(Brüksel) - İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yaptığı açıklamada, Türkiye’nin kayıt altına almada gecikmesi ve geçici koruma politikalarını kısıtlı biçimde uygulaması yüzünden bu ülkedeki birçok Suriyeli mültecinin etkin korumadan ve büyük ihtiyaç duydukları istihdam ve hizmetlerden mahrum kaldığını bildirdi. Türkiye bu denli yoğun bir mülteci nüfusunun sorumluluğunu yüklendiği ve hepsine yeterli koruma ve güvenlik sağlayamadığı sürece, Avrupa Birliği Suriyeli mültecileri Türkiye'ye geri göndermemelidir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün mülteci hakları programı çalışanlarından Stephanie Gee “Türkiye iki milyonu aşkın Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaptığından, birçok mültecinin geçimlerini sağlayabilmek için şiddetle ihtiyaç duyduğu desteği alamamaları şaşırtıcı değil. AB ahlaken ve aslında hukuken de, Suriyeli mültecileri sığınma taleplerini değerlendirmeden Türkiye'ye geri göndermeyerek mültecilere ilişkin sorumlululuğun bir bölümünü paylaşmakla yükümlüdür” dedi.
AB ve Türkiye arasında imzalanan ve Mart 2016’da yürürlüğe giren anlaşma, Yunanistan’daki birçok Suriyeli’nin kendi ülkelerindeki koşullar dolayısıyla yaptıkları sığınma taleplerinin, Türkiye’nin "güvenli üçüncü ülke" veya "ilk iltica ülkesi" olması sebebiyle AB tarafından değerlendirilmeksizin Türkiye’ye geri gönderilmelerine izin veriyor. Böylesi bir değerlendirme söz konusu olduğunda "güvenli" terimi, savaştan veya zulümden uzakta ve güvende olmalarından daha kapsamlı bir anlam barındırıyor. Bu bağlamda “güvenli” kavramı, bir mültecinin Mülteci Sözleşmesi’yle uyumlu biçimde çalışma, sağlık hizmetleri ve eğitim koşullarına sahip olmayı da kapsayan haklarının koruma altında olması anlamına geliyor.
Ne var ki, Türkiye’de yaşayan Suriyeli mültecilerin yaşamlarını düzenleyen yasa ve politikalar, onlara mülteci olarak sahip oldukları hakların tamamını sağlamıyor ve bu yasa ve politikaların sağladığı güvenceler de henüz tam olarak hayata geçirilebilmiş değil. Sonuç olarak, Türkiye’deki birçok Suriyeli hâlâ eğitim ve sağlık hizmeti alamıyor ve kanuna uygun koşullarda çalışamıyor. Ayrıca, geçici koruma kaydının yapılmasında altı aya varabilen gecikmeler, bazı mülteciler için temel hizmetleri alamamak ve bir kampta yaşamaya zorlanma veya sınır dışı edilme korkusuyla yaşamak anlamına geliyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’nin Suriye sınırındaki geri itme uygulamalarının nasıl refoulement - kişilerin hayatlarının veya özgürlüklerinin tehdit altında olacağı bir ülkeye geri gönderilmesi- sayılacağını daha önce de belgelemiş ve defalarca AB’ye Türkiye’nin, ilgili politikalarının ve pratikteki koşulların sığınmacıların geri gönderilmesi için hukuken "güvenli" sayılamayacağını kabul etmesi yolunda çağrıda bulunmuştu. Yeni hukuki incelemeler ve araştırmalar da Türkiye’nin Suriyelilere yönelik koruma pratiklerinin "güvenli üçüncü ülke" veya "ilk iltica ülkesi"ne geri gönderme için gereken düzeyde olmadığını ortaya koyuyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Mart ve Nisan aylarında Türkiye’de yaşayan 67 Suriyeli yetişkin ve çocukla görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin yanı sıra hükümet-dışı kuruluşlardan ve halka açık raporlardan edinilen bilgiler, birçok mültecinin geçici koruma sistemine kayıt olabilmek için aylarca beklediğini ve bu yüzden çocuklarını okula kaydettiremediklerini ve sağlık hizmeti alamadıklarını ortaya koydu.
21 yaşındaki Suriyeli bir erkek, kayıt olmak üzere randevu alabilmek için bile -ki o da ancak üç ay sonrasına- beş kez, iki farklı polis karakoluna gitmek zorunda kaldığını anlattı. Başkaları da görevlilerin, kayıt için yönetmelikte belirtilmeyen ev sahibiyle kira sözleşmesi gibi şartlar koyduklarını söylediler.
Hama’dan gelen ve eski bir gazeteci olmasına rağmen ancak ara sıra serbest çalışabilen ya da bulduğu ufak-tefek işleri yaparak geçinen 29 yaşındaki "Mahmud" (gerçek adı değil), "Burası bizim için gerçekten güvenli değil. Ölümden kaçtık ama bizim için hayatın olmadığı bir yere geldik” diyor. Türkiye’ye ülkede yaşamalarına izin verdiği için müteşekkir olduğunu, ama geçici koruma statüsünün kendisine gerçek bir istikrar sağladığına inanmadığını söyleyen “Mahmud” şöyle devam ediyor: "Tek istediğim haklara saygı gösterilen herhangi bir yerde olabilmek, haklarımı talep edebileceğim ve onlara hakikaten sahip olacağım bir yerde - başka bir şey istemiyorum. Tek istediğimiz yaşamak ve yasaların bizi koruması."
Türkiye hükümeti, ülkedeki Suriyeli mülteciler için 2011’den bu yana 10 milyar Dolar harcadığını ve halen ayda yaklaşık 500 milyon Dolar harcamakta olduğunu söylüyor. Türkiye ayrıca son iki yılda, Suriyeli mültecilerin ülkede yasal olarak kalmalarına, devletin eğitim ve sağlık hizmeti sistemlerini kullanmalarına ve çalışma iznine başvurmalarına olanak veren yönetmelikler de çıkardı. AB-Türkiye anlaşması kapsamında AB, Türkiye’ye mültecileri barındırmasına yardım etmek üzere en az 3 milyar Avro vermeyi taahhüt etti ve bugüne dek bu miktarın 180 milyon Avro’su ödendi. Ancak, bu tedbirler birçok Suriyelinin hayatında henüz kayda değer bir etki yaratmış değil.
Türkiye 2011’den bu yana, bazıları artık ülkeyi terk etmiş olsa da, 2.7 milyondan fazla Suriyeli mülteciyi kayıt altına aldı. Türkiyeli yetkililere göre yaklaşık 300,000 kişi sınırın yakınında bulunan 26 devlet kampında yaşıyor; Suriyelilerin geriye kalan yaklaşık yüzde 90’ı da il ve ilçelerde ikamet ediyorlar.
Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi ve 1967 Protokolü’nü imzalamış olsa da, uygulamasını Avrupalı mültecilerle sınırlayarak diğer herkesi korunmasından muaf tutmuştu. 2013 tarihli kanunla Avrupalı olmayan sığınmacılar için bir "uluslararası koruma" sistemi oluşturarak yasalarını sözleşme hükümlerine biraz daha yaklaştırdı. Kanunda yer alan geçici koruma rejimi de Ekim 2014 tarihli yönetmelikle hayata geçirildi. Yönetmelik Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin çoğunun hak ve menfaatlerini düzenliyor, ama bu yönetmelik ve içerdiği hak ve menfaatler Bakanlar Kurulu isteği doğrultusunda her an iptal edilebilir. Böylesi bir iptalin gerçekleşmesi halinde, bu yönetmelikten faydalananlar ülkede yasalara uygun biçimde kalma hakkını kaybedebilirler.
Türkiye, Ocak 2016’da geçici korumadan faydalanan Suriyelilere çalışma izni başvurusunda bulunma hakkı tanıyan yeni bir yönetmelik daha yayınladıysa da bu hakkı, belli ikamet kriterlerine ve kendilerine sponsorluk edecek bir işveren bulmaları şartlarına bağladı. Söz konusu kısıtlamaların sonucu olarak, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüştüğü yetişkin mülteciler ya başvuru yapmaya uygun değildi, ya bu politika hakkında bilgiden yoksundular ya da kendilerine sponsor olacak bir işveren bulamamışlardı. Görüşülen Suriyeli mülteciler arasında 24 yetişkin, çalışma iznine başvurmaya uygunken, 24 kişi de değildi ve hiçbiri başvurmadığı gibi başvuran kimseyi de duymamışlardı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü bu tür zorlukların Türkiye’deki Suriyeli mülteci aileler için nasıl yoksulluk ve çocuk işçiliği riski yarattığını belgelemişti. Ayrıca Suriyeli işçileri sömürülme riskiyle de karşı karşıya bırakıyor. Bir kadın kendisiyle aynı işi yapan Türkiye vatandaşlarına verilenin yarısını aldığını ve bazen işverenlerinin bu az miktardaki paranın bile yarısını verdiklerini söyledi. Ayrıca idarecilerin Suriyeli işçilere fiziksel şiddet uyguladıklarını da belirtti.
Sonuçları Nisan ayında yayımlanan BM Dünya Gıda Örgütü’nün Türkiye’nin güneydoğusunda 1,562 Suriyeli hanede yapılan bir değerlendirme, görüşülenlerin yüzde 93’ünün ulusal açlık sınırının altında yaşadığını ortaya koydu.
Türkiye’deki Suriyeli çocukların çoğunluğu okula gidememeye devam ediyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü Kasım 2015’te yayınladığı raporunda, Suriyeli mültecilerin Türkiye’de okula gidememe sebeplerini belgelemişti. Hükümet bu açıkları gidermek için övgüye değer adımlar attı ve bu yılın sonuna kadar 450,000 Suriyeli çocuğu okula kaydetmeyi taahhüt etti. Ne var ki, Milli Eğitim Bakanı kısa süre önce “Türkiye’de yaşayan okul çağındaki 756,000 Suriyeli mülteciden sadece 325,000’inin okula gittiğini” belirtti. Bazılarının ülkeyi terk etmiş olma ihtimali bulunsa da, şu anda Türkiye’de 5-17 yaş arasında kayıtlı yaklaşık 940,000 Suriyeli çocuk bulunduğu düşünüldüğünde, okul çağındaki çocukların sayısı daha da yüksek olabilir.
Uluslararası bağışçılar Türkiye hükümetine, Türkiye’ye kaçan Suriyeli mültecilerin temel haklarından yararlanmalarını sağlayacak olanakları geliştirme çabalarında destek vermelidir. Bu esnada, Avrupa Sığınma Destek Ofisi (EASO) ve Yunanistan, Türkiye üzerinden gelen bütün Suriyelilerin sığınma başvurularının her birini, kendi başına bireysel bir vaka olarak ele almalı, Türkiye’nin bütün Suriyeliler için “güvenli üçüncü ülke” veya “ilk iltica ülkesi” olduğu bahanesini öne sürerek bu mültecilerin başvurularını kabul edilmez olarak değerlendirmemelidir.
Gee “Türkiye şimdiden, çoğu hayatta kalmak için mücadele eden ve mülteci olarak haklarının yerine getirildiğini düşünmeyen iki milyon mülteciyi barındırıyor. AB hükümetleri sorumluluğu başkasına atmak ve kendi standartlarını ihlal etmek yerine, küresel sorumluluk paylaşımında üzerlerine düşeni yapmalı ve Suriyeli sığınmacılara başvuru yapma fırsatı tanımalıdırlar” dedi.
Hukuki Çerçeve
Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi’ni ve sözleşmenin 1967 Protokolü’nü imzalamış olsa da, coğrafi sınırlama uygulayacağını ve Avrupalı olmayanların korumadan faydalanamayacağını ilan eden dünyadaki tek ülke. 2013 yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nu yürürlüğe sokan Türkiye böylece, Avrupalı olmayan sığınmacılara yönelik tutumunu sözleşme hükümlerine daha yakın bir hale getirdi. Kanunda öngörülen “kitlesel akın” halleri için geçici koruma mekanizması, Ekim 2014 tarihli yönetmelikle hayat buldu ve Suriyeli mülteciler için resmen uygulanmaya başlandı.
Türkiye’deki Suriyeli mülteciler genel olarak üç kategori altında yer alıyor: ilk yıl için, geçerli bir giriş damgası ve 1,000 TL üzerinde bir harç, sonraki yıllarda da ek harç ücretleri gerektiren yenilenebilir ikamet izni olanlar; Ekim 2014’te çıkan Geçici Koruma Yönetmeliği uyarınca herhangi bir bedel ödemeden kayıt altına alınan ve bu şekilde geçici korumadan faydalananlar (geçici korunanlar) ve herhangi bir hukuki statüsü olmayan kayıtsız kişiler. Suriyelilerin büyük çoğunluğu ikinci kategoride yer alıyor ve Türkiye’deki 2.7 milyon mülteciden söz edilirken, geçici korunan bu kişiler kast ediliyor. 2013 tarihli kanun uyarınca, geçici koruma yönetmeliği kapsamındaki Suriyeliler diğer uluslararası koruma yollarına başvuramıyorlar.
