonda Nisan 2016 ile Mart 2017 arasında Türk kuvvetleri ve yerel müttefikleri Fırat nehri üzerinde batıda Azez'e ve güneyde El Bab'a kadar uzanan Cerablus'u ele geçirdi. Bu operasyon sırasında Türkiye, İslam Devleti (IŞİD olarak da bilinen) güçleri bölgeden uzaklaştırdı ve Suriye'nin kuzeydoğusunun büyük bölümünü askeri olarak kontrol eden ABD destekli Kürt silahlı grubu Suriye Demokratik Güçleri'nin güney sınırı boyunca daha fazla ilerlemesini engelledi. Türk kuvvetlerinin Sünni Arapların çoğunlukta olduğu bu bölgede ilerleyişi, Suriye'nin kuzeyine yönelik art arda düzenlenen operasyonlara kıyasla daha az şiddete sahne oldu ancak Türkiye o zamandan beri on binlerce Suriyeliyi işgal altındaki bu bölgeye sınır dışı etti.[1]
Türkiye hükümeti, Suriye Demokratik Güçleri'nin en büyük unsurları olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Kadın Koruma Birlikleri'ni (YPJ), Türkiye'nin on yıllardır çatışma halinde olduğu silahlı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı terörist gruplar olarak görmektedir. Türkiye, Suriye'deki Kürtlerin kendilerini yönetme deneyini ulusal güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit olarak görmektedir.[2]
Türkiye, Ocak 2018'de Halep'in kuzeybatısında Kürtlerin çoğunlukta olduğu Afrin bölgesini Suriye Demokratik Güçleri'nden almak için Zeytin Dalı Harekâtını başlatmış, yoğun bir hava müdahalesi ile başlayıp Afrin'in kuzeyindeki kırsal alanlarda ilerlemiş ve nihayet Mart 2018'de Afrin şehrini ele geçirmiştir. Birleşmiş Milletler'e göre, askeri saldırı onlarca sivilin ölümüne ve on binlerce kişinin yerinden edilmesine neden oldu.[3] Suriye Demokratik Güçleri de sivillerin tahliyesini engelleyerek uluslararası insancıl hukuku ihlal ederken, Suriye hükümet güçleri de kaçan sivillerin hükümet kontrolündeki bölgelere girmesini engelledi.[4]
Takip eden yıllarda Türk güçleri ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu'na bağlı gruplar, özellikle Afrin'de yaşayan Kürtleri hedef alan keyfi alıkonmalar, zorla kaybetmeler ve işkenceler gerçekleştirdi. Afrinliler evlerinin, işyerlerinin, arazilerinin ve mahsullerinin Suriye Milli Ordusu savaşçıları ve aileleri tarafından yağmalandığına ve gasp edildiğine tanıklık ettiler. Bunlar silahlı çatışma hukukuna göre yasak olan ve savaş suçu teşkil edebilecek eylemlerdir.[5] Afrinliler ayrıca kültürel, dini ve tarihi mekanlarının da yok edildiğine tanık oldular.[6] Nihayetinde Türkiye'nin çalınan zeytinlerle yapılan Afrin'in ünlü zeytin ürünlerini kendi pazarlarında ve uluslararası alanda sattığını tespit ettiler. Dönemin Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli bu eylemleri, gelirlerin aksi takdirde PKK'nın eline geçeceğini ifade ederek savundu.[7]
Afrin'de doğup büyüyen ve harekatın en şiddetli günlerinde bile bölgeyi terk etmeyi reddeden 63 yaşındaki Kürt Abu Salem, Türk güçleriyle birlikte Afrin'i ele geçirmelerinin hemen ardından Suriye Milli Ordusu'nun çeşitli gruplarının eylemlerini şöyle anlatıyor:
Hiç böyle bir şey görmemiştim. Önce para, araba, altın ve mücevherler için geldiler, alabildikleri her şeyi aldılar. Sonra dükkanları, ondan sonra evleri boşalttılar. Evlerimizin duvarlarına hangi grubun hangi eve sahip olduğunu yazdılar. Bölgeyi sokak sokak, bina bina kontrol alanlarına böldüler. Her şeyi aldılar.[8]
Afrin'in çoğunluğu Kürt olan asıl sakinlerinin yarısından fazlası ve daha önceki yıllarda bölgeye göç eden diğer ailelerin çoğu Türkiye'nin saldırısı sırasında, 20 kilometre uzaklıkta Halep kırsalındaki kuşatılmış Shahba bölgesine kaçtılar ve şimdi burada ağır koşullar altında yaşıyorlar.[9] Kürtlerin liderliğindeki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'nin (AANES) kontrolü altında bulunan Shahba bölgesi, Ağustos 2022'den bu yana Suriye hükümet güçleri tarafından kuşatma altında tutulduğundan bölge sakinlerinin yakıt ve diğer temel malzemelere erişimi ciddi şekilde kısıtlı durumda.[10]
Bu fırsatı değerlendiren Türkiye, Doğu Guta'dan kaçan yüzlerce Sünni Arap ailenin Afrin'in Kürt sakinlerinin evlerine yerleştirilmesini hızlı bir şekilde organize etti.[11] Bu, Türkiye'nin bölgedeki Kürt varlığını zayıflatmak amacıyla bölgenin demografik yapısını değiştirme çabasının açık bir örneğiydi. Daha sonra Doğu Guta'dan, Şam kırsalından, Hama'nın kuzeyinden ve İdlib'den, aralarında bölgede konuşlanmış savaşçıların da bulunduğu yerinden edilmiş aileler de Afrin'e geldi. Yalnız 2020 yılının Aralık ayında toplamda 13.000 kişi Afrin'e geldi.[12] ACAPS'ın aynı ay yaptığı bir tahmine göre Afrin bölgesinin nüfusu 442.000'den fazla olup; bu nüfusun 157.278'i bölge sakinleri yada bölgeye geri dönen Kürtler iken, 285.550'si ise çoğunluğu Sünni Araplardan oluşan yerinden edilmiş Suriyelilerdir.[13]
Türkiye'nin üçüncü saldırısı Ekim 2019'da gerçekleşti. Sadece 10 gün içinde Barış Pınarı Harekâtı olarak bilinen operasyonda Türkiye güçleri ve Suriye Milli Ordusu, Suriye'nin kuzeydoğusunda Türkiye sınırındaki Tel Abyad ile Resulayn arasındaki bölgeye girerek Kürt güçlerini yaklaşık 120 kilometre uzunluğunda ve 32 kilometre derinliğindeki bir alandan çıkardı. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'nin işgali öncesinde bölgedeki askerlerini geri çektiğini duyurmuştu.[14] Harekat sonucu 200.000'den fazla bölge sakini çatışma alanından kaçtı.[15] Türkiye'nin saldırısından önce bölge Arap çoğunluğa, kayda değer bir Kürt azınlığa, Yezidiler, Ermeni ve Süryani Hristiyanlar ile diğer etnik ve dini azınlıklardan oluşan küçük topluluklara ev sahipliği yapıyordu.[16] Zeytin Dalı Harekâtında olduğu gibi harekat sırasında ve sonrasında Türk askerleri ve destekledikleri gruplar sivil bölgeleri ayrım gözetmeksizin bombardımana tutmuş, yargısız infazlar gerçekleştirmiş, sivillere ait ev ve dükkânları hukuka aykırı bir şekilde işgal ederek sahiplerinin mülklerini yağmalamıştır.[17]
Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'ne (OCHA) göre, Tel Abyad ve Resulayn'ı kapsayan etnik çeşitliliğe sahip bölge, Ekim 2019'dan bu yana, asıl sakinlerinin çoğunun Suriye'nin kuzeydoğusundaki başka yerlere göç etmesi veya ülkeyi terk etmek zorunda kalmasıyla önemli demografik değişikliklere uğradı.[18] Veri odaklı kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan IMMAP'a göre, göç eden asıl sakinler arasında bölgedeki Kürt nüfusun neredeyse tamamı, bazı Yezidiler ve Ermeni Hristiyanlar ile Kürt liderliğindeki Yönetim veya Suriye hükümetiyle bağlantılı olduğu düşünülen Araplar da bulunuyor.[19] Yerinden edilmiş bir aktivist ve araştırmacı, kendi memleketi olan Resulayn'daki Kürt ve diğer azınlıkların göçünden bahsederken "Şehir renklerini kaybetti" dedi.[20] Bu operasyonun ardından Türkiye, bölgeye konuşlandırılan Suriye Milli Ordusu savaşçılarının ailelerini buraya yerleştirmelerine izin verdi.[21]
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mayıs 2022'den bu yana Suriye'nin kuzeydoğusuna yeni bir askeri harekât yapılacağı tehdidinde bulunuyor. Harekatın hedefinde bu kez Halep ili sınırları içinde Fırat nehrinin batısında yer alan ve şu anda Suriye Demokratik Güçlerinin kontrolünde olan Tel Rıfat ve Menbic kentleri var.[22] Bu yazı kaleme alındığı tarihte henüz harekât gerçekleşmemiştir. Ancak Türkiye'nin insansız hava araçlarıyla düzenlediği saldırılar ve Türkiye destekli Suriye güçlerinin Suriyeli Kürt güçlerin elindeki kuzeydoğu Suriye kent ve kasabalarına yönelik bombardımanı hız kesmeden devam ediyor. Saldırılar ve bombardıman sivillerin ölümüne ve yaralanmasına neden oluyor, yoğun nüfuslu bölgelere ve kritik altyapıya zarar veriyor ve daha fazla insanın yerinden edilmesine yol açıyor.[23]
Türkiye, Suriye'deki çatışmanın başlangıcından bu yana diğer tüm ülkelerden daha fazla olmak üzere yaklaşık 3,7 milyon Suriyeliyi kabul ederken, aynı zamanda topraklarına girmeye çalışan Suriyelileri sınırdan geri itti, binlerce Suriyeliyi hukuksuz bir şekilde Suriye'nin kuzeyine sınır dışı ederek birçoğunu "gönüllü" geri dönüş formlarını imzalamaya zorladı.[24] 2019'dan bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'nin geri dönen mülteciler için güvenli olmamasına ve geri dönenlerin genellikle o bölgelerden olmamalarına rağmen, bir milyon mülteciyi Suriye'nin kuzeyinde, hükümetin kontrolünde olmayan bölgelere yerleştirme niyetini açıklıyor.[25] Türkiye yalnızca Temmuz 2023'te 1.700'den fazla Suriyeliyi geri gönderdi.[26] Türkiye tüm geri dönüşlerin gönüllü olduğunu savunmakta ve bu iddiasını desteklemek için çeşitli sayılar vermektedir. Mayıs 2023'te Erdoğan, halihazırda 600.000 kişinin Suriye'ye gönüllü olarak döndüğünü belirtti.[27]
Askeri Güç ve İdari Otorite: Türkiye'nin İşgali
Askeri açıdan Türkiye, silahlı kuvvetleri ve istihbarat teşkilatları aracılığıyla işgal ettiği Suriye toprakları üzerinde kontrol uyguluyor.
Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeyinde işgal ettiği bölgelerde ve daha önce Nusra Cephesi olarak bilinen silahlı muhalif grupların en büyük koalisyonu olan Hey'et Tahrir el-Şam'ın (HTŞ) kontrolünü sürdürdüğü ve Türkiye'nin varlığının şimdiye kadar Suriye hükümeti ve Rus müttefiklerinin askeri müdahalesini engellediği İdlib'de üsler ve gözlem noktaları da dahil olmak üzere 100'den fazla askeri alanı bulunuyor.[28]
New Lines Enstitüsü'nün Aralık 2022 tarihli istihbarat brifingine göre Türk ordusu ve istihbarat teşkilatları El Bab, Cerablus, Resulayn ve Afrin'de harekat merkezleri bulundurarak bu bölgelerdeki grupların davranışlarını denetliyor ve Suriye Milli Ordusu gruplarını yönlendiriyor. Brifingde "Bu merkezlerin başındaki Türk askerleri ve istihbarat subayları, devam eden askeri sorumlulukların dağılımını koordine eder, tüm kararları alır ve Suriyeli komutanları bilgilendirir. Onlar da emirleri yerine getirir." ifadeleri yer alıyor. [29] Türkiye makamları ve Suriye Milli Ordusu, sıklıkla Suriye vatandaşlarını gözaltına alarak yargılanmak üzere yasadışı yollardan Türkiye'ye nakletmektedir. Bu "gerekçesi ne olursa olsun" işgal hukuku kapsamında yasaklanan bir eylemdir.[30] Birleşmiş Milletler Suriye Araştırma Komisyonu'nun (COI) Eylül 2020 raporunda belirttiği gibi, "bu tür transferler, Türkiye ile Suriye Milli Ordusu arasında alıkoyma ve istihbarat toplama amaçlı iş birliği ve ortak operasyonlara dair daha fazla gösterge sunmaktadır."[31]
Uluslararası hukuka göre, bir toprak parçası, yerel hükümetin rızası olmaksızın kısmen veya tamamen yabancı silahlı kuvvetlerin etkin kontrolü veya yetkisi altına girdiğinde "işgal edilmiş" sayılır. Bu olgusal bir tespittir. Toprak, yabancı silahlı kuvvetlerin etkin kontrolü altına girdiğinde işgale ilişkin uluslararası hukuk uygulanabilir hale gelir.
İdari açıdan Türkiye, işgal ettiği bölgeleri Türkiye'nin bir parçası olarak görmektedir. Kilis, Gaziantep, Hatay ve Şanlıurfa yerel makamları, Türkiye tarafından kurulan yerel meclislerin yanı sıra, Türkiye'nin kontrolü altında bulunan Suriye'nin komşu bölgelerinde eğitim, sağlık, finans ve bankacılık hizmetleri ile insani yardımların sağlanmasını doğrudan denetlemektedir. Bu konseylerin temsilcileri genellikle Türkiye tarafından onaylanmakta veya atanmaktadır.
