Özet
Türkiye resmi olarak yaklaşık 3,9 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor; bu rakam dünya genelinde yerlerinden edilerek ülkelerini terk etmek zorunda kalmış insanların yüzde 15'ine tekabül ediyor. Bunların yaklaşık 3,6 milyonu geçici koruma rejimi altında tutulan Suriyeliler iken, yaklaşık 320 bini ise Suriyeli olmayan, çoğu Afgan, sığınma arayan ya da Türkiye'nin Avrupalı olmayan ve uluslararası korumaya ihtiyaç duyan kişilere tanıdığı "şartlı mülteci" statüsü kapsamında bulunan insanlardır. Türkiye, dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke olarak haklı bir uluslararası takdir ve destek kazanmış olsa da, çok sayıda Afganı uluslararası koruma taleplerini kısmen ya da hiç incelemeden rutin bir şekilde sınırlarından geri itiyor ya da Afganistan'a sınır dışı ediyor.
Yasadışı geri itmeler, Taliban'ın Ağustos 2021'de yönetimi ele geçirmesiyle birlikte Afganların karşı karşıya kaldığı risklerin önemli ölçüde arttığı bir dönemde gerçekleşti. Taliban yönetimi ele geçirdikten sonra halka yönelik ciddi kısıtlamalar getirdi, intikam cinayetleri, eski hükümet yetkilileri ile güvenlik güçleri personelinin zorla kaybettirilmesi, gazetecilerin gözaltına alınıp dayak atılması, IŞİD savaşçısı olduğu iddia edilen kişilerin yargısız infazı gibi ihlaller gerçekleştirdi ve IŞİD tarafından hedef alınan etnik Hazaralar gibi grupları korumakta yetersiz kaldı. Şimdi de Türk makamları yeni gelen Afganların uluslararası veya iç hukuk kapsamında yasal koruma talebinde bulunmalarına veya statülerinin değerlendirilmesine yönelik prosedürlere erişmelerine engel oluyor. Bu engelleme özellikle de yanlarında kadın aile üyeleri olmaksızın seyahat eden erkekler için söz konusu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün bu rapor için görüştüğü Afganların birçoğu İran sınırından Türkiye’ye geçmek için birden fazla girişimde bulunmuş ancak Türkiyeli yetkililer tarafından en az bir, bazen birden fazla defa geri itilmişler; genellikle resmi kayıt işlemleri ya hiç yapılmamış ya da kısmen yapılmış ve bu kişilerin sığınma talebinde bulunmalarına fırsat verilmemiş. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 11 Haziran 2022 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin 2,6 milyon kişinin sınırlarını geçmesini engellediğini söyledi ancak kesin bir zaman dilimi vermedi. 20 Ekim 2022 itibariyle, Türkiye İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı (GİB) 2022 yılında " 238 bin 448 düzensiz göçmenin ülkemize girişinin engellendiğini" bildirdi. Bu raporda belgelenen geri itmelerin birçoğunun hiçbir resmi prosedür uygulanmadan yürütülmüş olduğu göz önüne alındığında, bu resmi sayının gerçek sayının altında olması ihtimal dahilindedir.
Geri itmeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki toplu sınır dışı etme yasağı, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ndeki adil yargılanma hakkı ve mültecilerin hayatlarının veya özgürlüklerinin tehdit altında olacağı yerlere geri gönderilmelerini yasaklayan 1951 Mülteci Sözleşmesi kapsamındaki geri göndermeme (non-refoulment) ilkesi de dahil olmak üzere birçok insan hakları normunu ihlal etmektedir. Geri gönderme Türkiye hukuku uyarınca da yasaklanmış bir uygulamadır. Türkiye makamlarının sığınma hakkına erişimi engellemesi, sığınma talebinde bulunacağı anlaşılan kişileri geri göndermesi ve göçmenler ile uluslararası koruma talep eden kişilere yönelik başka hak ihlallerinde de bulunması nedeniyle, Türkiye, Avrupa Birliği (AB), AB üyesi devletler ve diğer ülkeler tarafından Afgan ve diğer mülteci ve sığınmacılar için güvenli bir üçüncü ülke olarak görülmemelidir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü ve İran sınırında Türkiyeli görevlilerle karşılaşan tüm "bekar" erkekler ve erkek çocuklar Türk yetkililerin kendilerini veya beraberlerindeki diğer kişileri darp ettiğini veya bu kişelere başka şekillerde kötü muamelede bulunduklarını ya bizzat yaşamış ya da buna tanık olmuşlar. Bunların birçoğu da Türkiye'nin İran sınırına yaklaştıklarında ya da bu sınırı geçmeye çalıştıkları sırada Türkiyeli sınır yetkilileri tarafından kendilerine ateş açıldığını bildirdi.
Paktia Eyaleti'nden gelen 25 yaşındaki Bedar, Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden kısa bir süre sonra, 30 Ağustos 2021'de İran'dan Türkiye'ye geçtikten hemen sonra başlayan geri itilme deneyimini şöyle anlatıyor: "Onlara gazeteci olduğumu, hayatımın tehlikede olduğunu ve Türkiye'de kalmayacağımı, Avrupa'ya gitmek istediğimi söyledim ama beni dinlemediler. Bizi coplarla ve inşaatlarda kullanılan türden demir çubuklarla dövdüler. Ellerime, kollarıma ve bacaklarıma vurdular. Kanayan açık yaralarım vardı. Bir noktada Afganlara ve Pakistanlılara birbirlerini dövmelerini emrettiler.” Bedar, Türkiyeli sınır muhafızlarının karşı tarafta İranlı muhafızların olmadığından emin olana dek beklediklerini ve ardından kendisiyle birlikte 29 kişiyi daha sınırdan geri ittiklerini anlattı.