AB ve Türkiye arasında yapılan anlaşmaya göre Yunanistan, ülkesindeki sığınmacıları, bu kişilerin sığınma başvurularını bireysel olarak olarak değerlendirmeksizin Türkiye’ye göndermek için iki hukuki ilkeden yararlanabilir. Bunlardan biri “ilk iltica ülkesi” -AB Sığınma Prosedürleri Yönergesi’nin (APD) 35’inci maddesinde ifade edildiği üzere mülteciler ilk iltica ülkesine, burada ulaşılabilir ve yeterli bir korumadan yararlanmaları sözkonusuysa geri gönderilebilirler; diğeri ise, APD’nin 38’inci maddesinde tanımlanan “üçüncü güvenli ülke” -bunun anlamı da sığınmacılar, hareket halinde oldukları esnada geçtikleri bir ülke onlara etkin koruma sağlayabiliyorsa ve lakin başvuru yapmamışlar veya başvuruları henüz sonuçlanmamışsa, bu ülkeye geri gönderilebilirler.
“Güvenli üçüncü ülke”, bireysel başvurucuya Mülteci Sözleşmesi’nin hükümleriyle uyumlu olarak mülteci statüsü talep etme ve statü edinme olanağı sağlamalıdır. Türkiye’nin 2013 tarihli kanunu, bireysel sığınmacıların “şartlı mülteci statüsü” almalarına ve sözleşmeyle uyumlu güvencelerden faydalanmalarına olanak verse de, Suriyeliler bundan faydalanamıyor, çünkü Suriyelilerin statüsünü düzenleyen Geçici Koruma Yönetmeliği bu sistemin açıkça dışında kalıyor. Bu nedenle Türkiye, Suriyeliler için hukuksal anlamda “güvenli üçüncü ülke” olarak değerlendirilemez.
Türkiye’nin Suriyeliler için amaca uygun bir “ilk iltica ülkesi” olup olmadığı biraz daha farklı kriterlere bağlı: kişi o ülkede ya mülteci olarak tanınmış olmalı ya da geri gönderme yasağının —yaşamları veya özgürlüklerinin tehdit altında olabileceği bir ülkeye geri gönderilmeme— güvencesinde olmak dahil “yeterli koruma”dan faydalanmalıdır. Suriyeliler Türkiye’de mülteci olarak tanınmadıklarına göre, bu kavramın geçerli olabilmesi için pratikte “yeterli koruma”dan faydalanmaları gerekir.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) “yeterli koruma”nın, bir bireyin “yasal olarak ülkede kalma hakkının” ve [Mülteci Sözleşmesi çerçevesinde] "geçinme, çalışma, sağlık hizmetleri ve eğitim" gibi uluslararası insan hakları standartlarına uygun muamele standartlarının tanınması" anlamına gelmesi gerektiğini belirtiyor. BMMYK ayrıca “1951 Sözleşmesi ve/veya 1967 Protokolü’ne katılım ve uyumluluğun" dikkate alınmasının şart olduğunu ve özellikle mevcut durumda çok sayıda mülteci nüfusu barındıran "ülkelerin uygulamada koruma sağlama kapasitesinin dikkate alınması gerektiğini" de ifade ediyor.
Burada sunulan ve Suriyeli mültecilerin tanıklıklarıyla resmedilen hukuki ve politik çerçeve, Türkiye’nin bu standartları karşılayamadığını ortaya koyuyor.
Bunun da ötesinde, İnsan Hakları İzleme Örgütü Mayıs ayında, Türk hudut askerlerinin emniyetli bir yere sığınmaya çalışan en az beş Suriyeli sığınmacıyı öldürdüğü ve en az 14 kişiyi de yaraladığı Türkiye-Suriye sınırındaki vahşeti ve geri itmeleri belgeledi. Bu fiiller uluslararası hukuka göre geri gönderme anlamına gelmektedir.
AB ülkelerine sığınma başvuruları iki aşamada değerlendiriliyor. Önce yetkililer kişinin başvurusunun “kabul edilebilir” olup olmadığına -yani başvurunun hukuken değerlendirmeye alınması gerekip gerekmediğine karar veriyorlar. Güvenli üçüncü ülke veya ilk iltica ülkesi değerlendirmeleri bu aşamada yapılıyor. İkinci aşamada, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmişse, yetkili makamlar başvuruyu kendi içinde bağımsız olarak değerlendiriyor -başvuranın koruma talebinin, menşe ülkesindeki şartlar dikkate alınarak yerinde olup olmadığı değerlendiriliyor.
Yunanistan’ın iltica kanunu daha önceleri bir kişinin “ilk iltica ülkesine” gönderilmesine dair karar verilirken “güvenli üçüncü ülke” kriterinin dikkate alınmasını gerektirirken, Yunanistan bu şartı kaldırmak için 1 Nisan’da 4375/2016 no’lu kanunu geçirerek hızla iltica prosedürünü değiştirdi. Her ne kadar yasada “yeterli koruma” terimi tanımlanmamış olsa da, sığınmacılar, Türkiye’de “yeterli koruma”ya sahip olduklarının anlaşılması halinde artık geri gönderilebiliyorlar. Yunanistan refakatsiz çocuklar veya hamile kadınlar gibi bazı hassas kategorideki sığınmacıların başvurularını bireysel olarak değerlendirmeye alıyor ve başvuruları hakkında kabul edilemez kararı verilenlere Yunanistan temyiz kuruluna itiraz etme hakkı tanıyor.
Türkiye 7 Nisan’da Geçici Koruma Yönetmeliği’nde değişiklik yaparak, talep etmeleri halinde Yunanistan’dan geri gönderilen Suriyelilere statülerinin iade edilmesini sağladı. Ancak bu hüküm geri gönderilen tüm Suriyelilerin Türkiye’de “yeterli koruma”ya sahip olabileceği tespitinde bulunmak için yeterli değil. Bu soruya cevap arayanların şunları da göz önünde bulundurmaları gerekiyor: Mülteci Sözleşmesi’ne taraf olsa da Türkiye’nin sunduğu koruma Suriyelileri kapsamıyor; Türkiye’nin Göç Kanunu’yla uygulamaya koyduğu geçici koruma rejimi uluslararası koruma sisteminin dışında kalıyor; ve Türkiye’nin uygulamada Suriyeli mültecilerin haklarını karşılama kapasitesi bariz şekilde kısıtlı. Konuyla ilgili hukuki çerçeve ve yönetmelikler, temel hizmetlere ve korumaya erişimdeki eksiklikleri gidermek üzere değiştirilinceye ve bu değişiklikler uygulamaya da yansıtılıncaya kadar, AB hükümetleri AB’de kabul edilebilirlik kararlarının alınması sırasında Türkiye’yi “ilk iltica ülkesi” olarak değerlendirmemelidir.