Türk lirası bu bölgelerde Suriye para biriminin yerini almıştır.[32] Mali hizmetler yalnızca Türkiye bankaları ve Türkiye postanesi tarafından sağlanmaktadır. Elektrik, Türk şirketleri tarafından ve Türkiye'nin elektrik şebekesi üzerinden sağlanmakta, sağlık tesisleri Türk sağlık müdürlükleri tarafından denetlenmektedir.[33] Türkçe artık okullarda ikinci dil olarak öğretilmekte, sokak tabelalarında ve yer işaretlerinde Arapça'nın yanı sıra Türkçe de görülmektedir.[34] Afrin'de Kürtçe isimler taşıyan yerlerin isimleri değiştirildi, bazen de Türkiye ile bağlantılı isimler kondu. Örneğin Afrin'deki Newroz kavşağı Selahaddin Eyyubi kavşağı, Kawa El Haddad kavşağı ise Zeytin Dalı olarak anılmaya başlandı. Bir meydanın adı Recep Tayyip Erdoğan Meydanı olarak değiştirildi.[35]
Suriye hükümeti tarafından verilen kimlik kartları da artık Türk işgali altındaki bölgelerde kabul edilmemektedir. Bunun yerine, asli sakinlerin ve sonradan yerleştirilen yerinden edilmiş toplulukların, yerel konsey tarafından verilen ve bilgileri Türkçe ve Arapça olarak sunulan kimlik kartlarını almaları gerekmektedir.[36]
Suriye'nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Türkiye'nin işgali altındaki bölgelerde de bölge sakinleri, geri dönenler ve ülke içinde yerinden edilenler, ekonomik koşulların kötüleşmesiyle karşı karşıya olup insani yardıma büyük ölçüde ihtiyaç duymaya devam etmektedir.[37] Son iki yılda, özellikle elektrik fiyatlarının ve temel yaşam malzemelerinin maliyetinin artması ve yerel meclisler ile elektrik şirketlerindeki yolsuzluk iddiaları nedeniyle, daha iyi yaşam koşulları ve hizmetler talep eden bölge sakinlerinin katıldığı yaygın protestolar gerçekleşti.[38]
Suriye Milli Ordusu: Sadece İsmen Birleşmiş Bir Ordu
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2019'dan bu yana birçok kez Türkiye'de yaşayan bir milyondan fazla Suriyeli mülteciyi Suriye'nin kuzeyine yerleştirme arzusunu dile getirdi[39] Türk STK'lar ve kalkınma ajansları bu amaca hizmet etmek için İdlib, Afrin ve Cerablus'ta on binlerce betonarme ev inşa etti.[40] Hem Zeytin Dalı harekâtı hem de Barış Pınarı harekatının ikincil bir amacı da bu tür konut projeleri için başka olası yerler bulmaktı. Türk yetkililer El Bab, Tel Abyad ve Resulayn'da ek konutlar inşa etme planlarını açıklamaya devam ediyor.[41] Türkiye her iki harekâtı da üstlenirken, askeri girişimlerinin Suriyelilerin sınır ötesine kaçma ihtiyacını azaltacak ve Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin geri dönmek isteyeceği "güvenli bölgeler" oluşturacağını söyledi. Bugünkü gerçekliğe göre, ilgili tespit doğru olmaktan daha uzak olamazdı. [42]
Türkmen silahlı gruplar, eski Özgür Suriye Ordusu grupları ve diğer İslamcı gruplardan oluşan Suriye Milli Ordusu, , İdlib ilinin büyük bir bölümü üzerinde kontrole sahip Hay'et Tahrir el Şam'dan sonra bölgedeki en büyük ikinci silahlı muhalif grup koalisyonudur. . Suriye Milli Ordusu Lazkiye, İdlib, Hama, Guta, Şam, Deyrezzor ve Suriye'nin diğer kentlerinden gelen çok sayıda silahlı gruptan oluşuyor ancak birleşik bir komuta yapısından yoksun. Türkiye'nin gözetimi altındaki bu gruplar Türkiye işgali altındaki topraklar üzerinde gelişigüzel bir kontrol uyguluyor. Köyler, kasabalar ve hatta mahalleler bile bu gruplar arasında bölünmüş durumda. Çeşitli gruplar sık sık bölükler, taburlar ve tümenler halinde birleşmekte, ancak daha sonra bölünüp, ayrılarak farklı yapılara dönüşmektedir[43]. Tahminler, Suriye Milli Ordusundaki toplam savaşçı sayısının 70.000 ile 90.000 arasında olduğunu göstermektedir.[44] Yine de Suriye Milli Ordusunu oluşturan 35'ten fazla grubun her birinin kendi komutanı, kendi amblemi ve bayrağı bulunmaktadır. Bunları uyumlu bir koalisyona entegre etme girişimlerine rağmen, çoğu hala ayrı birimler olarak faaliyet gösteriyor ve köyler, mahalleler, tarım arazileri, kontrol noktaları ve ticaret yolları üzerinde kontrol sağlamak için birbirleriyle yarışıyorlar. Sonuç olarak, şiddetli iç çatışmalar yaygın şekilde gerçekleşmektedir.[45]
Türkiye, Suriye'nin kuzeyindeki askeri operasyonlarında ve uluslararası askeri girişimlerinde vekil gruplar ve paralı askerler olarak yer almaları karşılığında Suriye Milli Ordusu’nda yer alan gruplara silah, maaş, eğitim ve lojistik destek sağlıyor.[46]
Resmiyette Suriye Milli Ordusu, Suriye muhalefetini temsil eden ve uluslararası alanda tanınan bir yönetim organı olan Suriye Geçici Hükümeti'nin Savunma Bakanlığı'na bağlıdır. Suriye Geçici Hükümeti, içişleri, adalet, savunma, maliye, sağlık ve eğitim bakanlıkları dahil olmak üzere sekiz bakanlıktan oluşuyor.[47] Her bakanlık, Türkiye hükümetindeki karşılığı ile yakın iş birliği içindedir. 2018 yılında Suriye Geçici Hükümeti ve Türkiye makamlarının gözetiminde, Afrin'in işgalinin ardından çeşitli grupların elindeki ciddi insan hakları ihlalleri zirveye ulaştığında, Suriye Geçici Hükümeti, Suriye Milli Ordusu’na bağlı gruplar tarafından işlenen suçları önlemek ve bu suçları soruşturmak amacıyla yeni bir Askeri Polis gücü kurdu.[48] Askeri Polis unsurlarıyla doğrudan teması olan bilgi sahibi bir kaynağın aktarımına göre, bu yapı da doğrudan Türk askeri ve istihbarat makamlarına bağlı.[49]
Askeri Polis gücü çeşitli silahlı grupların eski üyeleri ve komutanlarından oluşuyor. İhlalleri engelleme konusundaki başarısı ise sınırlı.[50] Nitekim bu yapının kendisi de insan hakları ihlallerine karışmış durumda.[51] Yapının sorumlulukları arasında, genellikle çeşitli silahlı gruplarla yakın koordinasyon içinde IŞİD hücrelerini ve Kürt silahlı gruplarını takip etmek de dahil olmak üzere, asayişi korumak yer almaktadır.[52]
Askeri Polis gücü, Suriye Milli Ordusu gruplarının üyelerini ve isyancı olarak algılanan kişileri yargılamak için kullanılan askeri mahkemelerin yürütme organı olarak kabul edilir. Askeri Polis yapısı bir ana merkez, bölgelerdeki şubeler ve Suriye Milli Ordusu kontrolü altındaki çeşitli şehirlerde bulunan alt birimlerden oluşmaktadır.[53] Yapı, El Bab, Afrin ve Resulayn şehirlerindekiler de dâhil olmak üzere hapishaneler ve Türkiye işgali altındaki topraklarda onlarca gözaltı merkezi işletmektedir. Suriye Geçici Hükümeti'nin bu uygulamayı durdurma girişimlerine rağmen, Suriye Milli Ordusu’na bağlı birçok grup kendi kontrolleri altındaki küçük kasaba ve köylerde kendi gayriresmi gözaltı merkezlerini de işletmektedir.[54]
Suriye Geçici Hükümeti ayrıca kendi İçişleri Bakanlığı'na bağlı ve yerel halkın güvenlik ve emniyetini sağlamakla görevli sivil bir polis gücüne de sahiptir. Ancak bu güç, Suriye Milli Ordusu gruplarının Türkiye işgali altındaki topraklardaki cezasızlık ile sonuçlanan faaliyetlerine son verememiştir. Örneğin, Eylül 2021'de Resulayn'daki sivil polis birimi tüm departmanlarının da dahil olduğu bir genel grev ilan ederek Suriye Milli Ordusu unsurları tarafından kendi üyelerine karşı yapılanlar da dahil saldırılar ve ev baskınları gibi "tekrarlanan ihlallere" tepki gösterdi. [55] Kuzey Suriye'deki insan hakları ihlallerini belgeleyen Suriyeli bir sivil toplum kuruluşu olan Hevdesti-Synergy Mağdurlar Derneği'ne göre sivil polis gücünün kendisi de insan hakları ihlallerine karışmış durumda.[56]
İç çatışma, Suç ve Savaş Vurgunculuğu
Suriye Milli Ordusu grupları ve hatta bazen aynı grup içinde yer alan savaşçılar arasındaki çatışmalar genellikle silahlı ve şiddetli oluyor. Bu olayların çoğu kalabalık şehir ve köylerde, grupların terk edilen ya da el konulan evlerde kurduğu karargâh ya da gözaltı merkezlerinde gerçekleşiyor. Siviller sıklıkla şiddetin ortasında kalıyor, gruplar arasında disiplini sağlamakla görevli Askeri Polis mensupları sık sık çatışmalara karışarak taraf tutuyor ve durumu daha da kötüleştiriyor. Carter Center' ait bir rapor, Mart 2020 ile Aralık 2021 arasında Türkiye işgali altındaki topraklarda Suriye Milli Ordusu grupları arasında belgelenen 184 çatışma yaşandığını kaydetti.[57]
Hevdesti-Synergy Mağdurlar Derneği, 2022 yılında sadece Resulayn ve Tel Abyad arasında bulunan hatta, 22 savaşçı ve 2 sivilin öldüğü, 20 kişinin de yaralandığı 33 gruplar arası çatışma vakası kaydetti.[58] Ekim 2022 ortalarında, Halep ilinin El Bab ve Afrin de dahil olmak üzere Türkiye tarafından işgal edilen bölgelerinde, Hay'at Tahrir el-Şam ile Suriye Milli Ordusu'na bağlı gruplar arasında yoğun askeri çatışmalar patlak verdi ve bu durum Türkiye'nin müdahalesini gerektiren istikrarsızlık ve bölge değişimlerine yol açtı.[59]
Farklı gruplar arasındaki birçok çatışma, ekonomik kaynaklar ve kontrol ettikleri alanlarda kâr getiren faaliyetler üzerindeki rekabetten kaynaklanıyor gibi görünüyor.[60] Bu faaliyetler arasında geçiş noktalarını kontrol ederek izinsiz vergi uygulamak, koruma vaadiyle haraç almak, yağma, fidye karşılığı adam kaçırmak, Suriye içinde ve Türkiye sınırı boyunca kaçakçılık rotalarını kontrol etmek, sivil halkın mülklerine, tarım arazilerine ve iş yerlerine el koymak ve bunlardan kazanç elde etmek yer alıyor.[61] Afrin'de yaşayan bir Kürt olan Abu Salem yaygın koruma haracı uygulaması hakkında şunları söyledi: "Manav, berber ya da gişe görevlisi olsun, herkesin Suriye Milli Ordusu gruplarına mensup bir ortağı olması gerekiyor, aksi takdirde diğer gruplardan korunamıyor" dedi.[62]
İnsan Hakları İzleme Örgütü de dâhil olmak üzere insan hakları örgütleri, medya kuruluşları, araştırma enstitüleri ve Birleşmiş Milletler Soruşturma Komisyonu (COI) 2018 yılından bu yana Türkiye işgali altındaki topraklarda ciddi insan hakları ihlalleri yaşandığını belgelemiştir.
Bu tür ihlallerin motivasyonu, hem Türkiye'nin ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğü Kuzey Suriye'nin Türkiye sınırındaki bölgelerinde Kürt etkisini zayıflatmak, hem de Suriye Milli Ordusu'na bağlı çeşitli grupların komutan ve savaşçılarının bölge ve ülke genelinde ekonomik zorlukların yaşandığı bir dönemde aldıkları yetersiz maaşlara eklemek istedikleri kazanç arayışından kaynaklanıyor gibi görünüyor.[63]
Temmuz 2023'te ABD, başta Suriyeli Kürtler olmak üzere sivillere yönelik hukuksuz öldürme, kaçırma, işkence ve özel mülke el koyma gibi ihlaller nedeniyle Suriye Milli Ordusu’nun bir grubu olan Ahrar al Sharqiya'ya ve iki liderine yaptırım uyguladı.[64] Ağustos 2023'te, Afrin'de sivillere karşı işlenen ciddi insan hakları ihlalleri nedeniyle diğer iki Suriye Milli Ordusu grubu, Hamzat tümeni ve Süleyman Şah tugayı ile komutanlarına yaptırım uyguladı.[65] 2021 yılında ABD, BM ve insan hakları örgütlerinin çocukları silahlı kuvvetlerine aldığını bildirdiği Suriye Milli Ordusu gruplarına verdiği destek nedeniyle Türkiye'yi de çocuk asker kullanımına karışmış ülkeler listesine eklemiştir.[66] ABD, Türkiye'yi bir yıllık aradan sonra 2023 yılında tekrar listeye ekledi.[67] ABD, silahlı güçlerinde çocukları kullandığı ya da çocukları silah altına alan milisleri desteklediği için listeye alınan hükümetlerden belirli askeri yardım türlerini kesmektedir. Ancak ABD hükümeti, ulusal güvenliği gerekçe göstererek Türkiye'ye yönelik askeri yardım kısıtlamalarından kısmen feragat etti.[68]
Suriye hükümeti, Suriye Demokratik Güçleri ve çatışmanın diğer tarafları da kendi kontrolleri altındaki bölgelerde, özellikle alıkoyma, zorla yerinden etme, barınma, arazi ve mülkiyet hakları ile demografik manipülasyonla ilgili olanlar olmak üzere benzer uygulamalarda bulunmuşlardır.[69] İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün bu rapor için görüştüğü kişilerden yedisi, şehir ve kasabalarını kontrol ettikleri süre içerisinde Suriye Demokratik Güçleri veya bileşenleri tarafından hak ihlallerine maruz bırakıldıklarını belirtti.
Türkiye makamları, kontrolleri altındaki bölgelerde yaşanan hak ihlallerine ve suç oranlarına yönelik artan uluslararası eleştirilere cevaben, son birkaç yıl içinde silahlı grup üyelerinin yaygın hak ihlallerini engellemekte büyük ölçüde başarısız olan bir dizi reform girişiminde bulundu. Bu tedbirler arasında savaşçıları nüfusun yoğun olduğu merkezlerden uzak tutmayı amaçlayan sivil bir polis gücü, onların davranışlarını denetlemeyi amaçlayan bir Askeri Polis gücü ve Afrin de dahil olmak üzere mülksüzleştirmeye maruz kalan bireylerin mülklerini geri almalarına yardımcı olmayı amaçlayan yerel şikayet komitelerinin kurulması yer alıyordu. Ancak her iki güç ve özellikle de Askeri Polis hak ihlallerine karıştı, savaşan gruplar yasadışı kazançlarının çoğunun elde edildiği kalabalık merkezlerin dışında faaliyet göstermeye devam ediyor ve şikayet komitelerinin güçlü grup komutanları karşısında ihlalleri caydırma ve ele alma konusunda etkisiz olduğu kanıtlandı.[70]
Askeri polis gücü tarafından işletilen bir hapishaneye doğrudan erişimi olan bilgi sahibi bir kaynak Şubat 2023'te İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne hapis koşullarında bir miktar iyileşme ve çeşitli gruplar tarafından işletilen gayri resmi tutukevleri veya gizli hapishanelerin sayısında bir miktar azalma gördüğünü aktardı. "Bir yıl öncesine kadar [Askeri Polis tarafından yönetilen hapishanedeki] mahpuslar yerde uyurdu, yaşam koşulları korkunçtu" dedi. "Şimdi yatakları var, koğuşlar da biraz genişletildi.” dedi.[71] Ordu grupları tarafından işletilen derme çatma hapishaneler hakkında şunları söyledi: "Artık daha az sayıda var, ama tabii hala var, yargısız infazlar ve zorla kaybetmeler halen buralarda gerçekleşiyor." dedi.[72]
Türkiye, en az bir kez, kendi güçleri ve desteklediği yerel gruplar tarafından insan haklarının ihlal edildiği iddialarını tümüyle yalanlamış olsa da rapor edilen olaylara ilişkin tarafsız, bağımsız ve şeffaf bir soruşturma başlatmamış ve uluslararası, bağımsız insan hakları gözlemcilerinin işgal altındaki bölgelere erişimine izin vermemiştir.[73] Aslında, herhangi bir uluslararası insani yardım kuruluşunun Türkiye işgali altındaki topraklara serbest ve düzenli erişimi nadiren mümkün olmaktadır.
Türkiye'nin Ekim 2019'da bölgeyi işgal etmesinden bu yana Resulayn ve Tel Abyad arasındaki hatta yönelik ilk BM insani yardım misyonu iki yıldan uzun bir süre sonra, Ekim 2022'de gerçekleşti.[74] Bir günlük görev kapsamında tıbbi malzemeler Kamışlı'dan sınırı geçerek Resulayn Milli Hastanesi'ne ulaştırıldı. O tarihten bu yana iki ziyaret daha gerçekleştirildi. Son ziyaret Mayıs 2023'te oldu.[75]
II. Mahpusluk ile ilgili hak ihlalleri
Bu tür uygulamalara göz yummakla kalmayıp zımnen onay veren ya da doğrudan müdahil olan Türk askeri ve istihbarat güçlerinin gözetiminde, Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu'na bağlı birlikler ve bu birliklerin ihlallerini engellemek için kurulan Askeri Polis birimi, 2018'de Afrin'i ve Ekim 2019'da Resulayn'ı ele geçirdiklerinden bu yana çok sayıda kişiyi keyfi olarak gözaltına aldılar, alıkoydular, zorla kaybettiler, işkence ve diğer kötü muamelelere maruz bıraktılar, adil olmayan askeri yargılamalara tabi tuttular ve bu eylemleri dolayısıyla cezalandırılmadılar. [76] Alıkonan Kürt kadınlar tecavüz de dahil olmak üzere cinsel şiddete maruz kaldıklarını bildirmişlerdir. Altı aylık küçük çocuklar anneleriyle birlikte hapsedildi.[77]
İnsan Hakları İzleme Örgütü, BM Soruşturma Komisyonu ve diğer insan hakları örgütleri tarafından belgelenen vakalarda, genellikle Suriye Demokratik Güçleri, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (AANES) veya Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı oldukları şüphesiyle, bu ihlallerin yükünü büyük ölçüde Kürtler çekmiştir. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile yakın bağları olduğu düşünülen Araplar ve SDG yönetimi altındaki diğer kişiler de hedef alınmıştır. On dört eski mahpus ve halen mahpus olanlar ile eski mahpusların yakınları, kendilerini sorguya çekenler tarafından çeşitli Kürt silahlı gruplarıyla bağlantılı oldukları iddiaları konusunda sorgulandıklarını ilettiler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye'nin saldırılarının ardından Afrin ve Resulayn'da tutulmuş eski mahpuslar ve halen mahpus olanların yakınlarından oluşan 40 kişiyle görüştü. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün belgelediği tüm alıkonma vakaları Ocak 2018 ile Ağustos 2023 tarihleri arasında gerçekleşti. Bu metin kaleme alındığı sırada iki kişi halen mahpus, bir kişi ise kayıptı. Geçmişte mahpus olan dört kişi, Suriye Milli Ordusu grupları veya Askeri Polis mensuplarının kendileriyle birlikte bir veya birden fazla aile üyelerinin de alıkoyulduğunu söyledi.