İran sınırındaki geri itmelere ek olarak, Türkiye on binlerce Afgan'ı da uçakla Afganistan'a sınır dışı ediyor. Türkiye'nin Afgan vatandaşlarını sınır dışı etmesi 2021'den 2022'ye çarpıcı bir şekilde arttı. Türkiye, 2022'nin ilk sekiz ayında 44,768 Afgan uyrukluyu sınır dışı etti; bu, 2021'in ilk sekiz ayında sınır dışı edilen Afgan uyrukluların sayısına göre yüzde 150'lik bir artış.
Gaznili, 27 yaşındaki Abdul Sami, Türkiyeli yetkililere defalarca Afganistan'a dönmekten korktuğunu ve sığınma talebinde bulunmak istediğini söylemesine rağmen, 7 Mayıs 2022'de Afganistan'a sınır dışı edilmiş. Tuzla Geri Gönderme Merkezi'ndeki Türk yetkililer kendisine gönüllü geri dönüş belgesini imzalamasını söylediklerinde, "Afganistan'da sorunlarım olduğunu ve imzalayamayacağımı söyledim. Bunun üzerine bana küfrettiler ve ayakta duran adamlardan biri kafama, sırtıma ve bacaklarıma lastik veya plastik bir copla vurdu, ayakta duran diğeri de bana eliyle vurdu. Yüzüme vurdu ve burnumu kanattı.” Ertesi gün Abdul Sami yaklaşık 200 kişiyle birlikte geri gönderme merkezinin avlusuna götürülmüş ve gönüllü geri dönüş için kağıtlara parmaklarını basmaları söylenmiş. “İlk başta hepimiz reddettik,“ diye anlatıyor Abdul Sami, “Bir adam kağıdı yırttı. Onu alıp bir odaya götürdüler; geri getirdiklerinde yüzü kanlar içindeydi.” Ertesi gün hepsi kelepçelenerek İstanbul Havalimanına götürülmüşler. “İsimlerimizi tek tek okudular, seyahat belgelerimizi damgaladılar ve bizi Ariana Havayolları’nın Kabul’a giden uçağına bindirdiler.” Abdul Sami ile telefonla görüştüğümüzde, İran'ın başkenti Tahran'da bulunuyordu, çünkü ülkesine döner dönmez Afganistan'dan yine kaçmıştı. "Babam Taliban'ın beni aradığını, eve gelmememi söyledi, ben de doğrudan Afganistan'dan yine çıktım.”
Bunlar açıkça ve büyük ölçüde zoraki geri göndermeler, ancak Türkiye hükümeti ısrarla bunların gönüllü geri dönüşler olduğu yolundaki kurguyu anlatmayı sürdürüyor. Halbuki İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Afganistan'a sınır dışı edilen Afganlarla yaptığı görüşmeler, "gönüllü geri dönüş" belgelerinin düzenli olarak formalite icabı kullanılmasına rağmen, sınır dışı edilmek üzere olan birçok Afgan’a sığınma talebinde bulunma veya sınır dışı edilmeye itiraz etme fırsatı verilmediğini ve gönüllü geri dönüş formlarındaki imza veya parmak izlerinin genellikle zorla, veya hileyle alındığını veya bunların sahte olduğunu gösteriyor.
Avrasya Araştırma Şirketi tarafından 2021 yılında Afganlar, Suriyeliler, Iraklılar ve diğer düzensiz göçmenler ve sığınmacılar hakkında Türkiye kamuoyunun görüşlerini ölçmek amacıyla yapılan ve katılımcıların yüzde 76'sının "bu kişilerin ülkeye girişleri engellenmeli, ülkede bulunanlar çok acil şekilde sınır dışı edilmelidir" ifadesine katıldığı anketten de anlaşılabileceği üzere Türkiye’de mülteciler ve göçmenler aleyhinde oluşmuş bir kamuoyu var ve sınır dışı edilmelerde 2021'den 2022'ye gözlemlenen büyük artış, en azından kısmen, bundan kaynaklanıyor olabilir.
Türkiye'de 2023 baharında genel seçimlerin yapılması bekleniyor ve önde gelen muhalefet partileri, seçim kampanyalarını mültecilerin ülkelerine geri dönmesi çağrısı üzerinden yürütüyorlar. 2021 yılında yapılan aynı kamuoyu araştırmasında, on katılımcıdan yedisinin hangi siyasi parti "bu kişileri sınır dışı etmeyi taahhüt ederse" ona oy vereceklerini söylediği görülüyor. Türkiye kamuoyunun çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapmaktan duyduğu "rahatsızlığa" işaret eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Avrupa'ya bir uyarıda bulunmuş ve "Türkiye'nin Avrupa'nın mülteci ambarı olmak gibi bir görevi, sorumluluğu, mecburiyeti deyoktur" demişti.
Şubat 2022'de İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı bir açıklama yaparak 16 ilde (Ankara, Antalya, Aydın, Bursa, Çanakkale, Düzce, Edirne, Hatay, İstanbul, İzmir, Kırklareli, Kocaeli, Muğla, Sakarya, Tekirdağ, ve Yalova) uluslararası koruma kayıtlarının alımının kabul edilmeyeceğini belirtti. Çataklı, ayrıca, nüfusun yüzde 25 veya daha fazlasının yabancılardan oluştuğu mahallelerde yabancıların ikamet izni başvurularının kabul edilmeyeceğini de söyledi. Çataklı, Türkiye genelinde 781 mahallede yaşayan yabancıların sayısının nüfusun yüzde 25'ini aşması nedeniyle, bu mahallelerde kayıtların kapatılmış olduğunu bildirdi. Haziran ayında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 1 Temmuz 2022'den itibariyle söz konusu oranın yüzde 20'ye düşürüleceğini ve yabancıların kaydına kapalı mahalle sayısının 1,200'e çıkarılacağını açıkladı.