Kayıt İşlemlerinde Uzun Gecikmeler
İnsan Hakları İzleme Örgütü, hem İstanbul’da hem İzmir’de Suriyeli mültecilerin geçici koruma için kayıt altına alınmasında ve resmi kimlik belgelerini almada aylarca süren gecikmeler yaşadıklarını tespit etti. Oysa çocukları devlet okuluna kaydettirmek, birinci basamak sağlık hizmeti almak ve çalışma izni için kimlik kartının verilmiş olması gerekiyor.
Suriyeli mültecilerle çalışan hükümet dışı kuruluşlar bu gecikmelerin Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün (GİGM) Mart ayında geçici koruma prosedürlerine eklediği yeni “ön kayıt ve inceleme” aşaması yüzünden yaşandığını ifade ediyorlar. Gecikmelere kapasitenin kısıtlı olması da yol açıyor olabilir. Güneydoğu’daki uluslararası bir yardım kuruluşu çalışanı İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, kayıt sisteminin düzensiz çalıştığını anlattı; işlemlerin yakın zamana kadar kesintiye uğradığı Gaziantep’te, şu an randevularda en az iki aylık bir gecikme söz konusu. İstanbul’daki başka bir sivil toplum örgütünün temsilcisi de Suriyelilerin çok olduğu illerde randevuların üç ila altı ay gecikmeli olarak verildiğini belirtti.
GİGM İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, Suriyeliler için, başvuru işlemlerinin tamamlanmasını beklerken ülkede kalışlarına yasal zemin temin etmek üzere 30 gün süreli bir “Ön Kayıt Formu” düzenlendiğini söyledi. Ancak, Türkiye çapında çalışan bir sivil toplum örgütünün temsilcisi bu formun hizmetlerden faydalanmak için kullanılamadığını, bu yüzden “ön kayıt belgesi” olanların hem kapasite hem sayı itibariyle kısıtlı olan hayır ve yardım kuruluşlarına bel bağladıklarını ifade etti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü İzmir’de, şehre yeni gelmiş bir Suriyeli ailenin ilgili polis karakolunda geçici koruma için kayıt yaptırmaya çalışmasına tanık oldu. Bir memur, aileye muhtemelen birkaç ay sonraya verilecek olan randevu tarihini almaları için iki hafta sonra tekrar gelmelerini söyledi.
İzmir, Torbalı dışındaki ufak bir kasabada tarım işçisi olarak çalışan Suriyeli bir topluluğa hizmet götüren bir yardım çalışanı, kayıt işlemlerindeki yığılma nedeniyle oradaki mültecilerin birçoğunun kimliklerinin olmadığını söyledi. Bu yardım çalışanı, yardım örgütlerinin sadece bazı temel ihtiyaçları karşıladıklarını, ancak buradaki mülteciler arasında deri hastalıkları ve yetersiz beslenmenin yaygın olduğunu ve herhangi bir eğitim hizmetine ya da en yakın devlet okuluna ulaşım imkanlarının da bulunmadığını ekledi.
21 yaşındaki Ali, İstanbul’da geçici koruma kaydının aylar süren bir çile olduğunu söyledi:
Geçen Ekim’de kimliğimi almak üzere Fatih’teki polis karakoluna gittim. O kadar kalabalıktı ki, bana ertesi gün gelmemi söylediler. Ben de ertesi gün gittim, saatlerce bekledim ve yine de randevu alamadım. Başkalarından Taksim karakolunun da kayıt yaptığını duyunca bu kez oraya gittim. Haftaya gel dediler, öyle yaptım. İki gün sonra gel dediler, iki gün sonra gittim. Önümüzdeki hafta gel dediler, vazgeçtim. Nihayet Şubat ayında yeniden denedim ve [Mayıs ortası için] bir randevu alabildim.
Randevu alabilmek için ev sahibini de götürmesi gerektiğini anlatan Ali, “Ev sahibi şartı yeni. Bu yıl başlarında başladı” dedi. İstanbul’da yaşayan 28 yaşındaki Suriyeli Tamer de “Henüz kimlik için başvuruda bulunmadım, çünkü bir arkadaşımın yanında kalıyorum, o yüzden de bir kira sözleşmem yok. Kira sözleşmesi olmadan gitmeye kalkarsam arabulucuya para vermem gerekecek” diye konuştu. Oysa geçici koruma yönetmeliğinde ev sahibi veya kira sözleşmesi şartı bulunmuyor.
Dört Suriyeli mülteci, bu gecikmeleri atlatmak için, daha erken kayıt tarihi için pazarlık yapacak bağımsız arabuluculara 125-150 TL ödediklerini söylediler. 26 yaşındaki Muhammed, “Kimliğimi alabilmek için bu arabuluculardan birini aramak ve ona 150 lira ödemek zorunda kaldım” dedi: “Acelem vardı o yüzden arabulucu olmadan kendim gitmeyi düşünmedim bile; herkes bana kimliği almanın aylar süreceğini anlatıyordu.”
23 yaşındaki Jemaa, dört kişilik ailesinin öyküsünü şöyle aktardı: “Kayıt için ilk gittiğimizde bize iki ya da üç ay bekleme süresi olacağını söylediler.125 lira ödedik ve kimliklerimizi hemen aldık.” 19 yaşındaki Rama, hamile olduğu için kayıt işlemlerini halletmesi için bir arabulucuya para ödediğini, aksi halde hamilelik ve doğum sırasında gerekli anne ve yenidoğan bakımı için çok daha fazla harcama yapmak zorunda kalacağını söyledi.
Kayıtlardaki bu gecikmeler, Suriyeli mültecilerin istikrar ve güvenliklerini doğrudan doğruya etkiliyor. Pek çok mülteci, kayıtsız olmalarının zorla bir mülteci kampına yerleştirilmelerine veya sınır dışı edilmelerine yol açabileceğini düşünüklerini söylediler. Nitekim Uluslararası Af Örgütü Nisan ayında yaptığı açıklamada, Hatay’da Suriyelilerin toplu olarak sınır dışı edildiklerini söyledi, bu muameleye maruz kalanlar aslen kayıtsız mülteciler veya yakalandıklarında henüz kimlik almamış olanlardı.
Kayıttaki gecikmeler birçok Suriyelinin eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimlerini de engelleyerek, hizmetlerde ve korumada, kayıtlı olan kişilerin bile karşı karşıya oldukları mevcut eksikliklere daha da fazlasını ekliyor.
Kayıt Sonrasındaki Teknik Sorunlar
Geçici korumadan faydalananlara, devlet hizmetlerine erişimlerini kolaylaştırmak için Türkiye’de yasal olarak ikamet eden tüm yabancı uyruklulara da verilen bir “yabancı kimlik numarası” (YKN) veriliyor. Tüm yasal YKN’lerin 99’la başlaması gerekiyor. Ancak, geçici koruma yönetmeliği yürürlüğe girmeden önce geçici olarak Suriyelileri kayıt eden hükümet kuruluşlarının sistemde 98 ile başlayan numaralar verdikleri anlaşılıyor.