Belgelenen ihlallerin çoğu Suriye Milli Ordusu grupları ve Askeri Polis birlikleri tarafından gerçekleştirilmiş ve bu birliklerin gözaltı merkezlerinde meydana gelmiş olsa da, eski mahpuslar Türk askeri ve istihbarat yetkililerinin bazen gözaltı ve sorgulanmalar sırasında hazır bulunduklarını, bazı durumlarda maruz kaldıkları işkence ve kötü muameleye doğrudan dahil olduklarını bildirmişlerdir. Bazıları, Türk askeri veya istihbarat yetkililerinin düzenli olarak tutuldukları gözaltı merkezlerini ziyaret ettiklerini gördüklerini, ancak onlarla kişisel bir etkileşimleri olmadığını söyledi. Suriye Milli Ordusunun iç işleyişi hakkında doğrudan bilgi sahibi olan iki kaynak, grupların ve Askeri Polis'in doğrudan Türkiye'nin istihbarat kurumlarına hesap verdiğini doğruladı. Bu kaynaklardan biri, "Onların bilgisi olmadan hiçbir şey olmaz" dedi.[78]
Eski bir mahpus, Resulayn'daki Askeri Polis departmanında 45 gün gözaltında tutulduğu süre zarfında bir Türk askeri yetkilinin gözaltı merkezine birkaç kez uğradığını söyledi. "Koşullarımız hakkında sorular sorardı" dedi. Bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sorardı. Her seferinde aynı kişi geldi ve yanında daima bir tercümanı vardı.”[79]
Görüşülen kişilerin ağır hak ihlallerinde bulunmakla suçladıkları gruplar arasında al-Hamzat Tümeni, al-Waqqas Tugayı, Sultan Süleyman Şah Tümeni, Sultan Murad Tümeni ve Ahrar al-Sharqiya grubunun yanı sıra Afrin ve Resulayn'daki Askeri Polis birimleri de yer alıyor. BM Soruşturma Komisyonu'nun (COI) Suriye'ye ilişkin ardı ardına yayınladığı insan hakları raporlarında Faylaq al-Sham ve Ahrar al-Sham grupları tarafından gerçekleştirilen ihlaller tespit edilmiştir. [80] BM Soruşturma Komisyonu, özellikle Şubat 2022 tarihli raporunda, belgeledikleri iddiaların birçoğunun al-Hamzat ve Sultan Murad gruplarına yönelik suçlamalar içerdiğini tespit etmiştir.[81]
Askeri polisle yakın ilişkileri olan bir kaynak İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, sadece Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki bir bölgede yaşamış olmanın bile suç ortağı veya muhbir olmakla suçlanmaya yol açabileceğini iletti. [82] Bölgenin mevcut ve eski sakinleri, Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki alanlara göç ettirilen aile üyeleriyle iletişim kurmanın da alıkonma nedeni olabileceğini ilettiler. Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki Haseke kentinde yerinden edilenlerin kaldığı bir kampta yaşayan bir kadın, "[Suriye Demokratik Güçleri ve Suriye Milli Ordusu kontrolündeki bölgeler arasındaki] sınırın her iki tarafında insanlar diğer taraftaki aileleriyle iletişim kurmaktan korkuyor. Oradaki akrabalarımla iletişim kurarsam, bizi [Suriye Milli Ordusu] grupları için casusluk yapmakla suçlayacaklarından korkuyorum” dedi.[83]
Suriye Milli Ordusu grupları ve Askeri Polis, tek amacı zengin olduklarını düşündükleri insanlardan para koparmak olan kaçırma ve alıkoyma eylemlerinde de bulundular. Bilgi sahibi kaynak, ”Bu şekilde çalışıyorlar. Alıkoyduğumuz bu adamın yurtdışında bir kimsesi ya da mal varlığı var mı diye soruyorlar? Onlar için bu bir meslek gibi, para kazanmanın başka bir yolu.”[84]
Belgelenen vakaların çoğunda, silahlı gruplar ve Askeri Polis, alıkoydukları kişileri Kürt silahlı grupların emriyle ciddi suçlar işlemekle suçlamış olmalarına rağmen, para karşılığında onları serbest bırakmışlardır. Belgelenen 23 vakada, kişiler kendilerinin veya alıkonan yakınlarının serbest bırakılmasını sağlamak için çeşitli silahlı gruplara ve Askeri Polis mensuplarına 100 ila 30.000 ABD Doları arasında ödeme yaptıklarını söyledi. 2021'in sonlarında, bir grup, Askeri Polis ile koordinasyon halinde, Afrin'de tutulan Kürt bir adamı ve annesini, ancak yurtdışındaki bir akrabalarının 70.000 ABD dolarına eşdeğer bir ödeme yapmasının ardından serbest bıraktı. "Alıkonduktan on bir ay sonra, ödeme yaparsam beni serbest bırakacaklarını söylediler. Bana dediler ki, ailenin Afrin çevresinde çok sayıda mülkü, daireleri, binaları, tarım arazileri var, bunu karşılayabilirsin."[85]
Yerinden edilmiş Kürt bir görüşmeci, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, işgalden sonra Afrin'den ayrılmayı reddeden 70 yaşındaki babasının Haziran 2018 ile Ocak 2020 arasında dört ayrı olayda "al-Amshat" olarak da bilinen Sultan Süleyman Şah Tümeni mensupları tarafından alıkonduğunu, 14 ila 22 gün tutulduğunu ve serbest bırakılması karşılığında her seferinde 2.000 ila 3.500 ABD Doları ödediğini anlattı.[86] Bir kadın, Nisan 2023'te araştırmacılara, erkek kardeşi ve iki arkadaşının Afrin'in Rajo bölgesindeki kontrol noktalarından birinde görevli bir grup tarafından alıkonduğunu, bölgedeki Askeri Polis birimine sevk edildiklerini ve ancak ertesi gün 250'şer ABD doları ödedikten sonra serbest bırakıldıklarını anlattı. "Bu, köyden insanları götürdükleri ilk olay değil, ancak ödeme yaptıktan sonra serbest bırakıyorlar," dedi.[87] Mayıs 2023'te Afrin'in köylerinden birinde yaşayan bir kişi İnsan Hakları İzleme Örgütü araştırmacılarına, köyün Askeri Polis biriminin altı Kürt erkeği ve bir Kürt kadını göz altına aldığını, ancak ertesi gün her birinin yaklaşık 200 ABD dolarına denk bir ödeme yaptıktan sonra serbest bırakıldığını iletti.[88]
Resulayn ve Tel Abyad arasındaki sınırın Suriye Milli Ordusu kontrolündeki bölümünde, Suriye Demokratik Güçleri bölgelerinden Türkiye'ye insan kaçakçılığı büyük ölçüde çeşitli Suriye Milli Ordusu gruplarının müdahil olmasıyla gerçekleşiyor.[89] Araştırmacılar, kaçakçılara para vererek Türkiye'ye düzensiz geçiş yapmaya çalışanlara katılanlar arasından Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki bölgelerde yaşayan Kürtlerin, yolculuğu kolaylaştıran gruplar tarafından seçildikleri ve Kürt silahlı gruplarına mensup oldukları suçlamasıyla alıkondukları olayları belgeledi. Bu olaylarda da ödeme serbest bırakılmaya yol açtı.
Bu tür ihlal hikayelerinin kamuoyuna yansıdığı ve medyanın ilgisini çektiği durumlar haricinde, işgal altındaki topraklar üzerinde kontrol sahibi olan Türk istihbarat kurumları, grupların yağma eylemlerini görmezden geliyor.
Keyfi ve İletişimden Yoksun Şekilde Alıkonma
Eski mahpusların tümü Suriye Milli Ordusu güçlerinin onları ya çeşitli gruplara ait derme çatma gözaltı merkezlerinde ya da Afrin ve Resulayn'daki Askeri Polis'e ait gözaltı merkezlerinde (çoğu durumda her ikisinde de) üç haftadan iki yıla kadar değişen sürelerde iletişimden yoksun şekilde, kendilerine herhangi bir suçlama yöneltilmeksizin alıkonduklarını bildirdi.
Afrin'in Rajo bölgesindeki Askeri Polis biriminde bir yıldan fazla bir süre keyfi olarak tutulan 60 yaşında Kürt bir kadın olan Alin, "Ziyaretçilere izin verilmedi. Sonradan öğrendim ki kardeşim gelerek beni birçok kez görmeye çalışmış ama ona her seferinde orada olmadığımı söylemişler. Ona beni unutmasını söylemişler.”[90]
Görüşülen kişiler, alıkonanlardan ancak zorla itiraf aldıktan sonra onların Afrin, El Bab, Azez ve Tel Abyad'da yine Askeri Polis tarafından işletilen merkezi cezaevlerine nakledildiklerini ve bazı durumlarda askeri mahkemelere çıkarıldıklarını ilettiler. Ancak merkezi cezaevlerine nakillerinden sonra aileleriyle iletişim kurmalarına izin verildi. 20 yaşında Kürt bir öğrenci olan Judi, "24 gün boyunca kimse ölü mü diri mi olduğumuzu bilmiyordu" dedi. Judi, Temmuz 2022'de 18 kişinin bulunduğu bir grupla Suriye Milli Ordusu'nun kontrolündeki bölgeden Türkiye'ye düzensiz geçiş yapmaya çalışırken al-Hamzat Tümeni üyeleri tarafından kuzeni, Kürt bir adam, Suriyeli kaçak bir asker ile birlikte seçildi ve alıkondu. Judi, "Bizimle birliktekilerden 100'er dolar aldılar ve geçmelerine izin verdiler," dedi.[91]
Türkiye yetkililerinin üç erkek kardeşini PKK üyesi oldukları şüphesiyle alıkoymalarının ardından Ağustos 2022'de Türkiye'den kaçarak memleketi Resulayn'a dönen genç bir adam, bir ay sonra Askeri Polis mensuplarının kendisini aramak için evini bastığını, kendisini bulamadıklarında da mahpusluğunu soran küçük kardeşini ve daha sonra babasını alıkoyduklarını aktardı. Onların ancak yedi ay sonra serbest bırakıldıklarını ve annesinin onları sadece bir kez ziyaret etmesine izin verildiğini söyledi. "Daha küçük olan kardeşim için hâlâ korkuyorum, keşke serbest kalsaydı" dedi.[92]
Özellikle işgali takip eden aylarda Afrin'de alıkonan Kürtler yıllarca iletişim imkanından yoksun şekilde tutulduklarını ilettiler. Toplamda neredeyse iki buçuk yıl tutulan 26 yaşındaki bir kadın, "Ailem nerede olduğumu serbest bırakılmadan ancak iki ya da üç ay önce öğrendi" dedi.[93] "Kardeşlerimi gördüğümde onları tanıyamadım, ben gözaltına alındığımda onlar ergenlik çağındaydı" diyen bir başka mahpus, neredeyse 3 yıllık hapsin ancak ikinci yılında ailesini arayabilmiş. Ailesinin kendisini hapishanede ziyaret etmesine de hapse girmesinden ancak yaklaşık iki buçuk yıl sonra izin verilmiş.[94]
İşkence ve Kötü Muamele
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü 16 eski mahpus, Afrin ve Resulayn'da hem Askeri Polis'in hem de Suriye Milli Ordusu'nun çeşitli gruplarının gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamelelerine tanık olduklarını veya bunlara maruz kaldıklarını bildirdiler.
Anlattıkları işkence türleri arasında, genellikle kablolar, elektrik telleri ve metal borular kullanılarak ağır ve uzun süreli dayak, diş ve tırnak çekme, tavana veya lastiklere iple bağlanma ve üzerinde sigara söndürme yer alıyordu. Sorgular sırasında eski mahpuslar sıklıkla gözlerinin bağlandığını ve ellerinin kelepçelendiğini bildirmişlerdir.
Hasekeli 30 yaşında Kürt bir adam, Ağustos 2022'de kaçakçıların yardımıyla 15 kişilik Suriyeli bir grupla Türkiye'ye geçmeye çalışırken askeri üniforma giymiş kişiler tarafından durdurulduğunu aktardı. Aktarımına göre, gayri resmi bir binaya götürüldüler, saatlerce bir odada tutuldular, onu tutanlar daha sonra kendisinin ve diğer iki kişinin Kürt olduğunu tespit ederek onları gruptan ayırdı. Bu kişi, daha sonra Resulayn'daki Askeri Polis birimine götürüldüklerini, burada 45 gün kaldıklarını ve Askeri Polis biriminde Kürt silahlı gruplarla bağlantılı olduğu iddiasıyla işkence yöntemleri kullanılarak defalarca sorgulandığını iletti.
Sorgu boyunca her zaman gözlerim bağlı ve kelepçeliydim. Oranın şefi olan Abu Saddam bizi elleriyle dövdü, itiraf etmeye zorlamak için yüzümüze, karnımıza, vücudumuza vurdu. Orada bulunduğum süre içinde dört kez tavana asıldım. Beş veya altı kez son derece rahatsız edici pozisyonlarda bir lastiğin içine yerleştirildim. Yemin ederim asker değilim dedim ama beni itirafa zorlamaya devam ettiler. Sonunda tamam dedim, ne isterseniz yazın, başka ne yapacaktım? Dövülmeye devam mı edecektim?[95]
Yetkililer nihayetinde onu 15 günlüğüne polise ait sivil bir gözaltı merkezine nakletti. Daha sonra Tel Abyad'da bir askeri mahkeme tarafından beraatine karar verilmesinden önce iki ay daha geçirdiği Resulayn'daki merkezi hapishaneye nakledildi.
Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki bir sınır kasabasında yaşayan 34 yaşında bir Kürt olan Alaa, Suriye dışında daha güvenli bir yaşam arayışıyla Temmuz 2022'de Türkiye'ye düzensiz geçiş yapmaya çalışırken bir bacağını kaybetti. Suriye ile Türkiye'yi ayıran üç metre yüksekliğindeki sınır duvarını aşmaya çalışırken ayak bileğini kıran ve Türkiye sınır muhafızları tarafından alıkonan Alaa, Türkiye'de sınır muhafızları tarafından dövüldü, tokatlandı, kafasına basıldı, uzun saatler boyunca kırık bacağının üzerinde durmaya ve yürümeye zorlandı. Suriye'ye geri gönderildikten sonra, Türk istihbarat yetkilileri ve Resulayn'daki Suriye Milli Ordusu'nun Askeri Polis birimi üyeleri tarafından devam eden işkenceye maruz kaldı.
Askeri polis gözümü bağladı ve beni kelepçeledi. Beni [sorguya çeken Türk] acımasızca dövdü ve bana sorular sordu. Bana Arap mı Kürt mü olduğumu sordu, Suriyeli olduğumu söyledim. Bana Türkiye'nin bacağımı keseceğini söyledi. Hazır bir tercüman vardı. Sürekli kırık bacağıma vurdu. Hala gözlerim bağlıydı ve beni yaklaşık bir buçuk saat boyunca dövmeye devam etti. Ben Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi çalışanıydım, öğretmendim, ona kardeşlerim arasında tek erkek olduğumu, bu nedenle askerliğin benim için zorunlu olmadığını söyledim. Ama durmadı. Bakır bir kabloyla beni dövdü, yüzüme ve kafama vurdu.[96]
Alaa, serbest bırakılmasına karar verilmesinden önce Resulayn askeri mahkemesinde sınırdan yasadışı geçiş suçlamasıyla karşı karşıya kalarak Askeri Polis biriminde sekiz gün geçirdiğini aktardı. Alaa daha sonra, enfekte olan kırık ayak bileği için herhangi bir tıbbi yardım almadan merkezi hapishanede altı gün daha geçirdi. Kaçakçılık rotaları üzerinden Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki kasabasına döndükten sonra, ampütasyon öneren bir doktora göründü. Eski bir sporcu olan Alaa, kararın kendisi için çok acı olduğunu söyledi. "Eskiden futbol oynardım, ağırlık kaldırırdım. Şimdi ben bir amputeyim" dedi.[97] Tıbbi yardımın reddedilmesi ve Alaa'nın durumunda engelliliğe yol açacak şekilde kasten yaralanmaya neden olunması, uluslararası hukuk kapsamında suç teşkil edebilir.
Merkezi bir cezaevine nakledilmeden önce 2018-2020 yılları arasında dört farklı hapishanede iki yıldan uzun bir süre keyfi olarak tutulan 30 yaşındaki Kürt bir kadın, kendisine uygulanan işkencenin büyük bir kısmının Afrin'deki bir cezaevinde gerçekleştiğini iletti. Onu sorgulayanlar arasından Türkçe ve (yerel lehçelerden ziyade) klasik Arapça konuşan birinin kendisine hapishaneyi Türk istihbarat yetkililerinin işlettiğini söylediğini aktardı. "Çoğu kez yüzümü tokatladılar. Sırtıma vurarak dövdüler, boğdular. Yerde yatarken karnımı tekmelediler. Saçımdan çekip yerde sürüklediler. Dayağın nereden geldiğini çoğu zaman bilmiyordum. Birkaç kez bilincimi kaybettim. Bana bir kez elektrik verdiler. Başka bir kez, beni direklerden sallandırdılar" dedi.[98]
48 yaşındaki bir adam 2018'in başlarında Afrin'de dört ay tutulduğunu ve bu süre zarfında Türk yetkililerin kendisini Suriyeli bir tercüman eşliğinde defalarca sorguladığını aktardı. Adam, “Sorgumu yapan bir Türk, penseyle 11'den fazla dişimi çekti, neredeyse acıdan bayılıyordum. Daha sonra beni uyandırmak için yüzüme su döktü, göğsüme tekme attı ve vücuduma benzin döktü. PKK ile çalıştığımı itiraf etmemi istedi, bu yüzden bacaklarıma bir çakmak tuttu ve yaktı” dedi.[99]
Ağustos 2018'de askeri polis personelinin, gözaltındaki kocasının kendisini görmek istediğini söyleyerek Afrin kentindeki bir gözaltı merkezine götürdüğü 26 yaşındaki bir başka kadın, daha sonra en az dört cezaevi ve gözaltı merkezinde iki buçuk yıldan fazla bir süre keyfi olarak alıkonuldu. Direklere asıldığını, kablolarla dövüldüğünü ve üzerinde sigara söndürüldüğünü anlattı. "Bana yemek verdikleri zamanlar hariç bir hafta boyunca ellerim ve ayaklarım kelepçeliydi. Bir keresinde yediğim dayak nedeniyle kan kustum. Yüzüm yara bere içinde kalmıştı.”[100]
Bir vakada, Afrin'de Kürt bir adam, serbest bırakılmasına yönelik Türk yetkililerin emirleri ihlal edilerek, Suriye Milli Ordusuna bağlı bir grup tarafından uzun süreli keyfi alıkonma ve ağır işkenceye maruz kalmıştır. Türkiye'nin 2018'deki işgalinden önce, muhalif Kürt grupları açıkça desteklediği için Suriye Demokratik Güçleri tarafından tutuklanmaktan korkarak Halep'e gitmek üzere Afrin'den ayrıldığını söyleyen Farouq, 2020'de ailesinin işgalin ardından Suriye Milli Ordusuna bağlı gruplara kaptırdıkları evlerini ve topraklarını geri almalarına yardımcı olmak için geri döndü. Ailesine ait zeytinliğin kontrolünü elinde bulunduran Suriye Milli Ordusu, zeytinliğin iadesine yönelik taleplerine onu Suriye Demokratik Güçleri ile bağlantılı olmakla suçlayarak karşılık verdi. "Onlardan mülklerimizi geri isteyene kadar hedefe alınmamıştım. Döndükten günler sonra Suriye Milli Ordusuna bağlı bir grubun üyelerinin kendisini alıkoyduğunu ve sonraki bir yıldan fazla süre Askeri Polis’e, silahlı gruba ve sivil polise ait çeşitli gözaltı merkezlerinde tutulduğunu aktardı. Farouq, alıkonulmasının hemen ardından kendisini Türk yetkililerin sorguladığını ve serbest bırakılmasını emrettiklerini, ancak mülklerini elinde bulunduran Suriye Milli Ordusu grubunun bu emre karşı çıktığını söyledi..