Alınan uluslararası koruma kayıtları, 2018'den 2021'e yüzde 74 oranında düşerek 114,537'den 29,256'ya geriledi. 2021 yılında başvuru sahiplerinin yüzde 75'ini Afganlar oluşturuyordu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü ve Taliban'ın iktidarı ele geçirmesinden bu yana yanlarında aileleri olmaksızın Türkiye'ye gelmiş Afganistanlı erkeklerin hiçbiri İl Göç İdaresi Müdürlüklerine (İGİM) uluslararası koruma başvurusunda bulunamamıştı. Kendilerini kadın ya da çocuklardan oluşan bir aile grubunun parçası olarak tanıtmayan erkeklere (ki bunlar bu raporda "bekar erkekler" olarak anılmakla birlikte, raporda söz konusu ifadeyle bu şahısların medeni durumlarına atıfta bulunulmamaktadır) düzenli olarak, girmek istedikleri İGİM ofisinin kapalı olduğu, ofisin Afganistanlı erkeklerden başvuru almadığı söylenmiş ya da aylar sonrasına randevu verilmişti; geri geldiklerinde ise başvuru yapmaları yine mümkün olmamıştı. Bu sırada polisler ve jandarmalar önemli sayıda kayıtsız Afganı yakalayarak idari gözetim altına alıyor ve genellikle gönüllü geri dönüş formlarını imzalamaları için onları zorlayarak ya da kandırarak, Afganistan'a sınır dışı ediyordu.
Türkiye hükümeti, Eylül 2018'de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'ni (BMMYK) Türkiye'nin iltica sisteminde rol sahibi olmaktan çıkartarak, BMMYK’yı o zamana kadar Türk makamlarıyla birlikte yürüttüğü mülteci statüsü belirleme işlemlerini artık yapamaz hale getirdi. BMMYK'nın iltica prosedürünün dışında bırakılmasının etkisi, mülteci statüsü belirleme işlemlerinin BMMYK tarafından yürütüldüğü 2018 yılında 72,961 kişiye verilen uluslararası koruma statüsü sayısının, prosedürü yalnızca Türkiye Göç İdaresi Başkanlığı'nın (GİB) yönettiği 2019 yılında 5,449'a düşmesinde açıkça görülebilmektedir. BMMYK mülteci statüsü başvurularının belirlenmesinde artık bir rol oynamadığı için, idari gözetim altında tutulan sığınmacılara erişimi de büyük ölçüde azaltılmış durumdadır.
Bu raporda, Türkiye topraklarından ve Türkiye sınırlarından yapılan tüm geri itmelere derhal son verilmesi, sınırda silahla ateş açmanın durdurulması ve yasadışı eylemlerde bulunan tüm güvenlik görevlileri ile bunların komutanlarının disiplin yaptırımlarına ve gerektiğinde cezai kovuşturmaya tabi tutulması için, Türkiye Hükümetine çağrıda bulunulmaktadır. Raporda, bekar erkekler de dahil olmak üzere talep eden herkesin uluslararası koruma prosedürlerine erişimlerinin sağlanması, özel ihtiyaçları olan kişilerin tespitinde kullanılabilecek bir hassasiyet tarama mekanizmasının oluşturulması ve bu ihtiyaçların tüm iltica ve göç işlemleri boyunca karşılanması için, İl Göç İdaresi Müdürlüklerine de çağrıda bulunulmaktadır.
Raporda Avrupa Birliği ile AB üyesi ülkelere, Türkiye’nin AB hukukundaki “güvenli üçüncü ülke” standardını karşılamadığını tespit etmeleri çağrısında da bulunuluyor. Rapor, bunlar ve diğer devletler ile fon sağlayan kuruluşlara, Göç İdaresi Başkanlığı’na ve Türkiye'nin kıyılarında ve sınırlarında görev yapan kolluk birimlerine sağladıkları mali desteğin, insanların sığınma talebinde bulunma hakkının reddedilmesi ya da hayatlarının veya özgürlüklerinin tehdit altında olacağı veya işkence veya diğer ciddi zararlarla karşılaşacakları yerlere geri gönderilmesi amacıyla kullanılmamasını sağlamaya davet ediyor. Rapor, ayrıca tüm hükümetleri, Türkiye’deki Afganistanlı ve diğer mültecilerin yeniden yerleştirilebileceği yerlerin sayısını artırmaya davet ediyor.
Son olarak bu raporda, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (BMMYK), Eylül 2018'de Türkiye'nin iltica prosedüründeki rolünden çekilmesinden bu yana, Türkiye'de koruma görevini yerine getirip getirmediğini değerlendirmesi, bu değerlendirmeyi raporlaması ve sığınmacılar ve mülteciler adına Türk makamlarıyla daha güçlü bir şekilde iletişim kurması çağrısında bulunuluyor.
Tavsiyeler
Türkiye Hükümeti’ne
- Türkiye topraklarından ve sınırlarından yapılan tüm geri itmeleri derhal durdurun.
- Türk güvenlik ve kolluk kuvvetleri personelinin toplu sınır dışı etme, soygun, dayak ve diğer şiddet eylemleri de dahil olmak üzere göçmen ve sığınmacıların hayatlarına ve güvenliklerine risk teşkil edeneylemlerde bulunduğuna dair iddialar hakkında şeffaf, kapsamlı ve tarafsız bir soruşturma yürütün.
- Sınır muhafızlarına, ateşli silahlarını sadece hayati bir tehdit karşısında gerekli ve orantılı bir son çare olarak kullanmaları için talimat verin.