Türkiye’deki kayıt sisteminin teknik özellikleri sebebiyle, 98’le başlayan numaralar mevcut devlet hizmet altyapısına eklemlenemiyor ve bu da Suriyeli mültecilerin eğitim ve sağlık gibi hizmetlerden faydalanmalarını engelliyor. 98’le başlayan numaraları 99’lu numaraya çeviren online bir mekanizma bulunsa da, bazı mülteciler teknik aksaklıklar yüzünden kimi aile bireylerinin veya bazı durumlarda aileden hiç kimsenin numaralarını değiştiremediklerini söylediler. Üstelik Ekim 2014’te geçici koruma yönetmeliğinin yayımlanmasından sonra, tüm kayıtlı mültecilerin 99’la başlayan numaraları edinebilmeleri gerekirken, bu tarihten sonra -hatta bazıları Mart 2016’da- kayıt yaptırmış yedi mültecinin İnsan Hakları İzleme Örgütü araştırmacısına gösterdiği kimliklerdeki numaralar 98 ile başlıyordu.
Çalışma İzinleri
Türkiye, Ocak ayında geçici koruma kapsamındaki Suriyelilere çalışma iznine başvurma hakkı tanıyan yeni bir yönetmelik çıkardı. Uluslararası gözlemciler başlangıçta bu yönetmeliği övgüyle karşıladı. Ancak Türkiye hükümetinin Mart sonunda yaptığı açıklamaya göre Türkiye’deki kayıtlı 2.7 milyon Suriyelinin yalnızca 2,000’i, yani .074’ü (binde 74’ü) başvuru yaptı. Açıklamada bu başvurulardan kaçına çalışma izninin verildiği ise belirtilmedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, yeni çalışma izni yönetmeliğinin Suriyeli mültecilerin işçi hakları ve iş güvenceleri üzerinde henüz herhangi bir etki yaratmadığını gözlemledi. Birçok mülteci hâlâ emek sömürüsüne karşı korumadan yoksun ve zorlu koşullarda yaşıyor.
Yeni yönetmeliğe göre geçici korumadan faydalanan Suriyeliler ancak çalışmak istedikleri ilde altı aydır ikamet ediyorlarsa çalışma izni için başvurabilirler, fakat bunun için de işverenin bir sözleşme sunması, başvuruya kefil olması ve işyerinde çalışacak Suriyelilerin toplam işçilerinin yüzde 10’unu geçmemesi gerekiyor. Gaziantep’te çalışan uluslararası bir kuruluş, altı aylık sürenin 98’li kimlik numarasından 99’lu numaraya geçildiği anda başladığını ve potansiyel işçi ve işverenlerin yanlış bilgilere sahip olması yüzünden yaşanan “teknik sorunların” Suriyelileri başvurmaktan caydırdığını söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Mart ve Nisan aylarında görüştüğü Suriyeli mülteci aileler arasından 24 yetişkin, yeni yönetmeliğin şartları bakımından çalışma iznine başvurabilecek niteliklere sahipti. Ancak ya şartlarla ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmadıkları ya işverenlerinin buna izin vermemesinden korktukları veya kendilerine kefil olacak bir işveren bulamadıkları için hiçbiri başvurmamıştı. Diğer 24 kişi ise, kayıtlı olmadıkları veya çalışmak istedikleri şehirde yeterince uzun süredir bulunmadıkları veya doğru yerde kayıt olmadıkları için başvuru yapmaya uygun değillerdi. Bu 48 kişiden hiçbiri, yeni yönetmeliğin izin verdiği çalışma iznini alan veya başvuran herhangi birini duymamıştı.
Kamışlı’dan gelen ve 10 aydır İstanbul’da bir tekstil atölyesinde çalışan 21 yaşındaki “Nur” şöyle dedi: “Suriyelilere çalışma izni verilmesiyle ilgili hiçbir şey duymadık. Bizim işyerimiz bunu zorunlu kılmıyor. Ama, haklarımız hakkında da hiçbir şey bilmiyoruz; annem evde oturuyor, biz tüm gün işteyiz. Kimse bize bir şey söylemiyor.” Bu arada kendisi ve diğer Suriyelilerin kötü muamele gördüklerini ve sömürüldüklerini de aktardı. Türkiye’de brüt asgari ücret 1,647 lira olmasına rağmen, Nur’a ayda 900 lira alacağı söylenmiş, ama bunu bile her zaman alamıyor:
Bir saat izin alırsam, günün geriye kalanı için de ücret ödemiyorlar. Bazen bütün bir ay çalışmamın karşılığında yarım aylık ücretimi veriyor ve gerisini daha sonra ödeyeceklerini söylüyorlar ama asla ödemiyorlar… Benimle aynı makinada çalışan Türk işçiler, benimkinin iki katı ücret alıyor. Bazen bana ‘Bu kadar az para vermelerine nasıl katlanabiliyorsun’ diye soruyorlar.
Ustalar bize bağırıyor, küfrediyor ve hayvanmışız gibi davranıyorlar. Fabrikada elektrikler kesildiğinde, kesinti sırasında çalışmadığımız için bize bağırdılar. Bir defasında ustam bana makas fırlattı. İşyerinde Suriyeli erkeklerin suratına vuran müdürler gördüm; Türk çalışanlara öyle davrandıklarına hiç tanık olmadım.
İstanbul’daki bir hükümet dışı kuruluş, çalışma izni için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı sitesinden online başvuru yapılabildiğini, ama başvuruyu yapanın potansiyel işveren olması gerektiğini anlattı. Bazı gözlemciler, bu şartın işverenlerin yönetmeliğe uyma konusunda istekli olmamasına veya daha yüksek maaş ödemesi gerekeceği ve daha fazla iş güvencesi sağlamak zorunda kalacağından, kefil olmak için potansiyel işçiden bir bedel talep edebilme olasılığına yol açacağı konusundaki endişelerini dile getirdiler. Yönetmelikte kendi işinde çalışmaya dair bir istisnaya yer verilse de bunun koşulları açık olarak tanımlanmış değil.
Gayriresmi emlakçılık yaparak apartman kiralamak isteyen kişileri bulan ve kişi başına komisyon alan Palmiralı 27 yaşındaki Ali, işverenlerin, yeni yönetmelikle düzenlenen çalışma izinlerine kefil olmaya istekli olmadıklarını söyledi: “Türk bir işveren için çalışmak istemiyorum, çünkü bizden faydalanıyorlar. Kendi işimi kurmadan önce dört ay beş kuruş almadan çalıştım. Çalışma izni almış Suriyeli hiç duymadım. Kimsede yok… İşverenler bize bu olanağı vermek istemezler.”