Farouq, grup üyeleri ve askeri polis tarafından maruz bırakıldığı işkenceyi anlattı:
İtirafta bulunmam için yüzüme ıslak bez sarıp su dökerek boğdular, elektrik verdiler, kablolarla dövdüler, tüm tırnaklarımı söküp iğne batırdılar, hala hayatta olduğuma şaşırıyorum. Kışın beni çırılçıplak soyarlardı, üzerime buz gibi soğuk su dökerlerdi, sonra kablolarla döverlerdi." dedi.[101]
Resulayn'da al-Hamzat tümenine ait olduğunu söylediği iki derme çatma gözaltı yerinde, 20 yaşındaki Kürt bir erkek, silahlı grup üyelerinin kendisi ve diğer dört kişiye uyguladığı işkence ve kötü muameleyi anlattı:
Bir elektrik kablosu getirdiler, adam kabloyu beş kez sardı ve sonra onunla bizi dövmeye başladı. Yüzümüze, başımıza ya da vücudumuza olması fark etmiyordu. [Sorgular sırasında] beni diz çöktürdüler ve gözlerimi bir pantolonla bağladılar, başımı o kadar sıkı bağladılar ki gözlerim yerinden fırlayacakmış gibi hissettim.[102]
Fiziksel işkence ve kötü muamelenin ötesinde, birçok mağdur, psikolojik işkence olarak ise uzun süre hücre hapsinde tutulma, kötü muamele, işkence ve ölümle tehdit edilme ve çoğu zaman kendi akrabaları olan diğer mahpuslara yapılan işkenceleri izlemeye zorlanmaya da maruz kaldıklarını anlatmışlardır.
On beş eski mahpus, sorgu yapanların işkence yaptığına tanık olduklarını ya da başkalarına işkence yapıldığını duyduklarını ilettiler. Görüşülenlerden dört kişi, hem Türk hem de Suriyeliler tarafından yürütülen sorgular esnasında aile veya topluluk üyelerine işkence ederlerken izlemeye zorlandıklarını veya kendilerine işkence edilirken onlara izletildiğini aktardı.
"Başkalarının dövüldüğünü duymak, bana işkence edilmesinden daha çok acı veriyordu" diyen bir kadın, sorgu yapanların kendi babası da dahil olmak üzere başka mahpusları getirip, onlara gözleri önünde işkence yaptıklarını anlattı. Ayrıca diğer mahpuslara yapılan işkencelere tanık olmaya zorlandığını açıkladı. “Bir keresinde beni sorgu odasına getirdiler ve her yer kan içindeydi. Benden önce işkence ettikleri adamı getirdiler, sırtını yardılar ve yaralarına tuz ve limon döktüler.”[103]
Annesiyle birlikte hapsedilen bir adam, “En kötüsü, işkenceme tanık olması için annemi getirmeleriydi.[104] Bir keresinde sesinin yaklaştığını duydum, gözlerim bağlıydı, ellerim kelepçeliydi ve yüzümden kan damlıyordu, çok acı çekiyordum ama beni o şekilde görmesinden önce aceleyle kanları silmeye çalışıyordum." dedi.
Bir kadın, yurtdışında yaşayan oğlunun kendisine, Suriye Milli Ordusu üyelerinin mahpus kardeşine her işkence yaptıklarında kendisini görüntülü olarak aradıklarını söylediğini aktardı. "Kardeşine işkence etmeyi bırakmalarını istiyorsa onlara para göndermesini isteyerek şantaj yapıyorlardı."[105]
Hapiste Ölümler
Alıkonan altı kişi İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne mahpus kadın ve erkeklerin öldüğünü bildiklerini veya buna tanık olduklarını söylediler. 2018 yılından itibaren iki yıl boyunca hakkında bir suç iddiası olmaksızın tutulduğunu söyleyen 26 yaşındaki bir kadın, "Bir cesedi günlerce hücrede tuttular. Kokmaya başladı.”[106]
Yurtdışındaki bir akrabasının İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne aktardığına göre, Türk yetkililerin karıştığı kayda değer bir vakada, 2018'deki Türk işgalinin ardından Afrin'de kalan tanınmış Kürt avukat Luqman Hannan'ın ailesi 22 Aralık 2022'de Afrin'deki askeri hastaneden bir telefon aldı. Telefonda aileye, Hannan'ın sivil polisin yanı sıra Türk askeri ve istihbarat yetkilileri tarafından tutuklanmasından sadece beş gün sonra hayatını kaybettiği bildirildi. Hannan evinin yakınlarında, 9 yaşındaki kızının gözleri önünde tutuklanmıştı. Akrabası, “Yakınlarım hastaneye naaşı almaya gittiğinde yüzünde, bacaklarında, karnında ve sırtında işkence izleri buldular" dedi.[107]
Mart 2023 tarihli raporunda BM Suriye Araştırma Komisyonu, Suriye Milli Ordusu gruplarının sivilleri keyfi olarak alıkoymaya devam ettiğini ve bazı durumlarda ölümlerine yol açacak şekilde işkenceye maruz bıraktığını belirtti. Raporda ayrıca, Komisyon’un "sorgular sırasında Türk yetkililerin varlığını, bu yetkililerin bazılarının tutuklulara işkence veya kötü muamele uyguladıklarını" belgelemeye devam ettiği belirtildi.
Tecavüz ve Cinsel Şiddet
Dört kadın İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne kendilerinin ve alıkonan diğer kadınların hem Suriye Milli Ordusu birliklerinin alıkoyma yerlerinde hem de Afrin kentindeki Askeri Polis biriminde cinsel şiddete maruz kaldıklarını anlattılar. İki kadın, kendileri buna maruz kalmadıkları halde, ya başkalarının başına geldiğine tanık olduklarını ya da diğer mahpuslardan bunu öğrendiklerini aktardı. Bir adam, gardiyanların onu iki Kürt kadına tecavüz edilmesine tanık olmaya zorladıklarını söyledi. Belgelenen tüm vakalar Ocak 2018 ile Temmuz 2022 tarihleri arasında Afrin'de Kürtlere karşı işlenmiştir.
Kadınlar, sorgu yapanların kendilerine cinsel içerikli sorular sorduğunu ve uygunsuz şekilde dokunduklarını, tuvalete gittiklerinde ya da duş aldıklarında gardiyanlarının onları nasıl izlediğini anlattılar. Kocası kayıp olan ve Askeri Polis biriminin kendisiyle birlikte annesini de tutukladığı bir kadın, altı aylık kızına bakacak kimsenin olmadığını, bu nedenle annesinin 11 aylık tutulmaları süresince kendileriyle kalmasına izin vermeleri için yalvardığını aktardı. "Onlar [gardiyanlar] beni soyar ve fotoğraflarımı çekerlerdi. İçlerinden biri sürekli kızımı onun önünde emzirmemi isterdi, soruşturma sırasında onu benden almakla tehdit ederlerdi" dedi.[108]
İki kadın, Türkçe ve resmi Arapça konuşan ve içlerinden birine kendisini Türkiye'nin askeri istihbarat teşkilatında görevli bir subay olarak tanıtan bir adamın kendilerine hem fiziksel hem de sözlü olarak birçok kez cinsel tacizde bulunduğunu, her iki kadına da kendisiyle evlenmeyi kabul etmeleri halinde onları serbest bırakacağına dair ayrı ayrı söz verdiğini aktardılar. Her iki kadın hapiste tutuldukları süre boyunca diğer gardiyanlardan da evlenme teklifleri aldılar.
Bir kadın, askeri polis birimi ve Türk askeri istihbaratı tarafından işletilen bir cezaevi müdürünün kendisine defalarca tecavüz ettiğini anlattı.
Bir gece saat 2'de, o sırada hapishaneyi yöneten [Suriyeli] adam gözlerimi bağladı, ellerimi kelepçeledi ve beni başka bir odaya götürdü. Nerede olduğumu bilmiyordum, gözlerim bağlı olmadığında bile hapishane çok karanlıktı. Göğüslerime, vücudumun diğer kısımlarına dokundu, karşı koyacak gücüm yoktu. Vücudumun alt kısmını açtı ve bana tecavüz etti. Ondan sonra geceleri haftada iki veya üç kez gelmeye başladı. Bir keresinde bana tecavüz ederken beni kayda almıştı. Asla yüksek sesle ağlamadım çünkü babamın yakınlardaki bir hücrede ağladığımı duymasını istemedim.[109]
Kadın, hapishanedeki diğer erkeklerin de kendisine tecavüz ettiğini, hapishane müdürünün bir keresinde 19 yaşındaki başka bir kadına kendisinin önünde tecavüz ettiğini iletti. Eski mahpus olan bir başka kadın da tutulduğu süre boyunca tanımadığı bir gardiyan tarafından tecavüze uğradığını söyledi. “O kadar utanç ve iğrenme hissettim ki bir keresinde hapishanede kendimi öldürmeye çalıştım" dedi.[110]
2018'de dört ay boyunca alıkonan bir kişi, Türk sorgucuların iki genç Kürt kadını getirdiklerini ve PKK ile çalıştığını itiraf etmemesi halinde onlara önünde tecavüz edeceklerini söylediklerini anlattı. "Ve yaptılar, kadınları tanımıyordum ama Kürt olduklarını biliyordum çünkü Kürtçe yardım çığlıkları atmaya başladılar. Kelepçeliydim, yetkililerden biri beni izlemeye zorlamak için başımı yukarıda tuttu” dedi. Adam onların Türk olduğunu bildiğini çünkü askeri üniformalarındaki Türk bayrağını tanıdığını, kendi aralarında Türkçe konuştuklarını ve yanlarında bir tercüman olduğunu söyledi.[111]
BM Suriye Araştırma Komisyonu, Ocak 2020'den bu yana ve Aralık 2022 gibi yakın bir tarihe kadar, Suriye Milli Ordusu'nun çeşitli unsurları tarafından mahpus Kürt kadınlara yönelik tecavüz ve cinsel şiddeti belgelemiştir. Bu da Suriye Milli Ordusu'na bağlı silahlı grupların cinsel şiddeti bir savaş silahı olarak kullandığını göstermektedir. Komisyon ayrıca Kürt çocuklar, erkekler ile Yezidi kadınlara yönelik cinsel şiddeti de belgelemiştir. Komisyon en az bir vakada, bir Kürt kadına tecavüzün “Türkiye üniforması giyen ve Türkçe konuşan kişiler" tarafından gerçekleştirildiğini belgelemiştir.[112]
Uygunsuz Alıkonma Koşulları
Özellikle Askeri Polis'in gözaltı merkezlerinde ve çeşitli Suriye Milli Ordusu gruplarının derme çatma hapishanelerinde tutulmuş eski mahpuslar korkunç alıkonma koşullarından bahsetmiş, çoğu zaman böceklerin istila ettiği, küçük, tek kişilik hücrelerde ya da uzanacak yer olmayan, doğru düzgün şilte ve battaniyelerin bulunmadığı aşırı kalabalık odalarda aylarca kaldıklarını anlatmışlardır. Eski mahpusların yeraltına inerek ulaşıldığını anlattıkları bazı hapishaneler genellikle tamamen karanlıktı. Bazı eski mahpuslar, zaman zaman alıkoyma merkezine dönüştürülen evlerde tutulduklarını söylediler. Resulayn kentindeki al-Hamzat tümenine ait olduğunu söylediği bir alıkoyma yerini tarif eden bir adam, "Bir evi hücrelere bölmüşlerdi" dedi.[113]
Eski bir mahpus, “Bize köpek muamelesi yapıldı.[114] Karanlık, nemli ve kirliydi. Bir sürü böcek vardı, ağrılı çıbanlar çıkardığımı hatırlıyorum." dedi. Bir başkası, "Bazı kadınlar nihayet serbest bırakıldığımızda, hepimizin saçında bitler vardı. [Derme çatma hapishanelerden birinde geçirdiğim] yedi aylık süre boyunca sadece bir ya da iki kez soğuk suyla duş aldım." dedi[115] İki eski mahpus, tutuldukları tüm süreyi alıkonduklarında giydikleri kıyafetlerle geçirdiklerini, nihayet serbest bırakıldıklarında yalınayak dışarı çıktıklarını söyledi.
Tüm eski mahpuslar aç bırakıldıklarını veya kendilerine bozulan yiyeceklerin verildiğini anlattılar. Bir eski mahpus, "Her gün bir somun ekmek ve birkaç zeytinle besleniyordum, hepsi bu." dedi. Bir başkası, “Bir yılı aşkın bir süre tutulduğum al-Hamzat tümenine ait bir hapishanede daima aç kaldık. Bir keresinde bize bozulmuş gibi görünen bir peynir getirdiler, ben ve tutulan diğer kadınlardan üçü gıda zehirlenmesinden kötü bir şekilde hastalandık" dedi.[116] Üçüncü bir eski mahpus, "Konserve yiyecekleri plastik bir poşete boşaltırlardı, yiyip yemediğimiz ve yiyecekleri nasıl dağıttığımız bize bağlıydı" dedi.[117]
Maruz kaldıkları işkenceye ek olarak, alıkonanlardan hiçbiri herhangi yeterli bir tıbbi bakım gördüğünden bahsetmemiştir. Bir kadın, bir keresinde gardiyanlarından birinin kafasına ağır bir darbe indirdiğini, hapishane müdürünün dahi beyin sarsıntısıyla uyumlu belirtiler gösterdiğini kabul ettiğini iletti. "Beni görmesi için hiç doktor getirmediler, başka mahpuslar getirdiler ve onlara beni uyanık tutmalarını söylediler" dedi.[118] Bir başka kadın, hapishane yetkililerinin sadece birisi ölmek üzereyken bir hemşire getirdiklerini söyledi.[119]
Askeri mahkemelerdeki duruşmaları öncesinde merkezi hapishanelere nakledilen tüm eski mahpuslar, buradaki tutulma koşullarının nispeten daha iyi olduğu konusunda hemfikirlerdi. Merkezi cezaevlerinde aşırı kalabalık, yetersiz gıda ve su temini ve hijyenik olmayan yaşam koşulları hala bir sorun teşkil etse de alıkonanların hiçbiri burada dövüldüklerini veya işkence gördüklerini bildirmediler. Eski mahpusların tümü hapishane yetkililerinin nihayet aileleriyle görüşmelerine izin verdiğini ilettiler. Eski bir mahpus, "Burada bana diğer mahkumlar en azından ölümle karşı karşıya olmadığım konusunda güvence verdiler" dedi.[120]
Sahte Yargılamalar
Şubat 2018'de Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı bir askeri yargı sistemi kurdu. Temel amacı, Suriye Milli Ordusuna bağlı çeşitli grupların üyeleri tarafından işlenen ihlalleri soruşturmak ve aralarında meydana gelen ve genellikle şiddet içeren uyuşmazlıklar hakkında yargılama yapmaktı. Bu girişim, Fırat Kalkanı Operasyonu sırasında Türkiye tarafından işgal edilen bölgelerde askeri mahkemeler ve Askeri Polis gücü kurulmasını içeriyordu. Türkiye daha fazla toprak ele geçirdikçe bu mekanizmanın yetki alanı Afrin, Resulayn ve Tel Abyad'a kadar genişletildi.[121] Bilgi sahibi kaynaklara göre, askeri yargı mekanizmasının tamamı büyük ölçüde eski Suriye Milli Ordusu yetkililerinden oluşuyor ve hakimler Türk istihbarat teşkilatlarıyla koordinasyon içinde atanıyor. Yargı mekanizması, işgalci bir kuvvet olan Türkiye'nin denetiminde faaliyet göstermektedir. Sivil mahkemeler kurulmuş olsa da, Kürt silahlı gruplarına, Suriye hükümetine veya IŞİD'e mensup olmak veya bunlarla bağlantılı olmak suçlamasıyla, Askeri Polis ile koordinasyon halinde çeşitli gruplar tarafından keyfi olarak alıkonan ve tutulan kişiler genellikle askeri mahkemelerde yargılanmaktadır.
Bu askeri mahkemeler bağımsızlık, tarafsızlık ve adil yargılama kriterlerine bağlılıktan yoksundur. Hakimleri askeri komuta ve üstlerin emirlerine tabidir. Alıkonanlar tutuldukları süre boyunca avukat yardımından mahrum bırakılmakta, zorla alınan itiraflar delil olarak, çoğu zaman da tek delil olarak kullanılmaktadır. Aileler, silahlı grup üyelerine veya Askeri Polis mensuplarına rüşvet vererek yakınlarının yargı sistemi dışına çıkarılmalarını ve serbest bırakılmalarını çoğu zaman sağlayabilmektedirler.[122]
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün belgelediği eski mahpuslara ilişkin vakaların 9'unda, mahpusların alıkonmaları ile hakim karşısına çıkarılmaları arasında 3 hafta ila 2 yıllık süreler geçti. Askeri hakim karşısına çıkarılan mahpuslardan hiçbiri alıkondukları süre boyunca avukata erişemedi. Sekiz kişi, işlediklerini reddettikleri suçları itiraf etmeye zorlandıklarını, iki kişi ise kendilerine suç itirafları içeren ifadelerin ezberletildiğini aktardılar. Mahpuslar, ezberletilen itiraflar ile alıkondukları süre boyunca kendilerine adil davranıldığını kamera önünde zorla söylediklerini aktardılar.