- Özellikle sınır bölgelerindeki ve geri gönderme merkezlerindeki kötü muamele iddialarını soruşturun ve yasadışı eylemlerde bulunan tüm görevlileri ve bunların amirlerini disiplin yaptırımlarına ve gerekirse cezai kovuşturmaya tabi tutun.
- İl Göç İdaresi Müdürlüklerine, bir aile grubunun parçası olmayan yetişkin Afganistanlı erkekler de dahil olmak üzere, talep eden herkesin uluslararası koruma prosedürlerine erişimini sağlamaları için talimat verin.
- Tüm uluslararası koruma taleplerinin tam ve adil bir şekilde değerlendirilmesini sağlayın.
- Ağustos 2021'de Taliban'ın yönetimi ele geçirmesinden önce uluslararası koruma talepleri reddedilmiş Afganların, Afganistan'da değişen ülke koşullarına dayalı olarak bu taleplerinin yeni baştan değerlendirilmesi için başvuruda bulunmalarına izin verin. Ayrıca, Türkiye'de uzun süredir ikamet eden ve daha önce uluslararası koruma talebinde bulunmamış Afganların değişen ülke koşullarına dayalı olarak başvuruda bulunmalarına izin verin.
- İdari gözetim altında tutulan göçmenlerin düzenli Kovid-19 testine, kişisel koruyucu ekipmana, sabuna, suya, güvenli hijyen için yeterli ve iyi havalandırılan tesislere ve yeterli tıbbi bakıma erişimlerinin sağlanmasını temin edin. Sosyal mesafeyi sağlamak için, idari gözetime alternatif uygulamaları işleme koymak da dahil olmak üzere, aşırı kalabalıklaşmaya karşı önlem alın.
- Sınır polislerine, kişilerin çocuk olması makul bir ihtimal dahilindeyse, beyan edilen yaşı kabul etmeleri için talimat verin. Bu gibi durumlarda, söz konusu şahıslar süratle çocuk koruma yetkililerinin gözetimine devredilmeli ve onlara en kısa süre zarfında bir vasi tayin edilmelidir. Yaş tespit muayenelerinin uluslararası standartlara göre yürütüldüğünden emin olun.
- Travma yaşamış kişiler de dahil olmak üzere engellilerin tespiti için tarama mekanizmaları oluşturun ve iltica ve göç prosedürleri süresince makul barınma imkanları sağlayın.
- Kendilerine tahsis edilen “uydu kent” dışında izinsiz olarak yakalananların seyahat kısıtlamalarına uymamaları halinde sınır dışı edilmelerini ya da diğer orantısız cezalara çarptırılmalarını birer tehdit ya da yaptırım aracı olarak kullanmaya son verin.
- BMMYK ve diğer bağımsız gözlemcilerin geri gönderme merkezlerine ve göçmenlerin tutulduğu diğer yerlere tam ve engelsiz bir şekilde erişmelerini sağlayın.
- "Gönüllü geri dönüş" prosedürlerine ilişkin, uluslararası standartlarla uyumlu, özgür ve bilgilendirilmiş rızayı teminat altına alan düzenlemeler geliştirin ve yayınlayın.
- Uyruk ve İGİM ofisi bazında uluslararası koruma başvurusu sayılarını, başvuru sahiplerinin uyrukları ve başvuruların karara bağlandığı iller bazında kabul edilen ve reddedilen başvuru sayıları ve uyruk bazında bekleyen dosya sayılarına ilişkin ayrıntılı istatistikleri düzenli olarak yayınlayın.
- İdari gözetim altında tutulan ve tutulmayan kişilerin gönüllü geri dönüşleri de dahil olmak üzere "gönüllü geri dönüşlere" ilişkin ayrıntılı istatistikleri uyruk, yaş, cinsiyet, çıkış tarihi ve sınır kapılarının veya çıkış limanlarının adları da dahil olacak şekilde , düzenli olarak yayınlayın.
- Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun, kayıtsız yabancıların barındırılmasını cezai yaptırıma tabi kılan 102. maddesini iptal edin.
- 1951'de imzalanan Mülteci Sözleşmesi'ne getirilen coğrafi sınırlamayı kaldırın.
Avrupa Birliği’ne ve AB Üyesi Devletlere
- Türkiye Hükümeti’ne, sınırlarındaki toplu geri itme uygulamalarına ve yeterli koruma sağlanmadan ve hukuki süreçler işletilmeden yapılan bireysel sınır dışı etme uygulamalarına derhal son vermesi çağrısında bulunun.
- Türk makamlarının AB tarafından finanse edilen geri gönderme merkezlerindeki göçmenleri "gönüllü geri dönüş" formlarını imzalamaları veya bunlara parmak basmaları için zorlamaya, kandırmaya veya bu formları tahrif etmeye yönelik eylemlerini, yıllık Türkiye raporu bağlamı da dahil olacak şekilde, kamuoyuna açık bir şekilde raporlayın.
- Geri gönderme merkezlerindeki hizmetlere yönelik her türlü AB fonunun ve desteğinin kullanımını, BMMYK izleme personelinin ve diğer bağımsız gözlemcilerin, geri dönüşün gönüllülüğünü değerlendirmek amacıyla Türkiye'deki tüm geri gönderme merkezlerine tam ve engelsiz erişiminin, idari gözetim altında tutulanlarla mülakat yapma imkanını da içerecek şekilde sağlanması koşuluna bağlayın.
- AB tarafından finanse edilen geri gönderme merkezlerinde göçmenlere ve sığınmacılaran yönelik ayrımcı muameleler konusunda Türkiye'yi hukuken sorumlu tutun.