Teknik olarak çalışma izni başvurusu yapmaya uygun iki Suriyeli mülteci, yönetmelikte herhangi bir harç veya ücretten söz edilmese de, bunun için çok para gerekeceğini söylediler. 40 yaşındaki “Ahmet” ergen yaştaki oğlu ve kendisinin 12 saatlik vardiyalarla çalıştıklarını ve sömürüldüklerinin farkında olduğunu söyledi: “Fırında benimle birlikte çalışan bir Türk var; benimle aynı işi yapıyor ama ona [benim ücretimin neredeyse iki misli] ödeniyor.” Ahmet yine de çalışma izninin kendisi için söz konusu olamayacağına inanıyor: “Çalışma iznini duydum, ama alabilmek için çok para gerekiyormuş.” Bazı Suriyeliler evrak işlerinde yardımcı olması için birisine para vermek suretiyle çalışma iznine başvurabilmiş. Çalışma izninin pahalı olduğunun düşünülmesi, başvuru işlemleri için kayda değer bir caydırıcı unsur olabilir.
Son olarak, yeni çalışma izinleri Torbalı’daki mültecilerde olduğu gibi, mevsimlik tarım işçilerini kapsamıyor. Bu, çalışma iznine ihtiyaçları olmadığı anlamına gelse de, yeni yönetmeliğin sağladığı iş güvencelerinden de faydalanamamaları sonucunu doğuruyor.
Eğitime Erişim
İnsan Hakları İzleme Örgütü Kasım ayında, gerekli yasal değişiklikler yapılmış olmasına rağmen mülteci kamplarının dışında yaşayan Suriyeli mülteci çocukların çoğunluğunun okula gitmelerinin önündeki engelleri belgeleyen bir rapor yayımladı. Bu engeller arasında ekonomik zorluklar ve çocuk işçiliği, okullardaki zorbalık, dil engeli, bürokratik engeller ve yerel okullarda veya il düzeyinde ilgili yönetmeliğe uygun davranılmaması da bulunuyor.
2014-2015 eğitim-öğretim yılında kampta bulunanlar dahil olmak üzere yaklaşık 212,000 Suriyeli çocuk Türkiye örgün eğitim sistemine kayıtlıydı. Milli Eğitim Bakanlığı ve ortaklarının övgüye değer çabaları sayesinde bu sayı Nisan 2016 itibariyle 325,000’e yükseldi. Ne var ki, hâlâ ciddi bir açık var. Hükümetin verdiği rakamlara göre, bazılarının ülkeyi terk etmiş olma ihtimalleri bulunsa da Türkiye’de kayıt altına alınan 5-17 yaşları arasındaki Suriyeli sayısı yaklaşık 940,000.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Mart ve Nisan aylarında, çocukları okula gitmeyen 16 Suriyeli aileyle görüştü. Bu ailelerin dile getirdiği sorunlar Kasım 2015 raporunda yer alanlarla aynıydı ve bazı aileler için kayıt işlemlerinde yaşanan gecikmeler ek bir sorun olarak ortaya çıkıyordu.
42 yaşındaki Betül’ün okul çağında üç çocuğu var: 15 yaşındaki kızı Rawan ile 12 yaşındaki ikizleri Mahmud ve Cavid. Suriye’de inşaat işinde çalışan kocası Türkiye’de kalıcı bir iş bulamamış. Bu süreçte Rawan ve Mahmud aileye destek olmak için bir giysi atölyesinde çalışmaya başlamışlar. Ancak, geçici koruma kaydındaki gecikmeler ve bürokratik aksaklıklar da çocukların okula gitmemesinde etken olmuş. Betül şöyle dedi:
[Ağustos 2015’te] geldikten sonra kimlik için başvurduk ama mülakatımız daha yeni yapıldı [Mart sonunda]. Gerçek kartlarımız yerine bize geçici kayıt belgeleri verdiler, ama üstlerinde kayıt numaramız var. Bir STK’dan çocukları bu belgelerle okula kaydetmek için destek istediğimizde nedense bu belgeler kabul edilmedi.
Betül, kızı Rawan’ın mahrum kaldığı şeyin ne olduğunu bildiğini ve Türkiye’ye ilk geldiklerinde okula dönmek için her gün ağladığını söyledi. Rawan şunları söyledi: “Arkadaşlarımda eski kimliklerden var ve onlarla okula kabul edilmişler… Ben kısmetsizim herhalde. Hayatım hep talihsizliklerle dolu. Suriye’den ayrılıncaya kadar okula gidiyordum, onuncu sınıfa daha yeni başlamıştım. Okulun her şeyini seviyordum, en çok da matematik ve İngilizce derslerini seviyordum… Sanki tüm düşlerimizi balonların içine koymuşuz da uçup gitmeleri için bırakmışız gibi. Hiçbirini elimizde tutup gerçekleştiremiyoruz.”
Suriye’den geldiği 2013’ten bu yana, ailesine destek olmak için çalışan 15 yaşındaki “Rana” da okula gitmiyor:
Üç yıl önce çalışmaya başladığımdan beri bu ikinci fabrikam. Türkiye’ye bir Cumartesi günü geldim ve Pazartesi bir fabrikada çalışmaya başladım. Sınırı geçerken ayağımı burkmuştum ama yine de, gelir gelmez [ayakta] çalışmak zorunda kaldım. Her gün, sabah 8.30’dan akşam 9.00’a kadar çalışıyor, iş yerinde ağlıyordum. Çok yoruluyordum ve sürekli azarlanıyordum. Şimdi dokuzuncu sınıfta olmam lazımdı. Okula gitmeyi çok özledim.
Çalışan birçok Suriyeli çocuk gibi Rana da emek sömürüsüyle karşı karşıya: “Başlangıçta ayda sadece 300 lira alıyordum, şimdi 1,000 lira alıyorum” diyor; oysa bu miktar da brüt aylık asgari ücret olan 1,647 liranın oldukça altında.
40 yaşındaki “Ahmed”, yaşadığı Haseke’den kaçtıktan sonra geldiği Türkiye’de üç buçuk yıldır yaşıyor. “Kayıt olduk ve dağıtmaya başladıklarında hemen kimliklerimizi aldık” diyen Ahmed, gece vardiyasında çalıştığı fırından, emeğine karşılık 1,000 lira aylık alıyor. Bu miktar beş kişilik bir ailenin İstanbul’da geçinmesi için yeterli değil. “Çocuklarımın okula gitmesi elbette önemli, ama hayatta kalmamız da önemli, o yüzden okumak yerine çalışıyorlar. 15 ve 14 yaşındaki oğullarım tekstil fabrikalarında çalışıyor. Maaşlarını alıyorlar ama her zaman başta söylenen miktarda değil. Suriye’den ayrılıncaya kadar ikisi de okula gidiyordu.”