"Bir gün, üzerinde çeşitli suçlamalar bulunan bir kağıt getirdiler ve imzalamamı istediler. Benim PKK'lı olduğumu, Kamışlı'da PKK'nın istihbarat birimi için çalıştığımı söylediler ama ben Kamışlı'ya daha hiç gitmedim. Ayrıca bu suçlamaları kamera karşısında itiraf etmemi istediler. Ezberledim ve kamera önünde söyledim. Doğru yapmak için birkaç kez tekrarlamak zorunda kaldım; her hata yaptığımda bana bağırıyor ve işkenceyle tehdit ediyorlardı" dedi.[123]
Dört eski mahpus, nihayet askeri mahkemede hakim karşısına çıktıklarında işkenceye maruz kaldıklarını anlattıklarını, ancak hakimlerin bu konuda hiçbir şey yapmadığını aktardı.
Tutulduğu gözaltı merkezlerinden birinde Suriye Milli Ordusu üyelerinin kendisine tecavüz ettiğini askeri hakime anlattığını söyleyen bir kadın, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, hakimin kendisine böyle şeylerden bahsetmesinin utanç verici olduğunu ve itibarını korumak için bu konuda sessiz kalması gerektiğini söyleyerek karşılık verdiğini anlattı.[124]
Bir başka eski mahpus ise "Yargıca vücudumdaki morlukları gösterdim, bunu yapan adamı hapse attırabileceğini ama bunu yaparsa onların da bana misilleme yapacaklarını" söyledi.[125]
Eski bir mahpus, Tel Abyad'daki askeri mahkeme tarafından ancak ailesinin yaklaşık 5.000 ABD doları rüşvet ödemesinin ardından beraat ettirildiğini söyledi.
Bize bir avukat geldi, eğer serbest kalmak istiyorsak ödeme yapmamız gerektiğini söyledi. Ailem ona 1,500 ABD doları ödemeyi kabul etti. Serbest bırakılacağım gün beni başka bir mahpusla ayrı bir odaya götürdü ve transfer tamamlanır tamamlanmaz, paramı alır almaz serbest bırakılacağımı söyledi.[126]
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün belgelediği vakaların sadece ikisinde mahpuslar işlemekle itham edildikleri ağır suçlar nedeniyle hapis cezasına çarptırıldılar ve her iki vakada da adil bir şekilde yargılanmadılar.
Bir vakada, Arap bir kadın, evlerini yağmalanmaktan veya el konulmaktan korumak için 2019 yılındaki Türk askeri operasyonunun sona ermesinden 15 gün sonra yaşlı annesiyle birlikte Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki Haseke şehrinden Resulayn'a döndü. Yerinden edilen erkek kardeşi İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, Türk askeri istihbarat görevlilerinin Nisan 2020'de Suriye Milli Ordusu’nun Askeri Polis ile koordinasyon içinde onu alıkonduklarını iletti.[127] Resulayn'de kalan ve kendisini ziyaret etmeyi başaran teyzesinin, onun yüzündeki ve vücudundaki işkence izlerini gördüğünü, kız kardeşinin ise kendisine Türk sorgucuların kendisini dövdüğünü ve kötü muamelede bulunduğunu anlattığını iletti.
Kardeşi, yaklaşık 1.000 ABD Doları karşılığında bir avukat tuttuklarını ve bu avukat tarafından kendisinin Türk istihbaratının bir tutsağı olduğunun, bomba yerleştirme ve casusluk suçlarına ilişkin itiraflarının zorla yaptırıldığının ispat edildiğini aktardı. "Kız kardeşim, teyzeme tüm dayaktan sonra her şeyi söyleyebileceğini, hatta kendi annesini öldürdüğünü bile söyleyebileceğini" iletti. Çaresizlik içinde, mali işlemlerin bu tür vakaları çözebileceğini öneren tanıdıklarıyla iletişime geçtiler. Bir aracıya iki milyon Suriye lirası (yaklaşık 1.400 ABD Doları)[128] ödediler, ancak sonuç alamadılar. Avukatı suçlamaların düşürülmesini sağlamış, ancak açıklanmayan diğer suçlamalar nedeniyle yedi yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Kardeşi, "Kız kardeşim asla yanlış bir şey yapmadı. Tek yaptığı evle ilgilenmekti. Avukattan bize kardeşimin ne yaptığını söylemesini istedim. Bir şey mi bombaladı? Birini mi öldürdü? Bilmediğini söyledi. Ona sen avukatsın, nasıl bilmezsin dedim.
Mart 2023 tarihli raporunda BM Soruşturma Komisyonu, Türk işgali altındaki bölgelerde tutulanların avukattan mahrum bırakılmaya ve askeri mahkemelere çıkarılmaya devam edildiğini de belgelemiştir. Bazıları daha sonra beraat etmelerine rağmen, ancak Suriye Milli Ordusu Askeri Polisi üyelerine ödeme yapıldıktan sonra serbest bırakıldılar.[129]
III. Konut, Arazi ve Mülkiyet Haklarının İhlali
Sanki zaten onlarınmış gibi her şeyi aldılar.
—Halil, Irak'ın Kürdistan Bölgesi'nde yaşayan Afrinli Kürt bir doktor.
Benim için en zor şey evimin önünde durup içeri girememekti.
—Resulayn şehrinden yerinden edilmiş bir Yezidi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 20'si Afrin'den hepsi Kürt olan ve 15'i Resulayn'dan 4'ü Kürt, 8'i Arap, ikisi Yezidi ve biri dini bir azınlık grubu üyesiolmak üzere toplam 36 kişiyle görüştü. Bu kişiler kendilerinin veya aile fertlerinin konut, arazi ve mülkiyet haklarının ihlaline ilişkin deneyimlerini anlattılar.
Türkiye'nin 2018'de Afrin'de gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı ile 2019'da Tel Abyad ile Resulayn arasındaki hatta gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı'nı müteakiben yüz binlerce kişi evlerini terk ederken, Suriye Demokratik Güçleri'ne bağlı gruplar yağma, talan, ev, arazi ve işyerlerine el koyma eylemlerine girişti.[130]
Ağustos 2023 itibariyle, Afrin'in işgalinden altı yıldan fazla bir süre sonra, Resulayn ve Tel Abyad'ın işgalinin üzerinden ise neredeyse beş yıl geçmiş olmasına rağmen, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü barınma, arazi ve mülkiyet hakları ihlal edilen bölge sakinleri ve geri dönenlerin büyük çoğunluğu hala uygun bir iade veya tazminat alabilmiş değil. Yağma, talan ve el koyma olayları devam ederken, silahlı gruplara karşı çıkmaya cesaret eden bölge sakinleri ve geri dönenler keyfi gözaltı, alıkonma, işkence ve kötü muamele, kaçırılma ve zorla kaybedilme tehlikeleriyle karşı karşıya kalmaya devam ediyor. Bu gerçeğin farkında olan binlerce mülksüzleştirmeye maruz kalmış aile, evlerine geri dönmek için tehlikeli ve pahalı bir yolculuğu göze almak istemediklerinden Suriye'nin diğer bölgelerinde ve ötesinde yerlerinden edilmiş haldeler. Haseke vilayetinde yaşayan ve ailesinin Afrin'de evleri, işyerleri ve tarım arazileri olan Kürt bir adam "Geri dönmek istiyorum. Ancak bu insanlar hala mülklerimi işgal ediyorsa, geri dönmeyi düşünmem, bir saniyeliğine bile aklımdan geçirmem." dedi.[131]
Türk Kuvvetlerinin Kürt Topraklarının Yeniden Yerleşimine Müdahalesi
Afrin'in işgalinden sonraki ilk günlerde, BM Soruşturma Komisyonu tarafından hazırlanan bir rapora göre, tanıklar Türk askerlerinin zaman zaman silahlı grupların yağmaladığı bölgelerde bulunduklarını ancak bunları önlemek için müdahale etmediklerini veya harekete geçmediklerini ifade etmişlerdir.[132]
Bazı vakalarda, Türkiye sadece ihlalleri göz ardı etmekle kalmadı, aynı zamanda ihlallerin doğrudan faili oldu. Türkiye, 2018'de Doğu Guta'da yerinden edilmiş yüzlerce Sünni Arap ailenin Afrin'de yerinden edilmiş Kürtlerin evlerine yerleştirilmesini organize etti ve bunu daha sonra Suriye'nin başka yerlerinden gelen Arap Suriyeliler de uyguladı. Resulayn'da, Ekim 2019 ile Mayıs 2020 arasında, Dawoudiya köyü, Türk kara kuvvetleri tarafından evlerin yıkılmasına ve başkalarının askeri amaçları için kullanılmasına, köyün tamamının bir Türk askeri üssüne dönüştürülmesine ve insanların evlerine dönmelerinin engellenmesine tanık oldu.[133] Temmuz 2023'te Dawoudiya'nın yerinden edilmiş eski bir sakini, "O zamandan beri köye giriş yasaklandı" dedi.[134] Ağustos 2020'de Hakikat ve Adalet İçin Suriyeliler (Syrians for Truth and Justice) tarafından yapılan bir araştırma, Türk insani yardım kuruluşu İHH'nin Resulayn'daki Kürt ailelere ait el konulmuş iki evi Kuran çalışmaları için enstitülere dönüştürdüğünü ortaya çıkardı.[135] Aynı yılın Haziran ayında, Tel Abyad ve Resulayn arasında işgal altında bulunan hattı idari olarak denetleyen Türkiye'nin Şanlıurfa ilinin valisi de mezuniyet törenine katıldı.[136]
Yağma ve Talan
Görüşülenler kişiler arasından yirmi ikisi İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne 2018 ve 2019'da Türkiye'nin işgallerinin ardından evlerinin, dükkanlarının ve arazilerinin yanı sıra akrabalarının ve komşularının evlerinin de yağmalandığını bildirdi.[137]
Annesi ve kız kardeşinin Afrin'in işgalinden iki ay sonra içi boşaltılmış bir eve döndüğünü, zeytin bahçesinden 20.000 ABD doları değerinde tarım ekipmanı çalındığını söyleyen bir adam, "Annem [evine] döndüğünde uyumak için bir komşudan ödünç yatak almak zorunda kaldı," dedi.[138]
Kaçtıkları Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki Kamışlı'da iş bulamadığı ve ailesini geçindiremediği için Mayıs 2020'de Resulayn'a dönen bir adam, "Döndüğümde ne evim ne de dükkanım bıraktığım gibiydi" dedi. "Dükkan bombardımana maruz kalmış ve tamamen boşaltılmış. Evimin de kapıları kırılmış, her şey çalınmış, dolaplardaki iç çamaşırlarını bile almışlar" dedi.
Resulayn'dakiler ayrıca elektrik kabloları ve elektrik iletim kuleleri de dahil olmak üzere kamu mallarının da yağmalandığını bildirdi. "[Yağmaladıkları] demirleri, elektrik kablolarını, her şeyi sattılar," diyen bir adam Resulayn'daki köylerin bir süre karanlığa gömüldüğünü aktardı.
Mülklere El Koyma ve Yağma
BM Soruşturma Komisyonu'nun Türk güçleri ve Türkiye destekli gruplar tarafından konut, arazi ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini belgeleyen Eylül 2018 tarihli raporuna cevaben Türkiye, "Afrin'in Afrin halkına ait olduğunu" belirtmiş ve ülke içinde yerinden edilmiş halkların ve Afrin kökenli mültecilerin geri dönüşü konusunda kararlı olduğunu iddia etmiştir.[139]
Ancak çeşitli gruplar köyler, kasabalar ve şehirler üzerindeki kontrollerini sağlamlaştırdıkça ve bazı bölgeler mahalle ve sokak düzeyinde aralarında bölündükçe, mülk yağmalamak silahlı gruplar için önemli bir gelir kaynağı oldu.[140] Savaşçıların evlerini karargâh, gizli hapishane ya da aileleri için ev haline getirdiği kişiler evlerini geri alamazken, diğerleri evlerini geri almak için para ödemek ya da evlerinde kalmak için silahlı gruplara kira ödemek zorunda kaldı.[141] Arabalar, jeneratörler, aletler, elektrikli cihazlar ve fabrika ekipmanları gibi taşınır malları çalınanlar, bunları geri alabilmek için savaşçılara binlerce dolara varan önemli miktarlarda ödemeler yapmak zorunda kaldılar. Özellikle hasat mevsiminde, çiftçiler mahsullerinin belli bir yüzdesini "vergi" olarak köylerini kontrol eden gruba vermek zorunda kaldıklarını bildirmişlerdir.[142] Topraklarını ellerinde tutmalarına izin verilmesine rağmen, bazıları bu toprakları işlemek için vergi ödemek zorunda kaldıklarını da bildirmişlerdir. Bir yıl sonra Resulayn ve Tel Abyad arasındaki hatta da aynı olaylar gözlenmiştir.[143]
Ağustos 2023'e gelindiğinde Afrin ve Resulayn'ın Kürt sakinlerinin çok azı orada kalmış durumdadır. Kalanlar da tekrar tekrar alıkonma, fidye için kaçırılma, taciz ve yağma korkusuyla yaşamaktadır.[144] Kalanlar ve Suriye Demokratik Güçleri ile bağlantısı olduğu düşünülen Araplar, Yezidiler, Hristiyanlar ve diğer azınlıklar, mülklerinin kontrolünü genellikle ancak büyük bedeller ödeyerek geri alabilmekte, bunu yapana kadar da akrabalarının ya da komşularının yanında kalmak zorunda kalmaktadırlar. Ayrıca, gruplar özellikle kasaba, köy ve mahallelerin kontrolü için savaşmaya devam ettikçe, mülklerinden tahliye edilmeye devam ettiler. Suriye-Türkiye sınırında Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki Derbasiye'de yaşayan Resulaynlı bir Kürt, "Amcam [evini geri almak için] bir gruba para ödedi, onlar gidince ertesi gün başka bir grup gelip onu evinden kovdu" dedi.[145]
İşgallerden kaçan ve bugün yerinden edilmiş durumda olan görüşmeciler İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne hem geri döndüklerinde ayrımcılık görüp alıkonmaktan ve zulme uğramaktan korktukları için hem de yaygın suç ortamının evlerine, dükkanlarına ve arazilerine yeniden erişmelerini engelleyeceğine inandıkları için geri dönemediklerini aktardılar. 2018'de kaçan bir adam, "Geri dönemem. Kürtlerle ilgili her şeyi bu silahlı gruplar hedef alacaktır. Üzerinde Kürt kelimesi yazılı bir taş olsa, onu bile hedef alırlar.” dedi.[146]
İşgal sonucu yerinden edilenlerin birçoğu, geride kalan veya geri dönen akrabaları veya komşuları aracılığıyla, geride bıraktıkları mülklerin akıbetini öğrendiler. Evler, dükkanlar ve tarım arazileri çıplak bırakıldı, terk edildi, el konuldu, işgal edildi ya da başkalarına kiralandı.
"Evim Sultan Murad Tümeni [üyeleri] tarafından işgal edildi," diyen 52 yaşındaki Salih, 2018'deki işgal sırasında eşi ve iki çocuğuyla birlikte Afrin'den kaçmış ve geride evini, bir dükkanını, deposunu ve zeytin sıkma tesisini bırakmış. Evinin ve dükkanının silahlı grup tarafından başka yerlerden Afrin'e göç ettirilen Suriyelilere kiralandığını, zeytin fabrikasına Ahrar al-Sharqiya grubu tarafından el konulduğunu ve geri almaları için ailesinden 50.000 ABD doları istendiğini söyledi.[147]
İşgal sırasında Haseke iline göç etmek zorunda kalan Kürt bir kadın, "Olayların başlangıcında Resulayn'daki evim askeri bir karakola dönüştürüldü. Daha sonra Deyrezzor'dan bir Suriye Milli Ordusu komutanı ve ailesi burayı aldı ve başka ailelere kiralamaya başladı. Bildiğim kadarıyla, o zamandan beri evde dört ayrı aile yaşadı." dedi.[148]
Görüşülen kişilerden on dokuzu, kendilerinin veya aile üyelerinin mülklerini geri alma çabalarıyla ilgili olarak barınma, arazi ve mülkiyet haklarının ihlal edilmesi yanında alıkonma gibi ihlallere de maruz kaldıklarını söyledi.