- Kamuoyuna açık bir insan hakları etki değerlendirmesi geliştirin ve AB'nin Türkiye'ye sağladığı fonların sınır yönetimi ve geri gönderme merkezleri bağlamında insan hakları ihlallerine katkıda bulunmadığından emin olmak amacıyla bağımsız bir raporlama mekanizmasına izin vermesi için Türkiye'ye baskı uygulayın.
- Avrupa Komisyonu ve AB Sığınma Ajansı, Türkiye'nin AB Sığınma Prosedürleri Direktifinin 38. Maddesinde belirtilen kriterlere göre güvenli bir üçüncü ülke olmadığını kamuoyuna açıklamalıdır.
- Avrupa Komisyonu, Türkiye'yi güvenli üçüncü ülke olarak belirleyen Ortak Bakanlar Kararını yürürlükten kaldırması için Yunanistan'a acilen baskı yapmalı ve makul bir süre içerisinde bunu yapmaması halinde hukuki süreç başlatmalıdır.
Avrupa Konseyi'ne
- İşkenceyi Önleme Komitesi, geri gönderme merkezlerini ve sığınma başvurusunda bulunma potansiyeli olan diğer kişilerin Türkiye'de alıkonulduğu diğer yerleri ziyaret etmek için çaba sarfetmelidir.
- İnsan Hakları Komiserliği ve Genel Sekreterlik göçmenler ve mülteciler Özel Temsilciliği gibi ilgili ofislerin katılımıyla, Türkiye'nin dış sınırlarında ve geri gönderme merkezlerinde göçmenlerin insan hakları durumlarını gözlemleyin ve kamuoyuna açık bir şekilde raporlayın; Türkiye'nin güvenli bir üçüncü ülke olarak görülmemesi gerektiğini kamuoyuna açıklayın.
AB ve AB Üyesi Devletler dahil olmak üzere Yeniden Yerleşim Ülkeleri ile Bağışçı Ülkelerin Hükümetlerine
- Türkiye hükümetine, sınırlarındaki toplu geri itme uygulamalarına ve yeterli koruma sağlanmadan ve hukuki süreçler işletilmeden yapılan bireysel sınır dışı etme uygulamalarına derhal son vermesi çağrısında bulunun.
- Göç İdaresi Başkanlığı’na ve Türkiye'de kıyılarda ve sınır bölgelerinde görev yapan kolluk birimlerine sağlanan mali desteğin, toplu sınır dışı etme, insanlık dışı ve aşağılayıcı koşullarda idari gözetim veya göçmenlere, sığınmacılara ve mültecilere yönelik uluslararası standartlarla bağdaşmayan muamele ve diğer eylemler için kullanılmamasını sağlayın.
- Türkiye'deki sığınmacılara, mültecilere ve göçmenlere hukuki yardım sağlanmasını desteklemek için daha fazla kaynak ayırın.
- Yabancı düşmanlığı ve yabancılara yönelik ayrımcılıkla mücadele etmek için Türkiye kamuoyuna hitap edecek kampanyalar düzenlenmesi amacıyla daha fazla kaynak sağlayın.
- Türkiye'deki Afgan ve diğer mültecilerin yeniden yerleştirileceği yerlerin sayısını artırın ve Afgan ve diğer üçüncü ülke vatandaşlarının aile birleşimi, eğitim ve istihdam amacıyla Türkiye'den güvenli, yasal ve düzenli bir şekilde göç edebilmeleri için cömert tamamlayıcı yollar oluşturun ve bunu sürdürün.
BM Mülteci Ajansı'na (BMMYK)
- BMMYK'nın Türkiye'nin İran ve Suriye sınırlarındaki geri itmelere ilişkin izleme ve belgeleme çalışmalarını kamuya açık bir şekilde paylaşın ve Türkiye hükümetine, sınırlarındaki toplu geri itme uygulamalarına ve yeterli koruma sağlanmadan ve hukuki süreçler işletilmeden yapılan bireysel sınır dışı etme uygulamalarına derhal son vermesi çağrısında bulunun.
- BMMYK'nın Eylül 2018'de Türkiye'deki mülteci statüsü belirleme sürecinden çıkarılmasının etkilerine ilişkin bir çalışma yürütün, bu çalışmayı raporlayın ve BMMYK'nın yetki alanının Türkiye'deki sığınma sistemine daha fazla dahil olmayı mı yoksa bu sistem dışında sığınmacılar ve mülteciler adına daha güçlü müdahalelerde bulunmayı mı gerektirdiğini yeniden değerlendirin.
- Geri gönderme merkezlerine ve potansiyel sığınmacıların Türkiye'de idari gözetim altında tutulduğu diğer yerlere tam ve engelsiz erişim talep edin. BMMYK'nın Türkiye'de göçmen gözetiminde bulunan kişilere erişiminin önündeki engeller hakkında düzenli olarak bilgi verin.
- Üçüncü devletleri, Türkiye'deki koşullu mültecilere yönelik yeniden yerleştirme sayılarını ve tamamlayıcı koruma yollarını artırmaya teşvik edin.
- Afganistan'dan Kaçan Kişilerin Uluslararası Koruma İhtiyaçlarına İlişkin Uygunluk Kılavuz İlkelerini güncelleyerek yayınlayın ve Afgan mültecilerin geri dönüşünü, güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüş koşulları mevcut olmadığı için teşvik etmemeyi veya kolaylaştırmamayı sürdürün.
Metodoloji
Bu rapor, 68 Afgan (53 erkek, 3 kadın, 1 kız çocuk ve 11 erkek çocuk) ile yapılan görüşmelere dayanmaktadır. Görüşülenlerden 38'i Ocak 2021 ile Nisan 2022 arasında yaşanmış 114 geri itme olayını anlatmıştır. Bu olaylarda geri itilen kişilerin toplam sayısı tahmin edilemese de, bunların tamamının toplu geri itme olayları olduğu ve bazı vakalarda büyük grupların söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.