Şamlı Samira’nın yaşları 9 ila 17 yaşları arasında olan beş çocuğu var. İçlerinden yalnızca 9 yaşındaki kızı okula kaydedilmiş. Ailenin geçimini sağlamak için çalışan 17 ve 14 yaşındaki oğullarının sömürü ve kötü muameleye maruz kaldığını anlattı:
Oğullarım iki gün önce fabrikadaki işlerinden ayrıldılar. Büyük olan bir buçuk ay maaş almadan çalıştı. Maaşının ödenmemesi ilk kez başına gelmedi. Bir keresinde dokuz ay para almadan çalıştı ve bir grup Suriyeli iş arkadaşıyla birlikte yüzleşmek için idareye gittiklerinde işveren bir takım adamlar gönderip oğlumu dövdürttü. O günden beri travma yaşıyor. Büyük bir çocuk, ama öyle kabadayı değil; bu olay onu çok korkuttu.
Samira, kızlarını devlet okuluna kaydettirmenin karmaşık bir bürokratik süreç olduğunu ve kızının hangi sınıfa alınacağının tespit edilmesi için birçok görüşme ve testler yapıldığını anlattı: “Tüm bu süreçte şevki o kadar kırıldı ki, vazgeçmek istedi. Nihayet 11’inci sınıfa yerleştirileceğini söylediler. Okula gittiği ilk gün 9’uncu sınıfların yanına gitmesini söylemişler. O kadar üzüldü ki, bir gün gittikten sonra okulu bıraktı.”
Samira’nın 13 yaşındaki kızı 7’inci sınıfa giderken, birgün okul çalışanlarından birinin “sınıfta olması gerektiği bir saatte avluda bulunduğu için” tokat atması yüzünden okuldan ayrılmış. Annesi, “O günden sonra okula bir daha gitmedi. Bir sivil toplum kuruluşu arabuluculuk yapmaya çalıştı ve müdürle bir görüşme ayarladı, ama kızım o kadar sarsılmıştı, rahatsız ve korku içindeydi ki geri gitmeyi reddetti” dedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Torbalı’da görüştüğü mevsimlik tarım işçileri, görüşme sırasında, bölgedeki 1,500 Suriyeli’den hiçbirinin çocuklarının okula gitmediğini söylediler. Resulayn’dan gelen, sekiz çocuk babası 42 yaşındaki Aziz “Çocuklar okula bir ay gitti; bir otobüs gelip çocukları alıyordu. Ama otobüs artık gelmeyince çocuklar da gitmedi. Şimdi bütün gün evde oturuyorlar; tarlada onlara göre iş olduğunda da çalışıyorlar” dedi. Torbalı’daki bir yardım çalışanı yerel yetkililerin otobüsü, bu çocuklara eğitim hizmeti verdiklerini “göstermek” için gönderdiklerini söyledi ve kısa süre sonra servisin durduğunu doğruladı.
13 yaşındaki Maysaa, Torbalı’ya Mayıs 2015’te, Deyrul Zor’dan gelmiş ve o günden beri okula gitmiyor: “Çalışmıyorum; evde kalıp çadırda anneme yardım ediyorum. Keşke okula gidebilsem. Burada hayat hiç güzel değil… Arkadaşım yok, her şey çok zor” diyen Maysaa’nın babası Abdulkerim de şunları anlattı: “Suriye’den ayrılırken okula gittiği için onu geride bırakmıştık. Ama Şubat 2015’te [Türkiye’ye kaçtı, çünkü] yakınlardaki çatışmalar yüzünden okulu kapandı ve o günden sonra da hiç okula gitmedi.”
Sağlık Hizmetlerine Erişim
Geçici koruma yönetmeliği, kayıtlı Suriyeli mültecilerin devlet hastanelerinde ve diğer sağlık kuruluşlarında ücretsiz birinci basamak sağlık hizmeti almalarını sağlıyor. Ancak yönetmelikte de belirtildiği gibi, kayıt olmamış mülteciler özel hastane veya doktora gidecek ekonomik güçleri yoksa, acil durumlar dışında yeterli sağlık hizmetine ulaşamıyorlar.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, İzmir’de Suriye’den yeni gelmiş bir ailenin altı yaşındaki oğulları "Şadi" için tıbbi destek almaya çalışmalarını gözlemledi. Aile, tehlikeli bir yoldan Suriye sınırını geçmeye çalışırlarken Şadi’nin kolunun kırıldığını ve tedavi için oğullarını Kamışlı’ya götürdüklerini anlattı. Birkaç gün sonra nihayet sınırı geçebildiklerinde Şadi’nin hâlâ canı yanıyordu, o yüzden aile onu İzmir’deki bir devlet hastanesinin acil servisine götürdü. Çekilen röntgenle, kolun yerine doğru oturtulmadığı ve uzun vadede hasara yol açmaması için acilen ameliyat edilmesi gerektiği ortaya çıktı. Ancak hastane personeli Şadi’nin ailesine böyle bir ameliyatın acil sağlık hizmeti kapsamına girmediğini ve tedavi olması için geçici koruma kimlik belgesinin olması gerektiğini söyledi. Yerel polis karakolu ise kimliklerini birkaç aydan önce alamayacaklarını belirtti.
28 yaşındaki “Hasan", kayıt işlemlerindeki gecikme yüzünden annelik sağlık hizmeti almakta sorun yaşamalarının kendilerini Nisan başlarında Ege Denizi’nde bir tekne yolculuğu yapmak zorunda bıraktığını söyledi. Yolculuk Türkiye Sahil Güvenliği’nin botu durdurmasıyla sona ermiş: "Eşim Türkiye’de doğum yaptı ve kimliklerimiz olmadığı için hastane, ödeme yapmazsam onu kabul etmeyeceğini söyledi. Kimlik almaya çalıştık, ama sadece randevu almak için bile dışarıda 10 saat beklemen gerekiyor. Böyle bir yerde ne yapabilirim ki? Burası yuva değil."
Dört mülteci aile geçici koruma kimlik belgeleri sayesinde hastaneler ve eczaneler dahil acil olmayan sağlık hizmetlerine sorunsuz ulaşabildiklerini anlattı. Ancak, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüştüğü kayıtlı kişilerin bile sağlık hizmetlerine erişiminde eksiklikler yaşadıkları görüldü.