Irak'ın Kürdistan bölgesinde yaşayan Afrinli bir Kürt doktor olan Halil, "Kardeşim evine geri döndüğünde orada yaşayan insanlar buldu. Gitmelerini sağlamak için ortalama 500.000 Suriye Lirası (yaklaşık 1.128 ABD Doları) ödemek zorunda kaldı." dedi.[149] Khalil'in kardeşi işgalden sonra Afrin'e döndü ve evini geri almasına rağmen köyünü kontrol eden grubun üyeleri tarafından keyfi alıkonma, yağma ve yıllarca süren tacizlere maruz kaldı.[150] Khalil, “Kardeşim annemle birlikte Afrin'deki köyümüze döndükten bir hafta sonra, gruplar onu 25 gün boyunca alıkoydu. Onu YPG ile bağlantılı olmakla suçlamışlar ve dövmüşler. Serbest bırakılmak için yaklaşık 1,000 ABD Doları ödemek zorunda kalmış." dedi. Takip eden yıllarda maruz kaldığı tehdit ve tacizlerin, yerinden edilerek Suriye'nin diğer bölgelerinde yaşayan aile üyelerine ilişkin olduğu, silahlı kişilerin düzenli olarak kardeşini onlar hakkında sorguladıklarını iletti. Khalil ayrıca başka bir köydeki aile evlerine döndüklerinde, 80 yaşın üzerindeki annelerinin, evin bir Suriye Milli Ordusu mensubunun ailesi tarafından işgal edildiğini gördüğünü aktardı. Khalil'in eşinin aktarımına göre "Evi işgal edenler ona bir oda sana yeter, daha fazla yere ihtiyacın yok" demişler.[151]
Annesi ve kız kardeşi işgalden iki ay sonra Afrin'e dönen Kürt bir adam, şehirdeki evlerini işgal eden Suriye Milli Ordusu mensupları evden ayrılmayı reddettikleri için köydeki evlerine taşınmak zorunda kaldıklarını söyledi. Köydeki evlerini ve zeytinliklerini geri almak için bir gruba 3.000 ABD dolarına eşdeğer bir ödeme yaptıklarını söylediler.[152] Görüşmeci sonraki yıllarda, ailesinin mülklerini geri almalarına yardım etmek için geri döndüğünde aynı silahlı grubun askeri polisle koordineli olarak kendisine ve ailesinin çeşitli üyelerine yönelik keyfi alıkoyma, işkence ve kötü muamele ile yağma eylemlerinde bulunduklarını söyledi. Görüşmecinin annesi, " [Oğlum] ne zaman iş için uzak bir yere gitmek zorunda kalsa, o geri dönene kadar endişeli ve kaygılı oluyorum. Her kapı çaldığında korkuyor, endişeye kapılıyoruz.” dedi.
Zeytinlikleri ve meyve ağaçlarıyla bilinen Afrin'in verimli bölgelerinde ve çiftçiliğin çoğu bölge sakini için ana gelir kaynağı olduğu Resulayn ile Tel Abyad arasındaki geniş buğday ve arpa tarlalarında çiftçiler, silahlı grupların topraklarına el koymalarını ve ürünlerini kendilerininmiş gibi satmalarını izlediler. Topraklarını işlemeye devam edebilmek için pek çok kişi mahsullerinin bir kısmını "vergi" olarak vermek zorunda kaldı.[153]
Yerinden edilmiş bir kadın, "[İşgalden sonraki] ilk yıllarda ailemin [Afrin'deki] topraklarını ziyaret etmelerine bile izin verilmedi.[154] Şimdi orada çiftçilik yapmalarına izin veriliyor. Ama kontrolü elinde tutan silahlı grup üründen vergi alıyor." dedi. Afrin'de ailesi 600 zeytin ağacına sahip olan bir adam, "Ağaçlarımızı almadılar ama Amşat Tugayı'na (daha çok Sultan Süleyman Şah Tugayı olarak biliniyor) her yıl ürün kârımızın yüzde 50'sini vermek zorundayız" dedi.[155]
Çiftçiler, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne köy ve kasabalarını kontrol eden silahlı grupların sadece topraklarına el koymakla kalmadıklarını, en çok üzüldüklerinin ısınma ve diğer amaçlarla kullanılan odunlarını satmak için zeytin ve meyve ağaçlarını kesmeleri olduğunu aktardılar.
"Bu zeytin ağaçları babamın çocukları gibi" diyen Afrinli bir adam, silahlı grupların ailesine ait en az 20 zeytin ağacını nasıl kestiğini anlattı. "Bu ağaçlar 50, 60, bazıları 100 yaşında. Afrin'in öteki tarafında, ağaçları kesiyorlar, tomrukları alıyorlar ve İdlib'de satıyorlar. Kimse karşı çıkmak için tek kelime edemiyor" dedi.
Bir adam mülkünü geri alma arayışında son derece ağır ve kalıcı bir bedel ödedi. Resulayn'ın köylerinden birinde yaşayan ve işgal sırasında tüm ailesi Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki bölgelere kaçan bir Arap olan Mazen, "ev yüzünden" geride kalmaya karar verdiğini anlattı.[156] Kısa bir süre sonra köyünün kontrolünü ele geçiren silahlı gruplardan biri tarafından bir hafta boyunca alıkondu ve kötü muameleye maruz kaldı. Serbest bırakılmasının ardından bir yıl boyunca AANES'te sivil memur olarak çalıştığını söyleyen Mazen, çeşitli grupların kendisini taciz ettiğini ve haraç aldığını, Ahrar al Şarkiye grubunun 150 dönümlük arazisinin 125 dönümüne el koyduğunu ve arpa mahsulleri kendilerine aitmiş gibi sattıklarını söyledi. Hamzat Tümeni'ne bağlı al-Ghab Tugayı'nın, ödeme yapmaması halinde ailesinin AANES'le bağlantılı olduğu gerekçesiyle kendisini alıkoymakla tehdit ettiklerini söyledi. Mazen, “Bir keresinde 400.000 Suriye Lirası, yaklaşık 1.000 dolar ödedim” dedi. [157]
Ekim 2020'nin sonlarında, Ahrar al-Sharqiya grubunun bir üyesinin üç gün içinde kendisine yüklü miktarda ödeme yapmaması halinde kendisini öldürmekle tehdit etmesinin ardından, sivil polis, askeri polis ve başka bir grubun üyelerinin evine baskın düzenlediğini, iki küçük çocuğunun önünde kendisini kelepçeleyerek alıkoyduklarını ve köy merkezine götürdüklerini söyledi. Onlar başka bir kişiyi gözaltına almakla meşgulken Mazen kaçmaya çalıştı.
"Yere, ayaklarımın yanlarına kurşun sıkmaya başladılar. Ellerim arkadan kelepçeliyken onlardan kaçmaya başladım, sendeliyordum, bana ateş etmeye devam ettiler" dedi. Yüzünden vurulan Mazen, tedavi için Türkiye'ye götürüldü ve burada bir aydan fazla kaldı. Hastanedeyken Türk istihbarat görevlilerinin kendisini Suriye Demokratik Güçleri ile olan bağları konusunda sorguladıklarını söyledi. Resulayn'a döndüğünde yine kendisine ve sülalesine ait çeşitli mülkleri geri almaya çalışsa da başarılı olamadı. Misillemeden korkan Mazen, araştırmacılara Suriye Milli Ordusuna karşı yaralanmalarından dolayı şikayette bulunmamayı tercih ettiğini söyledi. Nihayetinde bir yıl sonra niçin ayrılmayı seçtiğini açıkladı:
Orada her gün şantaj, taciz, tehdit vardı. Daha fazla dayanamadım, onlara para ödemeye devam edemedim. Arazilerimizi, evlerimizi aldılar. 21 Ekim 2021'de köyü terk ettim, her şeyi geride bıraktım.
Etkisiz İade Çabaları
Mülk sahiplerinin geri dönüp mülklerini geri alma sürecini başlatmalarını engellediğini söylediği en büyük engeller arasında bu bölgelerde devam eden güvensizlik, korku ve kaos ortamı yer alıyor. Mülk sahiplerinin haklarını ararken karşılaşabilecekleri taciz, korkutma, tehdit ve gasp; özellikle de pek çok kişinin çatışma sırasında resmi belgelerini kaybettiği veya geri alamadığı düşünüldüğünde, mülkiyeti kanıtlamak için belge ve kanıt sunma zorunluluğu ve mülk iadesi için kapsamlı ve şeffaf bir yasal çerçevenin bulunmaması mevcut zorluklar arasında. Genel olarak, güvenlik endişeleri, hiziplere ayrılmış kontrol, belgelendirme gereklilikleri, gözdağı, mali yükler ve yasal belirsizlik bir araya geldiğinde, Suriye'nin Türk işgali altındaki bölgelerinde mülklerini geri almak isteyen bireyler için önemli engeller söz konusu olmaktadır.
Sivillerin kötüye kullanma ve ihlalleri bildirebilecekleri askeri ve sivil polis güçlerinin yanı sıra farklı gruplar tarafından kurulan yerel şikayet komiteleri, Suriye Milli Ordusu'nun çeşitli unsurları tarafından yağmalanan, çalınan veya zarar gören konut, arazi ve mülklerin iadesini sağlama konusunda ilerleme gösterememiştir. Bunun en önemli nedeni, yukarıda bahsi geçen oluşumların, kötü niyetli eylemleri düzeltmeleri gereken grupların mevcut veya eski üyelerinden oluşmalarıdır.[158] Bilgi sahibi iki kaynağa göre, bu eski hizip üyeleri genellikle kendi hiziplerine bağlılıklarını sürdürüyor, onlarla işbirliği yapmaya devam ederken gerektiğinde onlara koruma da sağlıyor.[159]
İnsan Hakları İzleme Örgütü, BM Soruşturma Komisyonu ve yerel örgütler, çeşitli grupların üyelerinin, mevcut şikayet ve tazminat yollarına başvuran kişilere karşı misilleme eylemlerinde bulundukları vakaları kayıt altına alarak belgelemiştir. Mülklerini silahlı gruplardan geri almayı başaranlar bile kaybettiklerinin tamamını geri alamadılar. Çoğu yukarıda bahsedilen tazminat yolları haricinde kendi evlerinde yaşamak, kendi dükkanlarını işletmek ve kendi topraklarına bakmak için silahlı gruplara veya köylerinden ve mahallelerinden sorumlu Askeri Polis mensuplarına büyük rüşvetler ödemeyi, kira, harç veya "vergi" ödemeyi kabul ederek bunu başardı.
Eylül 2020'de Afrin'de, Suriye Milli Ordusu'nun ihlallerine dair sert bir raporun ardından, aralarında Sultan Murad, Hamzat, Ahrar al-Sharqiya, and Jaish al-Sharqiya'nın bulunduğu çeşitli silahlı gruplar bir araya gelerek, grupların kendi üyeleri tarafından yönetilen yerel bir şikayet komitesini, Hakların İadesi Komitesini kurdular.[160]
Komite bir ay sonra yayınladığı bir genelgeyle Suriye Milli Ordusunun tüm gruplarına seslenerek zeytin ve meyve hasadından vergi alınmasını yasakladı ve 2020 sezonu için çiftçilerden "ağaç koruma vergisi" adı altında toplanan paraların en geç on gün içinde iade edilmesini istedi.[161]
Ancak, komitenin her iki sorunu çözme konusundaki etkinliği sınırlı kalmıştır ve ihlaller devam etmektedir. Komite iki yıl sonra faaliyetlerine son verdiğini açıkladı, ancak raporlar bazı grupların çekilmesiyle komitenin aylar önce faaliyetlerini durdurduğunu öne sürüyordu.[162] Askeri polisin çeşitli unsurlarıyla doğrudan temas halinde olan bilgi sahibi bir kaynağa göre, Şubat 2023 itibariyle, Komiteye getirilen 3.750'den fazla mülkiyetle ilgili uyuşmazlık, komitenin feshedilmesinin ardından sivil mahkemelere gönderildi ve çözümsüz kaldı. Bilgi sahibi kaynak, "Komitenin başarısı çok sınırlı kaldı. Yaptırım uygulanmak istenen hizip üyesi güçlüyse ya da elinde bir koz varsa, komitenin onun üzerinde hiçbir etkisi olmaz, değilse de örneğin kurbana sembolik bir miktar kira ödemesini sağlarlar." dedi.[163]
Başlangıçta Afrin'in yeniden inşasına katılma motivasyonuyla ilçenin yerel meclislerinden birinde çalışmak üzere geri dönen, aslen Afrinli Kürt bir Suriyeli olan Jaber, komitenin verimsizliğinden söz etti.
Jaber, "Komite iyi çalışmadı çünkü insanlardan savaş sırasında kaybolan tapuları ve diğer belgeler gibi temin etmesi imkansız belgeler sağlamalarını istediler. Birisi evin kendisine ait olduğuna dair bir kanıt sunsa bile, özellikle de ev Suriye Milli Ordusu içinde gücü olan biri tarafından işgal ediliyorsa evi geri almak zordu" dedi.
Yerel konseydeki çalışmalarından memnun olmayan silahlı gruplardan çok sayıda tehdit aldığını söyleyen Jaber, 2022 yazında silahlı ve maskeli kişilerin kendisini evinden kaçırmasıyla bizzat hedef haline geldi. Kendisini kaçıranlar, onu Kürt gruplarla bağlantılı olmakla suçlamışlar, gözlerini bağlayıp onu silahlarıyla bayıltana kadar dövdükten sonra kaçmışlar. "Beni öldürdüklerini sandılar" dedi. Jaber olayı yerel konseye, sivil polise ve Afrin'den sorumlu Türk valisine bildirdi. Bir eyleme geçilmeyince istifa ederek ülkeyi terk etti.[164]
Nisan 2021'de komiteye başvuran 52 yaşındaki Afrinli Kürt bir kadın olan Asbahar, kısa bir süre sonra komitenin çalınan mülkünü geri getirebileceğine olan inancını yitirdi. "Evim Ahrar al-Sharqiya grubundan biri tarafından işgal edildi" dedi. Asbahar, "Annemin evi al-Jabha al-Shamiya grubundan biri tarafından, kayınpederimin evi ise Muntasır Billah Tugayı'ndan biri tarafından işgal edildi." dedi. Komiteyi her ziyaret ettiğinde, bir sonraki hafta tekrar gelmesini istediklerini ve kendisine herhangi uygun bir belge yerine sadece bir şikayet numarası verdiklerini söyledi. Asbahar, evini işgal eden kişiyle karşılaştığını, bu kişinin kendisine kira ödemeyi vaat ettiğini, 2021 yılında 500 Türk Lirası (yaklaşık 36 ABD Doları) tutarında bir aylık kira verdiğini ve evi yağma ve hasardan koruduğunu iddia ettiğini anlattı. "Ondan sonra da bir daha ödeme yapmadı" dedi. Asbahar, 18 Temmuz 2023'te silahlı grup üyesinin evden ayrıldığını ve evinin satılık listesinde olduğunu öğrendiğini aktardı.[165]
Bağımsız haber sitesi Syria Direct tarafından Temmuz 2023'te yapılan bir araştırma, Afrin'in asıl (ve çoğunlukla yerinden edilmiş) sakinlerine ait mülklerin Facebook ve WhatsApp'ta ilana çıkarıldığı, çeşitli askeri gruplar, mülkleri ele geçirenler ya da daha önce bu gruplardan satın alan siviller tarafından asıl fiyatının çok altında yasadışı bir şekilde satıldığı yaygın bir olguya ışık tuttu.[166]
Türkiye'nin 2019'daki saldırısını takip eden yıllarda, Türk medya kuruluşları Türkiye'nin müdahalesinin bölgedeki azınlıklar, yani Hristiyanlar ve Yezidiler üzerindeki olumlu etkisini överken, Türk yetkililer ve Türkiye'nin desteklediği Resulayn yerel meclisi de azınlıkları geri dönmeye teşvik eden açıklamalar yaptı. Türk Savunma Bakanlığı da resmi X (eski adıyla Twitter) hesabından bölgedeki Hristiyan kiliselerini restore eden silahlı kuvvetler mensuplarının görüntülerini paylaştı.[167]
Kardeşleriyle birlikte Resulayn'ın çeşitli bölgelerinde tarım arazilerine ve köylerinden birinde birkaç eve sahip olan Yezidi bir toprak sahibi, toplumunun ileri gelenlerinin Türkiye'den geri döndüklerinde zarar görmeyeceklerine ve mülklerini geri alabileceklerine dair garanti aldıklarını söylemeleri üzerine Eylül 2021'de geri dönmeye karar verdiğini söyledi. [168] Eşini ve üç çocuğunu Haseke'de bırakan 40 yaşındaki Murad, geri döndüğünde Arap komşularının yanında kaldı ve bölgedeki sayısız gayriresmi kontrol noktasından geçebilmek için gerekli olan ve yerel meclis tarafından verilen kimliklerden aldı. "Yaklaşık dört beş köyde arazim var. “Her köy farklı bir silahlı grubun kontrolü altında, her birinin kendi prosedürleri var. Mülklerimi nasıl geri isteyeceğimi bilmiyordum.” dedi. Murad, farklı gruplarla olan etkileşimlerini anlatırken, iki grubun sözlü olarak üç ayrı köyde sahip olduğu arazileri fazla sorun çıkarmadan iade etmeyi kabul ettiğini söyledi. Murad, onlardan biriyle olan etkileşimleri hakkında şunları söyledi:
Karargahlarına gittim, terk edilmiş bir evi kullanıyorlar. Onlara burada arazim olduğunu, sahibinin ben olduğumu söyledim ve onlara evrakları gösterdim. Yanımda bölgeden iki Arap vardı, onları da tanık olarak getirdim. Orada silahlı grubun başındaki kişiyle görüştüm, bana kim olduğumu sordu ve beni kontrol etti, sonra bu toprakların sahibi olduğun sürece onlar senin, onlarla istediğini yapmakta özgürsün dedi.
Ancak Murad, kendi evinin, kardeşlerinin evlerinin ve 700 dönümlük arazisinin kendisine iade edilmesini talep etmek için kendi köyünün kontrolünü elinde tutan gruba gittiğinde sorgulandığını, Kürt siyasi partileriyle bağlantılı olmakla suçlandığını ve mülklerinin iadesi karşılığında kendisinden büyük miktarlarda para alındığını anlattı. Murad, silahlı grubun evini bir tür karargaha dönüştürdüğünü ve ürünlerini hasat edip sattıklarını söyledi. Silahlı grubun kendisini müslüman yapma girişimleri de dahil olmak üzere maruz kaldığı gözdağı, taciz ve dini ayrımcılık örneklerini anlattı. Ağustos 2022'de, evini geri alamadığını sosyal medyada paylaştığı için misilleme olarak Askeri Polis tarafından kısa bir süre alıkonduktan sonra tekrar Haseke şehrine kaçtı.