Otuz görüşme Mayıs ve Haziran 2022'de Türkiye'de yüz yüze gerçekleştirilmiştir. On görüşme, Türkiye’de, yüz yüze görüşmekten çekinen kişilerle, telefonla yapılmıştır. Dört görüşme Afganistan'a sınır dışı edilen ve bu ülkede bulunan kişilerle, bir görüşme ise Türkiye'den Afganistan'a sınır dışı edilen ancak daha sonra İran'a kaçan ve bu ülkede bulunan bir kişiyle telefonla gerçekleştirilmiştir. Diğer 23 görüşme ise, Kasım 2021 ile Nisan 2022 tarihleri arasında ABD'de bulunan insan hakları araştırmacıları ile Türkiye'de bulunan Afganistan vatandaşları arasında telefonla gerçekleştirilmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü bir kişiyle hem Amerika Birleşik Devletleri'nden telefonla, hem de altı ay sonra Türkiye'de yüz yüze görüştü. Tüm görüşmeler Dari, Peştu veya Türkçe'den İngilizce'ye çeviri yapan tercümanlar vasıtasıyla gerçekleştirilmiş, iki görüşme ise tercümanların hazır bulunduğu bir ortamda, İngilizce olarak yapılmıştır.
Telefonla yapılanlar da dahil olmak üzere tüm görüşmeler ya tamamen yalnız ya da görüşülen kişinin yakın aile üyelerinin hazır bulunduğu özel ortamlarda, gizlilik güvencesi verilerek gerçekleştirilmiştir. Araştırmacılar, tüm görüşmecileri, görüşmelerin amacı, gönüllülük esasına dayandığı ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün bilgileri nasıl kullanacağı hakkında bilgilendirmiştir. Görüşülenlerin hepsine soruları yanıtlamayı reddedebilecekleri veya görüşmeyi istedikleri zaman sonlandırabilecekleri söylenmiştir. Araştırmacılar, görüşülen kişilere, görüşmeler için herhangi bir ödeme almayacaklarını, kendilerine hizmet veya başka bir kişisel fayda sağlanmayacağını belirtmiştir. Gizliliği korumak amacıyla, tüm Afgan görüşmeciler için takma isimler kullanılmıştır.
Bu raporda "bekar erkekler" terimi kullanıldığında şahısların medeni durumlarına atıfta bulunulmamakta, söz konusu erkeklerin yanlarında ailelerinin kadın üyeleri olmaksızın seyahat ettikleri kastedilmektedir.
"Geri Gönderme Merkezlerindeki İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Koşullar ve Kötü Muamele" bölümünde, aynı geri gönderme merkezlerinde tutulan Suriye vatandaşlarının bazı anlatımları da yer almaktadır. İnsan Hakları İzleme Örgütü bu görüşmeleri Türkiye'deki Afganlar üzerine yaptığı araştırmayla aynı zamanda gerçekleştirdi. Bu raporla ilgili oldukları değerlendirilmiş olsa da, söz konusu görüşmeler bu rapor için yapılan görüşmelerin sayısına dahil değildir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca Türkiye'deki beş sivil toplum kuruluşunun temsilcileri ve avukatlar, üç yabancı diplomat ve iki BM ajansı ile görüştü.
İnsan Hakları İzleme Örgütü 20 Eylül 2022 tarihinde Kam Air ve Ariana Havayolları'na birer mektup yazarak, Kam Air ve Ariana Havayolları uçaklarının Afganların Türkiye'den Afganistan'a zorla sınır dışı edilmesinde kullanılmasına ilişkin bulgularımızın bir özetini ve sorularımızı iletti. Baskıya girdiğimiz an itibariyle, her iki şirketten de henüz bir yanıt gelmemişti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü 11 Ekim 2022 tarihinde Ankara'daki Afganistan Büyükelçiliği ve İstanbul'daki Afganistan Konsolosluğu'na birer mektup yazarak bu raporun bulgularının bir özetini ve sorularını iletti. Ankara'daki Afganistan Büyükelçiliğinden 13 Ekim'de bir yanıt aldık ve ardından rapor bulgularını tartışmak üzere ilgili elçilik personeli ile bir Zoom toplantısında bir araya geldik. Baskıya girdiğimiz tarihte, İstanbul’daki Afganistan Konsolosluğu’ndan bir yanıt gelmemişti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü 18 Ekim 2022 tarihinde İçişleri Bakanı'na, bu raporun bulgularının bir özetini yetkililere sunmak ve bir dizi ayrıntılı soru yöneltmek amacıyla bir mektup kaleme aldı, söz konusu mektubun bir nüshasını da İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı'na (GİB) iletti. Göç İdaresi Başkanlığı Dış İlişkiler Daire Başkanı İbrahim Bozbey, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün mektubuna raporun basım tarihine kadar yazılı bir cevap vermelerinin mümkün olmadığını bildirdi. Dolayısıyla, İnsan Hakları İzleme Örgütü bu raporda, Göç İdaresi Başkanı Dr. Savaş Ünlü'nün 24 Ekim'de kısa bir rapor olarak yayınlanmış bulunan Suriyeli mültecilerin Türkiye'den Suriye'ye sınır dışı edilmesiyle ilgili benzer araştırmaya ilişkin 21 Ekim tarihinde verdiği yazılı yanıtına atıfta bulundu.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Dr. Savaş Ünlü ve çalışma arkadaşlarıyla rapor yayınlanmadan önce görüşebilmek amacıyla, İbrahim Bozbey'e de danışarak, Afganlarla ilgili bu raporun 16 Kasım için planlanan yayın tarihini 18 Kasım'a erteledi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu raporun araştırma aşamasında, Göç İdaresi Başkanlığı ile araştırmacı Türkiye'deyken yüzyüze, araştırmacı Türkiye’den ayrıldıktan sonra ise çevrimiçi bir görüşme yapmak amacıyla yoğun çaba sarf ettiğini, ancak Göç İdaresi Başkanlığı’nın bu taleplere olumlu yanıt veremediğini belirtir.