Torbalı’da, kimliği olan iki Suriyeli kadın jinekolojik hizmet almakta sorun yaşadıklarını söylediler. Her ikisi de regllerini düzenlemek için gereken malzemeyi alamadıklarını ve bunları satın alabilecek durumda da olmadıklarını ifade ettiler. 20 yaşındaki Widha, "Çok ciddi regl ağrısı çekiyorum, ağrıdan ayakta bile duramıyorum. Etrafta yeterince hijyenik ped yok ve yenisini alabilecek paramız da yok; üstelik ağrı o kadar şiddetli ki regl olduğumda çalışamıyorum bile. Bir keresinde o kadar ağrım vardı ki, hastaneye gittim. Bazı testler yaptılar ama hiçbir şey vermediler, sıradan bir ağrı kesici bile vermediler" dedi.
25 yaşındaki Yazı, görüşme yapılmadan altı ay önce doğum yapmıştı ve doğum sırasında hastanede yaşadığı zorlu deneyim yüzünden benzer sağlık konularında yeniden yardım istemekten çekindiğini söyledi:
Doğumdan sonra sırtımda ve karnımda hiç geçmeyen bir ağrı vardı; özellikle regl olduğum zamanlarda artıyordu. Ama kendimi rahat hissetmediğim için doktora gitmedim… Doğum için hastaneye gittiğimde yanımda bir çevirmen götürmüştüm ama onu odadan çıkardılar… Çok sancım vardı ve hiç kimseyle konuşamıyordum. Sonra kimse gelip beni kontrol etmedi ve seslendiğimde beni susturdular. Korkmuştum. Seslendim ama kimse ilgilenmedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, Suriyeliler sağlık hizmeti alırken çeviri desteğinin ücretsiz olarak sağlanması gerektiğini söyleyen Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, an itibariyle çeviri hizmetlerinde sorunların yaşandığını da kabul etti.
Seyahat Etmede Kısıtlamalar
Geçici korumadan faydalanan kayıtlı olanlar dahil Suriyeliler, Türkiye içinde seyahat ederken de kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyorlar. Geçici koruma yönetmeliğine göre, geçici korumadan faydalananlar, yetkili makamlarca belirlenen "ilde, geçici barınma merkezinde veya belirli bir yerde" ikamet etmekle yükümlüdür (Madde 33), ancak yönetmeliğin uygulanmaya başlandığı ilk zamanlarda bir ilden diğerine gitmek isteyen Suriyeliler için herhangi bir kısıtlama bulunmuyordu. Hükümet Ağustos 2015’te il idarelerine gönderdiği yazılı bir talimatla Suriyelilerin ülke içindeki hareketlerini kısıtlamak ve kontrol etmek için tedbir alınmasını istedi. İlk aşamada geçici olan bu uygulama sonradan daha yaygın olarak işleme konmaya başlandı ve geçici korumadan yararlananlar artık yaşadıkları ilden başka bir yere seyahat etmek için yerel göç idaresi yetkililerinden izin almak zorunda.
Bu izne sahip olmayan mülteciler uçağa binmekten veya başka bir il için otobüs bileti almaktan men edilebilirler. Bazı gözlemciler yeni tedbirlerin AB’nin, AB-Türkiye anlaşmasından beklentileri doğrultusunda, Suriye nüfusunun ülkeyi terk etmesini önlemek amacıyla uygulamaya konmuş olabileceğine dikkat çekiyorlar.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün görüştüğü üç Suriyeli mülteci, bu kısıtlamalarla ilgili kaygılarını dile getirdiler. 27 yaşındaki Ali, "Türkiye Suriyelilere gerçekten çok iyi davranıyor ama sınırların kapalı olması ve seyahat özgürlüğünün kısıtlanması gerçek bir sorun" dedi. Ali, seyahat izin belgesi almak için şartların ne olduğunu bilmiyordu ve kime verilip kime verilmeyeceğine keyfi biçimde karar verildiğini düşünüyordu. "Keşke ülkede biraz dolaşabilsem" dedi.
29 yaşındaki Muhammed de aynı şekilde, yeni kısıtlamanın geçici koruma statüsünün verdiği güvenlik hissini etkilediğini söyledi:
Kendimi burada hiç güvende veya kalıcı hissetmedim. Bize bir sonrasında ne olacağını bilmiyoruz. Her gün Suriyelilerin statüleriyle ilgili yaşadıkları sorunlar hakkında birşeyler duyuyoruz… Her yerde seyahat kısıtlaması var. Dayanılacak gibi değil… Belki İstanbul’dan ayrılabilirim ama bu geri gelebileceğim anlamına gelmiyor, nasıl hareket edeceğim, alacağım seyahat iznine bağlı. Bir yöne izin alabildim diye, başka bir yön için de alabileceğim anlamına gelmiyor… Ben hukuk düzeni ve hakların olduğu bir yerde yaşamak istiyorum. Bunlar burada yok.
Göç İdaresi, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne seyahat izni şartının temel sebebinin "hak ve hizmetleri daha etkin biçimde sağlamak" olduğunu söyledi. Ancak, bu politikayı düzenleyen yazılı yönerge "Suriyelilerin üçüncü ülkelere yasadışı olarak geçmeye teşebbüs etmelerini" önleme ihtiyacına da atıfta bulunuyor.
Türkiye uluslararası hukuk uyarınca, belli koşullarda ülke sakinlerinin seyahat etmelerine bazı kısıtlamalar koyma hakkına sahipse de, seyahat özgürlüğü Mülteci Sözleşmesi’nin önemli haklarından biridir ve Türkiye bu tür herhangi bir kısıtlamanın haklı ve meşru olduğundan emin olmalıdır, çünkü bu kısıtlamalar mültecilerin istikrarlı bir hayata sahip olma olanağını etkileyebilir ve iş ve eğitim fırsatlarına ulaşmalarını engelleyebilir.
Metodoloji
Bir İnsan Hakları İzleme Örgütü araştırmacısı Mart ve Nisan aylarında İstanbul, İzmir ve Torbalı’da yaşayan 67 Suriyeli yetişkin ve çocukla görüştü. Görüşülen aileler hükümet dışı kuruluşların referansları ve her şehirdeki Suriyeli mülteci topluluğu içindeki irtibatlar aracılığıyla belirlendi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, tüm görüşmeleri güvenli ve özel bir ortamda, bir kadın çevirmen yardımıyla Arapça olarak gerçekleştirdi. Görüşülen herkese araştırmanın niteliği ve toplanan bilgilerle ne yapılacağına dair açıklama yapıldı. İnsan Hakları İzleme Örgütü kimliklerinin gizli kalmasını isteyen kişi ve kurumların isimlerini kullanmadı. İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca yerel ve uluslararası hükümet dışı kuruluşlara, yayımlanmış raporlara ve resmi açıklamalardan da başvuru kaynağı olarak yararlandı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bulgularının bir özetini Türkiye göç idaresi yetkilileriyle paylaştı ve 10 Haziran 2016 tarihli resmi bir yazılı yanıt aldı. Söz konusu yanıtlara ilgili bölümlerde atıfta bulunuldu.