Orada bulunduğum süre boyunca, tüm arazim ve mülküm onların elindeyken ben başkalarının evlerinde kaldım. Bunu [askeri] polise söyledim. Askeri polis mensupları, onlar üzerinde güçleri olmadığını söylediler... Halen işlerin düzeleceğini, silahlı grupların gideceğini ve topraklarımızı geri alabileceğimizi umuyoruz.
Mayıs 2020'de, iki çocuk babası Hristiyan bir Ermeni, dükkanını yeniden açmak ve evini geri almak için Resulayn'a geri dönmüş ve güvenlik endişeleri nedeniyle ailesini Kamışlı'da bırakmış. Döndüğünde evini ve dükkânını harabeye dönmüş halde, kendisinin ve kardeşinin evlerini de şehirdeki Askeri Polis biriminin bir üyesinin kontrolü altında bulmuş Görüşmeci, geldikten on beş gün sonra ve yapılan sorgunun ardından, evini geri almayı başardığını, dini azınlık grubu mensubu biri olmasaydı bunun mümkün olamayacağını iletti. Dükkanını onarmak ve işletmek için komşularından borç para almış ve bu sayede yaklaşık iki yıl boyunca Kamışlı'daki ailesinin geçimini sağlayabilmiş. Ancak Aralık 2022'de işten eve dönerken maskeli ve silahlı kişiler tarafından kaçırılmış, fiziksel ve psikolojik tacize maruz bırakılmış ve üç gün boyunca aç, susuz ve tuvaletsiz bir şekilde alıkonmuş. Sonunda Askeri Polis birimi tarafından kurtarılmış. Görüşmeci, kaçırılma haberi Türk yetkililere ulaşmasaydı bunun gerçekleşmeyeceğini aktardı. Görüşmeci serbest bırakıldıktan bir gün sonra tekrar Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki Kamışlı'ya ailesinin yanına kaçtı ve bu satırların yazıldığı sırada işsizdi. Yaşadığı çileye rağmen, yerinden edilmiş bir şekilde yaşamaktan duyduğu yılgınlığı ve geri dönmeyi düşündüğünü iletti. Görüşmeci: "Çok çaresizim. Geri dönüp dükkânımı tekrar açmayı düşünüyorum. Başka ne yapacağım.” dedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü kişilerden hiçbiri, bu yazının yazıldığı tarih itibariyle, alıkonmaya ilişkin ihlaller ya da çeşitli gruplar ve askeri polis tarafından konut, arazi ve mülkiyet ihlalleri nedeniyle uygun şekilde ya da tam olarak tazmin edilmedi.
Yurtdışında yaşayan veya ülke içinde yerinden edilen mülk sahipleri mülklerini yönetmekte ciddi zorluklarla karşılaşmıştır. Zarar görme korkusuyla geri dönmek istemediklerini ya da geri dönme imkânları olmadığını ifade edenler, kayıp ya da zarar görmüş mülkleri için tazminat talep etme imkânları olmadığını belirtmişlerdir. Irak'ın Kürdistan Bölgesi'nde yaşayan Kürt bir adam "Eğer şahsen geri dönmezseniz, size hiçbir şey vermezler. Geri dönerseniz, size ait olanı geri alabilirsiniz, ancak bunun için dayak, aşağılanma ve para gerekir" dedi.[169] Eylül 2022 tarihli raporunda BM Soruşturma Komisyonu, silahlı grupların artık toprak sahibi olmayanların mülklerini korumalarına izin veren resmi veya gayri resmi vekaletnameleri tanımadığını belirtmiştir.
Afrin'de iki farklı Suriye Milli Ordusuna bağlı grup tarafından keyfi alıkoyma, işkence ve cinsel şiddet de dahil olmak üzere ağır ihlallere maruz kalan bir kadın, Temmuz 2022'de ikinci kez alıkonduktan sonra Avrupa'ya kaçmaya karar verdiğini, ancak gitmeden önce silahlı grupların el koymasını engellemek için tüm mülkünü geride kalan bir akrabası adına kaydettirdiğini aktardı. ”Afrin'de olmayanların mülklerini elbette ele geçiriyorlar. Ancak son zamanlarda, [akrabam] bize grupların tapu kayıtlarını incelediğini, mülklerin neden bir kişiden diğerine aktarıldığını sorguladıklarını ve el koymakla tehdit ettiklerini söylüyor.” dedi[170]
Yerlerinden edilen bazıları, Türk işgali altındaki topraklarda yaşayan kişilerden para karşılığında mülklerini kendilerine iade etmelerini teklif eden telefonlar aldıklarını ilettiler. 2019 işgali sırasında Resulayn'dan Suriye Demokratik Güçleri kontrolündeki bölgelere kaçan Arap bir adam,” Başlangıçta orada tanıdıklarım aracılığıyla benimle iletişime geçtiler. Bana mülklerimin grup üyelerinin kontrolünde olduğu ve onları geri istiyorsam bedelini ödemem gerektiği söylendi." dedi.[171]
Kamuoyuna çokça yansıyan birkaç olayda grupların el koydukları mülkleri iade ettikleri olmuştur. Suriye Milli Ordusu bünyesindeki askeri oluşumlardan birinin liderlik konseyi üyesi olan Al-Farouq Abu Bakr, Nisan 2023'te Halep'in doğu kırsalında Arapların çoğunlukta olduğu El-Bab kentinde çiftlikler, apartmanlar ve dükkanlar da dahil olmak üzere el konulan mülklerin altı hak sahibine iade edildiğini duyurdu.[172] Bu mülklerin teslimi ve iadesi, Eylül 2022'de yapılan ve Sultan Melikşah grubu tarafından beş yılı aşkın bir süredir işgal edilen mülklerin boşaltılması için altı aylık bir süre tanıyan önceki anlaşmanın bir parçasıydı. Mülkler, yerel toplum ve aktivistlerin yaygın protestoları ve iade taleplerinin ardından sahiplerine iade edildi. Aynı ay içinde, Sultan Murad, Hamzat, Jaysh al-Islam ve Faylaq al-Rahman gruplarını içeren Suriye Milli Ordusunun İkinci Kolordusu, üyelerinin bir iş makinesi, bir arazi parçası ve bir fabrikayı "gerekli tüm belgeleri" sunan üç sahibine iade ettiğini gösteren bir video yayınladı ve sahiplerinin mülklerini geri almalarını kayda aldı.[173]
Bununla birlikte, Mart 2023 raporunda COI, Türk işgali altındaki bölgelerde görüşülen kişilerin mülklerine erişimlerinin engellendiğinin bildirilmeye devam ettiğini belirtmiştir.[174] Şubat ve Eylül 2022 raporlarında COI, Suriye Milli Ordusu üyelerinin yerel şikayet komitelerine başvuruda bulunan mal sahiplerine karşı tehdit, dayak, kaçırma ve trajik bir olayda mülkünü geri almayı başaran bir çiftçinin öldürülmesi gibi misilleme eylemlerini belgelemiştir.[175]
IV. Hesap Verebilirliğin Olmaması
Tek istediğim başımdan geçenler için adalet.
—Afrin'li eski mahpus ve 60 yaşında bir Kürt olan Alin
Muhtemel savaş suçları da dahil olmak üzere, Suriye Milli Ordusu’na bağlı çeşitli grupların komutanları ve üyeleri ile Askeri Polis'in en azından 2018'den bu yana Afrin, Resulayn ve Türk işgali altındaki diğer bölgelerde işlemekle suçlandığı insan hakları ihlallerine rağmen, ne Suriye Milli Ordusunun bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun kendi askeri mahkemeleri ne de ilgili bölgelerdeki işgalci güç ve Suriye Milli Ordusunun ana destekçisi olan Türkiye tarafından neredeyse sorumlu tutulan kimse olmamıştır. Türkiye'nin, işgal ettiği topraklarda alıkonmayla ilgili ihlallere veya konut, arazi ve mülkiyet hakları ihlallerine karıştıkları için kendi yetkililerinden herhangi birini soruşturması veya sorumlu tutması hakkında kamuya açık bir bilgi bulunmamaktadır. Türkiye, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 21 Kasım 2023 tarihinde Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarına gönderdiği, tespitlerini ortaya koyan ve Türkiye'nin işgal ettiği bölgelerdeki eylemleri ve tepkileriyle ilgili çok sayıda soruya yanıt arayan mektuplarına yanıt vermedi.
Suriye Milli Ordusu grupları, sadece özellikle tahammül edilemez olaylar medyaya yansıdığında ve tartışmalara yol açtığında bu ihlalleri ele alıyor. Şubat 2022'de Hama'dan Arap bir sivilin Afrin'de Faylaq al-Sham'a ait bir gözaltı merkezinde işkenceyle öldürülmesi, Ekim 2022'de sözünü sakınmayan bir Arap aktivistin ve hamile eşinin El Bab'da Hamzat Tümeni mensupları tarafından öldürülmesi ya da Mart 2023'te Afrin'deki Nevruz kutlamaları sırasında Kürt bir aileden dört kişinin Jaish al-Sharqiya tarafından canice öldürülmesi öne çıkan olaylar arasındadır.[176] Yukarıda bahsi geçen olayların ardından Suriye Milli Ordusu’nun çeşitli unsurları işlenen suçları kınayan ya da bu suçlarla aralarına mesafe koyan açıklamalar yayınlamış, ilgili silahlı gruplar soruşturma ve yargılamalarda işbirliği yapacaklarına dair söz vererek failleri Askeri Polise teslim etmiştir.[177] Ancak bu davalar da göstermiştir ki, askeri mahkemeler kamuya açık olmadığından, yargılamalarla ilgili diğer bilgiler genellikle kamuya açıklanmamakta ve hesap verirlik için yapılan baskılar azalmaktadır. Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle, Ocak 2024'te üç failin idam cezasına ve bir failin de üç yıl hapis cezasına çarptırılmasıyla sonuçlanan Nevruz cinayeti davası dışında, yukarıda bahsi geçen diğer olaylarla ilgili yargılamaların ayrıntıları hakkında kesin bir bilgi ortaya çıkmamış olup faillerin akıbeti bilinmemektedir. Her üç vakada da suçlar işlenirken sorumlu bulunan silahlı grup komutanları görevlerinde kalmaya devam etmektedir. Syria Direct'e göre, Mart ayındaki Nevruz kutlamaları sırasında öldürülen dört kişinin hayatta kalan aile üyeleri, davadan vazgeçmeleri ya da Afrin'i terk etmeleri için tehditlere ve fiziksel saldırılara maruz kaldılar.[178]
BM Soruşturma Komisyonu, Suriye'ye ilişkin bir dizi raporunda Suriye Milli Ordusunun hesap verirliğine yönelik bazı sınırlı çabalara yer vermiştir. Temmuz 2023 tarihli bir raporda, Suriye Milli Ordusu üyelerinin 2019 ve 2021 yılları arasında işkence, kötü muamele ve kaçırma eylemleri dolayısıyla iç kovuşturmaya uğradığı en az dört vakanın olduğu belirtildi.[179] Komisyon ayrıca, 2018 ve 2022 yılları arasında Suriye Milli Ordusu'nun başka üyelerinin de işkence, cinayet, tecavüz ve mülklere el koyma eylemleri dolayısıyla askeri mahkemeler tarafından mahkum edildiklerini veya soruşturulduklarını belirtti. Komisyon, yargılamaların detayları hakkında ya da temel adil yargılama standartlarının karşılanıp karşılanmadığı konusunda kesin bir bilgiye sahip olunmadığını belirtmiştir.
Suriye Geçici Hükümeti'nin askeri mahkemelerinin bugüne kadarki sicili, Askeri Polis mensupları bir yana, yapının bizzat silahlı grupların üyeleri ve komutanları tarafından işlenen ciddi suçları soruşturmak ve kovuşturmak için etkili bir araç olarak hizmet edebileceği konusunda şüphelere sebebiyet vermektedir.
Savunma Bakanlığı'nın Mayıs 2023'te Askeri Adalet Bakanlığı'nın yeniden yapılandırılmasını öngören ve Türk işgali altındaki topraklarda yeni atanan hakim, savcı ve soruşturma birimi üyelerinin isimlerini listeleyen kararını İnsan Hakları İzleme Örgütü'yle paylaşan bilgi sahibi bir kaynak, "Hakim de ve gardiyan da aynı kişi" dedi.[180] İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne konuşan kaynak, atanan kişilerin çoğunun Suriye Milli Ordusu'nu oluşturan grupların eski üyeleri olduğunu söyledi.
Bilgi sahibi bir başka kaynak ise araştırmacılarla, Suriye Geçici Hükümeti'nin Askeri Adalet Bakanlığı'nın Hamzat Tümenine gönderdiği ve grubun altı üyesini görevi kötüye kullanmaktan soruşturmaya çağıran 2019 tarihli iki tebligatı ve Hamzat Tümeninin söz konusu kişilerin gruba üye olduklarını reddeden resmi yanıtlarını paylaştı. Kaynak, düşük kademedeki grup üyelerine yönelik bu çağrı kağıtlarının çeşitli gruplar tarafından genellikle göz ardı edildiğini, Askeri Adalet Bakanlığı'nın bunları nadiren takip ettiğini açıkladı.[181]
Kovuşturmadan Kaçmak
İnsan Hakları İzleme Örgütü, görüşülen kişilerin aktardığı keyfi alıkonma, işkence ve cinsel şiddet de dahil olmak üzere ciddi ihlallere karıştığı ve başkaca suçlar işlediği iddia edilen üst kademelerdeki silahlı grup komutanı, güvenlik yetkilisi ve Askeri Polis mensubunun davalarını inceledi. Bilgi sahibi olan kaynaklar göre bukişilerin hiçbiri hakkında dava açılmadı ve üçü halen Suriye Milli Ordusu yapısı içinde üst düzey görevlerde bulunuyor. Bu kişiler:
Ahmad Zakour olarak da bilinen Ahmad Zakaria Nako
Tümen komutanı Saif Abu Bakr'ın gözetiminde en az Mayıs 2020'ye kadar Afrin'deki Hamzat tümeninin güvenlik departmanını yöneten Ahmed Zakour, hakkında aynı yıl mahpus Kürt kadınlara yönelik işkence ve cinsel şiddet suçlamaları ileri sürüldü. Zakour'a ait olduğunu söyledikleri fotoğrafları ve Zakour'un kadınların alıkonulduğunu kabul ettiği WhatsApp konuşmalarının ekran görüntülerini paylaşan bilgi sahibi bir kaynağa göre Zakour, başka bir grup tarafından ele geçirilmeden önce Hamzat tümenine ait bir askeri karargahta bulunan en az sekiz mahpus kadını gösteren bir videonun yayılmasının ardından Hamzat tümenindeki görevinden uzaklaştırıldı.[182] Bilgi sahibi kaynak, Zakour'un serbest bırakılmadan önce tümenin kendi hapishanesinde üç ay kadar kaldığını, daha sonra Sultan Murad tümeninde nispeten yüksek bir pozisyona sahip olduğu El Bab şehrine taşındığını söyledi. Bilgi sahibi ikinci bir kaynak bu haberi doğruladı ve Ocak 2024'te Zakour'un Hamzat tümenine geri döndüğünü bildirdi. [183] İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2020 yılında sınır dışı edilmesinin ardından Zakour hakkında verilen bilgileri bağımsız olarak doğrulayamadı.
Motaz al-Abdullah
Al Abdullah, iki eski mahpusun 2020'de tutuldukları sırada maruz kaldıkları ihlallere karıştığı iddia edilen ve başka ihlallerle de suçlanan Hamzat grubunun eski bir askeri komutanıdır.