I. Arkaplan
Türkiye Güvenli Bir Üçüncü Ülke Değildir
Türkiye resmi olarak yaklaşık 3,6 milyon Suriyeliye geçici koruma rejimi kapsamında ev sahipliği yapmaktadır. Ülkede bunların dışında Suriyeli olmayan, çoğunluğu Afganistanlı 320 bin sığınmacı, şartlı mülteci ve ikincil korumadan yararlanan kişiler de bulunmaktadır.[1] Küresel olarak yerinden edilmiş ve sınır aşmak zorunda kalmış tüm insanların %15'ini misafir eden Türkiye, dünya çapında en çok mülteciye ev sahipliği yapan bir ülke olarak haklı bir uluslararası takdir ve destek kazanmıştır.[2] Ne var ki Türkiye’nin Avrupalı olmayan mülteciler için güvenli bir sığınma ülkesi olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Gelgelelim, Avrupa Konseyi 18 Mart 2016 tarihinde, Yunan adalarına gelen üçüncü ülke vatandaşlarının iltica taleplerinin kabul edilemez olduğuna ilişkin bir “AB-Türkiye bildirisi” yayınlamış ve bu bildiride Türkiye’nin bir güvenli üçüncü ülke olduğu tasavvurunu öne sürmüştü.[3]
Güvenli üçüncü ülke kavramı AB'nin Sığınma Prosedürleri Yönergesi’nde yer almaktadır.[4] Bu yönergenin 38. maddesi, diğer kriterlerin yanı sıra, üçüncü bir ülkenin “[kişilerin] mülteci statüsü talep etme ve mülteci olduklarının tespit edilmesi halinde, Cenevre Sözleşmesi uyarınca koruma altına alınma imkanı varsa" güvenli kabul edilebileceğini öngörmektedir.[5] Bu raporda, başta “bekar erkekler” olmak üzere çok sayıda Afganistanlının uluslararası koruma taleplerinin değerlendirilmesi için işletilmesi gereken her çeşit prosedüre erişimlerinin düzenli olarak engellendiği ve birçoğunun, uluslararası koruma taleplerinin kısmen incelenerek ya da hiç incelenmeden Afganistan'a sınır dışı edildikleri belgelenmektedir.
Türkiye'nin 1951 Mülteci Sözleşmesi'ne katılımı, sadece Avrupa'daki zulümden kaçan kişileri mülteci olarak kabul eden coğrafi bir sınırlama içeriyor;[6] bu da Afganistanlılar ile Avrupalı olmayan diğer sığınmacıların Türkiye'de hiçbir zaman tam mülteci statüsünden yararlanamayacağı anlamına geliyor. Sığınma Prosedürleri Yönergesi’nin 39. maddesi, Avrupa'daki güvenli üçüncü ülkelerin Mülteci Sözleşmesi hükümlerine "herhangi bir coğrafi sınırlama olmaksızın"[7] riayet etmesini gerektirmektedir ki bu da Türkiye'yi fiilen "Avrupa'daki güvenli üçüncü ülke" kategorisinin dışında bırakmaktadır. Coğrafi sınırlamayı sürdüren sadece iki Avrupa ülkesi vardır: Monako ile Türkiye. Türkiye, amacı genel olarak Mülteci Sözleşmesi üzerindeki zaman ve coğrafi sınırlamaları kaldırmak olan 1967 Protokolü'ne taraf olduğunda bile, coğrafi sınırlamayı sürdüreceğini açıkça beyan etmiştir.[8]
Türkiye hükümeti, uluslararası mülteci koruma ilkelerine bağlılığını göstermek amacıyla ve AB üyeliği hedefinin bir parçası olarak,[9] Mülteci Sözleşmesi'ne koyduğu coğrafi sınırlamayı muhafaza etmekle birlikte, 2013 yılında 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nu (“Yabancılar Kanunu”) kabul ederek, Sözleşme'deki mülteci tanımına uyan Avrupalı olmayan kişilerin "şartlı mülteci" olarak nitelendirilmesine olanak tanıyan yasal bir "uluslararası koruma" kategorisi oluşturdu.[10] 62. madde uyarınca, şartlı mültecilere, uluslararası mülteci tanımı kapsamında mülteci olma koşullarını taşımalarına rağmen, Türkiye'ye sığınma hakkı verilmiyor, bunların sadece "üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar geçici olarak Türkiye'de kalmalarına izin veriliyor.[11] 21 Ekim 2022 itibarıyla, 320,000 şartlı mülteci, sığınmacı ve ikincil korumadan yararlanan kişinin yanı sıra şartlı mülteci olarak sınıflandırılmayan ancak geçici korumadan yararlanan 3,6 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapan Türkiye'den,[12] 2022 yılında, yalnızca 1,963 şartlı mülteci üçüncü ülkelere yerleştirilmişti.[13] Tamamlayıcı koruma olarak da bilinen ikincil koruma, Yabancılar Kanunu kapsamında mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak ölüm cezasına mahkum edilme veya ölüm cezasının infaz edilmesi, işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye veya cezaya maruz bırakılma ya da silahlı çatışmalardan kaynaklanan ayrım gözetmeyen şiddete maruz kalma gibi ciddi tehditlerle karşı karşıya olan kişiler için mevcut;[14] geçici koruma ise Yabancılar Kanunu uyarınca kitlesel akının bir parçası olarak Türkiye'ye gelen veya Türkiye sınırlarını geçen ve ülkelerine geri dönemeyen kişilere sağlanmaktadır.[15]
Yabancılar Kanunu’nda, Türkiye'de uluslararası koruma talep eden tüm uyruklardan kişilerin bütün statü belirleme prosedürlerini yürütme ve bunları kayıt altına alma konusunda tek yetkili makam olarak Türkiye Hükümeti belirlenmiş olduğundan, Türkiye hükümeti Eylül 2018'de BMMYK'yı Türkiye'nin sığınma sistemine katılımdan çıkarmıştır. O zamandan bu yana BMMYK önemli ölçüde dışlanmıştır. BMMYK, Eylül 2018'e kadar Türk makamlarıyla birlikte yürüttüğü mülteci statüsü belirleme işlemlerini artık gerçekleştirmemektedir. BMMYK'nın iltica prosedürünün dışında bırakılmasının etkisi, mülteci statüsü belirleme işlemlerinin BMMYK tarafından yürütüldüğü 2018 yılında 72,961 kişiye verilmiş olan uluslararası koruma hibelerinin sayısının, prosedürün yalnızca Türkiye Göç İdaresi Başkanlığı'nın (GİB) tarafından yürütüldüğü 2019 yılında 5,449'a düşmesinden açıkça anlaşılmaktadır.[16] BMMYK artık mülteci statüsü taleplerinin belirlenmesinde bir rol oynamadığı için, idari gözetim altında tutulan sığınmacılara erişimi de büyük ölçüde azalmıştır.