24 Temmuz 2021'de Hamzat Tümeni, o sırada "Al Ghab" tugayının komutanı olan al-Abdullah'ı grup kurallarına uymadığı gerekçesiyle görevinden aldı ve grup içindeki bir askeri komiteye sevk etti.[184] O tarihten sonra al-Abdullah'a karşı başka suçlamalar da yapılmıştır. Her iki kaynağa göre de, al-Abdullah görevinden alınmış olsa da kovuşturmadan kaçtı ve halen Türkiye'de ikamet ediyor. Son paylaşımı 28 Nisan 2022 tarihli olmasına rağmen, X (eski adıyla Twitter) hesabı hala açık.[185]
Abu Riyad olarak da bilinen Mohammad Hamadeen
Hamadeen, Nisan 2022'de Afrin Askeri Polisi yöneticiliği görevinden istifa etti[186]. Hamadeen daha önce al-Jabha al-Shamiya grubunun askeri komutanıydı. Eylül 2018'e kadar Suriye Milli Ordusu'nun sözcülüğünü yaptı. Kendisine yönelik insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiği yönünde çok sayıda suçlamada bulunulmuştur. Araştırmacıların görüştüğü kişilerden dokuzu Afrin'de Askeri Polis tarafından alıkonmaya ilişkin ihlallere maruz kaldıklarını belirtirken, iki eski mahpus da ifadelerinde doğrudan Hamadeen'in kendisinden bahsetti. 2020 sonunda Afrin'de Askeri Polis tarafından işletilen bir gözaltı merkezinde alıkonulduğunu anlatan eski bir mahpus, araştırmacılara "Yarbay Abu Riyad ve adamları tarafından dövüldüm, yüzüme, bacaklarıma ve vücudumun diğer yerlerine vurdular" dedi. Hamadeen'in gerçekleştirdiğini söylediği işkenceler sırasında bilincini nasıl kaybettiğini anlattı. Basında yer alan haberlere göre, Hamadeen'in görevden alınması bir hesap verirlik tedbiri olmaktan ziyade, Türkiye makamlarının daha önce mensubu olduğu al-Jabha al-Shamiya grubunun gücünü kısıtlama girişimiydi.[187] Hamadeen şimdi Suriye Milli Ordusu içindeki birkaç alt gruptan biri olan Üçüncü Lejyon'da komutanlık yapıyor. X (eski adıyla Twitter) hesabı onu Türkiye'de gösteriyor.[188]
Abu Amsha olarak bilinen Mohammad Al-Jassem
Mohammad Al-Jassem, Sultan Süleyman Şah tümeninin komutanıdır. "Azm" olarak da bilinen Suriye Milli Ordusu'nun "Birleşik Komuta Ofisi", Aralık 2021'de başlayan ve aylar süren bir soruşturmanın ardından, Al-Jassem'in tehdit, korkutma, saldırı ve soygun da dahil olmak üzere sivillere karşı işlenen suçlardan sorumlu olduğunu belirtti.[189] Azm, farklı gruplar arasındaki gerilim ve rekabetin ortasında Suriye Milli Ordusunun askeri çabalarını konsolide etmek amacıyla Temmuz 2021'de kurulan birleşik bir yapıdır. Ağustos 2021'e kadar Abu Amşa'nın grubu koalisyona dahil olan gruplardan biriydi. Abu Amşa, resmi olarak silahlı grup üyeleri tarafından işlenen suçları soruşturmak ve karara bağlamakla görevli kurum olan Savunma Bakanlığı Askeri Adalet Dairesi'ne götürülmedi. Abu Amşa'yı soruşturmakla görevlendirilen komisyon, onun ve ona bağlı diğer beş grup komutanının görevlerinden alınmasını tavsiye etse de bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle Abu Amşa silahlı grubunu rahatsız edilmeden yönetmeye devam ediyordu.[190]
Hapiste Açıklanmamış Ölümler
İnsan Hakları İzleme Örgütü, 20 Kasım 2023 tarihinde Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı'na gönderdiği bir mektupta, Ocak 2022 ile Mayıs 2023 tarihleri arasında meydana gelen ve kamuoyuna yansıyan dört hapiste ölüm vakasıyla ilgili olarak adli süreç yürütülüp yürütülmediğini sordu. Bu kişiler:
Rezan Khalil - Ocak 2022
Ocak 2022'nin sonlarında, Syrians for Truth and Justice (Hakikat ve Adalet için Suriyeliler), Rezan Khalil adlı bir sivilin ölümünü rapor etti ve Ahrar al-Sharqiya'nın iki üyesi, Afrin'deki Askeri Polisin iki üyesi, yerel bir sağlık çalışanı ve Afrin'deki diğer yerel kaynaklarla yaptığı görüşmelere göre, Khalil'in Afrin şehrinde Ahrar al-Sharqiya tarafından yönetilen bir gözaltı merkezinde işkencede öldüğünü belirledi.[191] Ahrar al-Sharqiya 3 Şubat'ta bir açıklama yayınlayarak ölümün sorumluluğunu reddetti. Silahlı grubun ikamet ettiği bölgede hiçbir varlığı olmadığını iddia etti ve grup üyelerinin cenaze törenlerine katıldığını, ailesine başsağlığı dilendiğini aktardı.[192]
Ancak Hakikat ve Adalet için Suriyeliler'e göre Khalil, PKK ile bağlantılı olduğu suçlamasıyla alıkonan yeğeninin serbest bırakılmasını görüşmek üzere Afrin'deki Ahrar al-Sharqiya gözaltı merkezine gitmişti. Merkezde silahlı grup Khalil'i beş gün tuttu, onu işkence ve kötü muameleye maruz bıraktı. 24 Ocak'ta Afrin askeri hastanesine nakledilen Khalil, daha sonra Reyhanlı'daki bir hastaneye sevk edildi ve burada hayatını kaybetti.
Afrin askeri hastanesinde ya da Reyhanlı'daki Sağlık Bakanlığı tarafından işletilen hastanede yer alan ölüm belgeleri, adli tıp raporları gibi belgelerin hiçbiri Askeri Polis tarafından yayınlanmadı. Askeri Polis konuyla ilgili açıklama da yapmadı. 4 Şubat'ta Ahrar al-Sharqiya bu kez "Teşekkür ve Minnettarlık" başlıklı bir açıklama yayınlayarak Afrin Askeri Polisini "Rezan'ın ölümüyle ilgili gerçeği ortaya çıkardığı" için övdü. Silahlı grup ayrıca Suriye halkı arasındaki sosyal uyumu bozmaya yönelik "yalanlar" olarak adlandırdıkları şeylerin yayılmasına karşı koyma sözü verdi. Rezan'ın ölümünü çevreleyen olaylarla ilgili bir soruşturma açılmadı.
Temmuz 2021'de ABD Hazine Bakanlığı Ahrar al-Sharqiya'yı ve iki liderini "başta Suriyeli Kürtler olmak üzere sivillere karşı işledikleri yasadışı cinayetler, kaçırma, işkence, özel mülke el koyma gibi suçlar" ve eski IŞİD üyelerini saflarına kattıkları gerekçesiyle yaptırım listesine aldı.[193]
Abdulrazaq al-Nuaimi - Şubat 2022
25 Şubat 2022'de aktivistler sosyal medyada ağır işkence izleri taşıyan bir cesedin rahatsız edici fotoğraflarını paylaştı. Mağdurun, Afrin bölgesinde Faylaq al-Sham'a (Şam Lejyonu'na) ait bir güvenlik merkezinde tutulan ve işkence edilerek öldürülen Hama ilinde yerinden edilmiş bir sivil olan Abdulrazaq Trad al-Obaid al-Nuaimi olduğu tespit edildi. Silahlı grup daha sonra El Nuaimi'nin gözaltı merkezinde işkenceyle öldürüldüğünü kabul ederek failleri gözaltına aldı ve adaletin yerini bulması için askeri yargıya teslim etti.[194] O tarihten bu yana dava hakkında herhangi bir bilgi açıklanmadı.
Luqman Hannan - Aralık 2022
22 Aralık 2022'de Kürt avukat ve aktivist Luqman Hannan'ın ailesi Afrin askeri hastanesinden gelen bir telefonla Hannan'ın öldüğünü öğrendi. Bir akrabasına göre, sadece üç gün önce, Türk istihbarat yetkilileri ve sivil polis mensupları Hannan'ı 9 yaşındaki kızıyla birlikte eve doğru yürürken durdurup alıkoymuş. Akrabası, Türk güçlerinin kısa bir süre sonra Hannan'ın evine baskın düzenleyerek arama yaptıklarını ve yanlarında Kürtçe konuşan kadın bir tercüman olduğunu söyledi. Hannan'ın akrabası, ”Yakınlarım Afrin askeri hastanesine naaşı almaya gittiğinde yüzünde, bacaklarında, karnında ve sırtında işkence izleri buldular" dedi. O dönemde, adli tıp doktoru ve yargıç tarafından hazırlandığı iddia edilen bir rapora ait görüntülerde ölüm nedeni kalp krizine bağlı kalp ve solunum durmasına bağlanmış ve otopsiye gerek olmadığı belirtilmiştir. Suriye Geçici Hükümeti tarafından ölümle ilgili herhangi bir resmi açıklama yapılmadı.[195]
Basel Jakish, Mayıs 2023
Mayıs 2023'te Azez'deki Askeri Polis birimi tarafından alıkonulmasından günler sonra, Türkiye'ye yasadışı yollardan geçmeye çalıştığı bildirilen kuzey Hama kırsalından Kürt bir adam hapishanede öldü.[196] Basel Jakish ve mahpus bir çocuk, 23 Mayıs'ta sosyal medyada dolaşıma sokulan bir videoda, Askeri Polis mensupları tarafından kuşatılmış bir şekilde görünüyor. 19 Mayıs'tan bu yana Azez'deki Askeri Polis departmanında tutulduğu doğrulandı.[197] 30 Mayıs'ta Askeri Polis, Jakish'in 27 Mayıs'ta Azez'de “sağlığının bozulması" nedeniyle nakledildiği hastanede öldüğünü açıklayan bir bildiri yayınladı. Açıklamada, olayla ilgili soruşturma yürütüldüğü, şüphelilerin görevden uzaklaştırıldığı ve suçla ilgili sorumluluğu veya ihmali ispat edilen herkesin "hak ettikleri cezayı almaları için adalete teslim edileceği" belirtildi.[198] Bu vakada da, takip eden bir ceza yargılaması veya hesap verirlikle ilgili herhangi bir bilgi ortaya çıkmamıştır.
İnsan hakları örgütleri, BM Soruşturma Komisyonu, medya kuruluşları ve bağımsız araştırmacılar tarafından ortaya konan çok sayıda delile rağmen, herhangi bir üst düzey komutanın yada grup üyelerinin suçlandıkları ciddi eylemler nedeniyle kovuşturmaya uğradığına dair kamuya açık bir kayıt bulunmamaktadır.
Savaş suçları gibi uluslararası suçlarda komuta sorumluluğu söz konusu olduğunda, astları tarafından işlenen suçları bilen veya bilmesi gereken ancak bunları önlemek veya cezalandırmak için hiçbir eylemde bulunmayan komutanlar cezai olarak sorumlu tutulmalıdır.
Ocak 2024'te iki insan hakları örgütü, Avrupa Anayasa ve İnsan Hakları Merkezi (European Center for Constitutional and Human Rights) ve Hakikat ve Adalet için Suriyeliler ( Syrians for Truth and Justice) , Alman Federal Savcılığına 2018'den bu yana Afrin'deki Suriye Milli Ordusu birlikleri tarafından gerçekleştirilen uluslararası hukuk ihlallerinin soruşturulması talebiyle bir suç duyurusunda bulundu.[199] Avrupa'daki çeşitli adli makamların Suriye'de işlenen ciddi uluslararası suçları soruşturma ve mümkün olan hallerde kovuşturma çabaları sınırlı ölçüde adalet sağlarken, diğer yollar kapalı kalmaya devam etmektedir.[200] "Evrensel yargı yetkisi" ilkesi uyarınca, ulusal yargı makamları, belirli ağır uluslararası suçlara karışmış olması muhtemel kişilere karşı, suçun başka bir yerde işlenmiş olmasına ve iddiaya konu fail ile mağdurların ülke vatandaşı olmamasına rağmen dava açabilmektedirler.
Türkiye'nin İşgalci Güç Olarak Yükümlülükleri
İşgalci bir güç olarak Türkiye, hem başta dört Cenevre Sözleşmesi ve Ek Protokol I olmak üzere uluslararası insancıl hukuka hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi[201] gibi onayladığı anlaşmaları içeren uluslararası insan hakları hukuku yükümlülüklerine tabidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, AİHS'e taraf olan bir ülkenin, kendi kontrolü veya yetkisi altındaki yabancı bireyleri korumak için ve kendi toprakları dışında etkili kontrol uyguladığında Sözleşmeyi ulusal sınırları dışında da uygulaması gerektiğini açıkça belirtmiştir.[202]
Türkiye, kendi görevlilerinin ve emirleri altındakilerin, özellikle siviller ve alıkonanlar gibi aktif olarak savaşta yer almayan diğer kişilere yönelik eylemleri bakımından, uluslararası insancıl hukuku veya insan hakları hukukunu ihlal etmemelerini sağlamakla yükümlüdür. Bu raporda belgelenen ihlallerden bazıları keyfi alıkonma, işkence ve cinsel şiddet de dahil olmak üzere kötü muamele, sivillerin ve alıkonanların hukuk dışı ölümleri ve mülkiyet haklarına yönelik keyfi müdahalelerdir. İşkence, tecavüz ve kişisel haysiyete yönelik diğer saldırılar savaş suçu teşkil edebilir.[203]
Türk makamları, hem insan hakları hem de insancıl hukuk ihlalleri iddialarını soruşturmak ve sorumluların uygun şekilde cezalandırılmalarını sağlamakla yükümlüdür. Uluslararası hukuk kapsamında, astlarının işlediği suçları bilen veya bilmesi gereken ancak bunları önlemek veya cezalandırmak için herhangi bir işlem yapmayan komutanlar komuta sorumluluğu gereği cezai olarak sorumlu tutulabilirler.
Konut, arazi ve mülkiyet hakları
Türkiye, özel mülkün yağmalanmamasını veya kişisel kullanım için zorla alınmamasını sağlamakla yükümlüdür. Savaş kurallarına göre bu yasaktır ve bir savaş suçu teşkil edebilir.[204] Savaşçıların kendi ailelerini barındırmak da dahil olmak üzere kişisel kullanım için mülk ele geçirmelerine izin verilemez. Savaş kuralları ayrıca askeri zorunluluk nedeniyle meşru olmadıkça mülklere zarar verilmesini de yasaklar.[205]
Fiili yönetim makamlarının, kontrol ettikleri topraklarda yeterli barınağa sahip olmayan yerinden edilmiş ailelere ve diğer savunmasız kişilere barınak sağlamak gibi acil bir görevi vardır, ancak bu mal sahiplerinin mülkiyet haklarını ihlal etmeyecek şekilde yapılmalıdır.[206] Yerinden edilmiş ailelerin ve yeterli barınağı olmayan diğer savunmasız kişilerin barınması için boş mülklerin kullanımı geçici olmalıdır. Mülk sahiplerine mülklerinin kullanımı ve oluşan zararlar için tazminat ödenmeli; mülk sahiplerinin ve geri dönenlerin hakları güvence altına alınmalıdır.[207]
Mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü bağlamında konut ve mülk iadesine ilişkin yaygın olarak uygulanabilir uluslararası hukuk standartlarını yansıtan BM Pinheiro İlkeleri, "tüm mültecilerin ve yerinden edilmiş kişilerin, keyfi veya hukuka aykırı olarak mahrum bırakıldıkları konut, arazi ve/veya mülklerinin kendilerine iade edilmesi veya iadesi fiilen mümkün olmayan konut, arazi ve/veya mülkler için bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından tespit edilerek kendilerine tazminat ödenmesi hakkına sahip olduklarını" belirtmektedir.[208]
AİHS'in 1 No.lu Protokolünün 1. maddesi de mülk sahiplerini yerlerinden eden ve daha sonra mülklerine erişimlerini engelleyen eylemler de dahil olmak üzere, bireylerin mülklerini keyfi müdahalelere karşı korumaktadır. İşgalci bir güç olarak Türkiye, hem kuzey Suriye'de işgal ettiği bölgelerde yaşayanların mülkiyet haklarına saygı göstermeli hem de hakları ihlal edilenlere tazminat ödemelidir.[209]
Yerinden edilenlerin özel mülklerinin ellerinden alınması, işgal edilmesi veya tahrip edilmesi, geri dönüşlerinin önünde ciddi bir engel teşkil edebilmektedir.
İşgal Altındaki Bölgelerde Mahpusların İdaresi, Kamu Düzeni ve Güvenliğinin Sağlanması
Türkiye'nin işgalci güç statüsü, işgal altındaki topraklarda kanun ve düzen ile toplum hayatını koruma yükümlülüğü getirmektedir. 1907 Lahey Sözleşmelerinin 43. maddesi işgalci güce kamu düzeni ve güvenliğini tesis etme ve koruma sorumluluğu yüklemektedir. Bu nedenle Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde işgal ettiği topraklarda yaşayanları kaynağı ne olursa olsun şiddetten korumakla yükümlüdür. [210] Türkiye'nin ayrıca savaş ve barış zamanında, uluslararası insan hakları ve insancıl hukuk kapsamında, hem teamül hem de sözleşme hukuku gereği, kontrol ettiği bölgelerde işkence ve cinsel şiddet eylemleri de dahil olmak üzere yasaklanmış kötü muamele eylemlerinde bulunması veya bunlara müsamaha göstermesi yasaktır.[211] Türkiye, kendi görevlileri veya kontrolü altındaki kişiler tarafından işlenen hak ihlallerine konu eylemlerden, başkaları tarafından işlenmekle birlikte bilgisi dahilinde gerçekleşen veya bilgi sahibi olması gereken eylemleri önlememekten ve/veya cezalandırmamaktan sorumludur.
Suriye Vatandaşlarının Yargılanmak veya Hapsedilmek Üzere Türkiye'ye Nakledilmeleri
Savaş kuralları Türkiye makamlarının işgal altındaki topraklarda sivilleri güvenlik gerekçesiyle geçici olarak alıkoymalarına izin vermektedir. Ancak, ilgili makamların ister tutuklama ister yargılama amacıyla olsun Suriye vatandaşlarını işgal altındaki bir bölgeden Türkiye'ye göndermeleri yasaktır.[212]
Teşekkür
Bu rapor, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün kıdemli araştırmacısı Hiba Zayadin ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölümü'ndeki iki araştırma görevlisi tarafından yürütülen kapsamlı araştırmalarla hazırlanarak yazılmıştır.
Raporun editörlüğü, Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölümü direktör yardımcısı Adam Coogle ve program direktör yardımcısı Tom Porteous tarafından yapıldı. Kıdemli hukuk danışmanları Clive Baldwin ve Aisling Reidy hukuki inceleme yaptılar. Bill Frelick, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Mülteci ve Göçmen Hakları Bölümü Direktör yardımcısı, Bill Van Esveld, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Çocuk Hakları Bölümü Direktör yardımcısı, Emina Ćerimović, kıdemli engellilik hakları araştırmacısı, Sahar Fetrat, kadın hakları araştırmacısı, Suze Bergesten Park İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Kadın Hakları Bölümü kıdemli koordinatörü de uzmanlık incelemeleri yaptılar.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölümünde kıdemli sorumlu olan Charbel Salloum ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nde fotoğraf ve yayınlar koordinatörü Travis Carr, raporun yayına hazırlanmasına katkı sundular.
İnsan hakları İzleme Örgütü, bazen kişisel risk alarak bu raporun hazırlanmasının mümkün kılınması için bilgi ve deneyimlerini paylaşan tüm bireylere içtenlikle teşekkür ede