2017 yılında Afganistan ve Pakistan vatandaşlarının AB-Türkiye Bildirisi'ne yaptıkları yasal bir itirazı değerlendiren Avrupa Birliği Adalet Divanı, bildirinin başlığına rağmen, bunun AB ile Türkiye arasında bir anlaşma olmadığı, daha ziyade üye devletlerin liderleri ve Türkiye tarafından kabul edilen bir düzenleme olduğu gerekçesiyle davada yargı yetkisinin bulunmadığını belirterek Türkiye'nin güvenli üçüncü ülke olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği konusunda karar oluşturmayı reddetti.[17]
Haziran 2021'de bu üye devletlerden biri olan Yunanistan, Türkiye'yi başkaca diğer ülkelerin yanı sıra Afganistan'dan gelen sığınmacılar için güvenli üçüncü ülke ilan etti.[18] Türkiye'den giriş yaptığı anlaşılan ve Türkiyeli olmayan sığınmacılar, Yunanistan topraklarında sığınma talebinde bulunduklarında, sığınma taleplerinin esastan incelenmesi için Türkiye'ye iade edilip edilemeyeceklerinin belirlenmesi amacıyla hızlandırılmış bir kabul edilebilirlik prosedürüne tabi tutuluyorlar.
Sığınma taleplerinin tam ve adil bir şekilde esastan incelenmesi olasılığı, bu amaca yönelik prosedürlere erişim imkanının bulunduğu varsayımına dayanmaktadır; ancak bu raporda da belgelendirildiği üzere, Türkiye söz konusu olduğunda böyle bir varsayımda bulunmak mümkün değildir. Bununla birlikte, Türkiye'nin AB'nin güvenli üçüncü ülke kriterlerini karşılamamasının en temel nedeni, Yabancılar Kanunu’nun 4’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının geri göndermeme (nonrefoulment) ilkesini resmen ve açık bir şekilde kabul etmesine rağmen, bu ilkeye riayet edilmemesidir.[19] Bu raporda belgelendirildiği üzere Türkiye Afgan sığınmacıları, geri göndermeye karşı yeterli korumalar olmaksızın, hem geri iterek, hem de sınır dışı ederek, Türkiye’den zorla uzaklaştırıyor. Bu tür ihlaller yıllardır yaşanıyor ve başka uyruklardan insanları da kapsıyor.[20]
Türkiye İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanı Dr. Savaş Ünlü, 22 Ekim 2022 tarihinde İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne gönderdiği mektupta şunları söyledi:
Bu çabalarını uluslararası ve ulusal mevzuata uyumlu bir şekilde yürüten ülkemiz 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun geri gönderme yasağını belirten 4. Maddesine… ve 1951 Cenevre Sözleşmesinde kabul edilen geri göndermeme ilkesine (non-refoulment) tamamen uymaktadır. Bu bağlamda bir yabancı ancak güvenli olan menşe ülkesine veya üçüncü bir ülkeye sınır dışı edilmektedir.[21]
Afganlar Afganistan'dan Neden Kaçıyor?
Afganların Afganistan'ı terk etmesine neden olan çok sayıdaki etkeni ayrıntılı bir şekilde gözden geçirmek bu raporun kapsamı dışında olsa da, bu rapor için görüşülen kişilerin çoğu, birçok vakada siyasi, kişisel, ekonomik ve çevresel faktörlerin bir karışımından müteşekkil varoluşsal tehditlerden bahsettiler.
Taliban, Ağustos 2021'de Afganistan'ın kontrolünü ele geçirmesinin ardından, temel insan haklarını sert bir şekilde kısıtlayan çok sayıda yeni politikayı uygulamaya koydu. Taliban güçleri eski hükümet yetkililerine ve güvenlik güçleri personeline yönelik yargısız infazlar, keyfi gözaltılar, ve işkenceler gerçekleştirdi.[22] IŞİD ile bağlantılı olduğu düşünülen kişileri yargısız infaz ettiler.[23] Gazetecileri keyfi olarak gözaltına aldılar, hücrede alıkoydular, işkence ve kötü muamelede bulundular.[24] Aynı dönemde IŞİD’in Afganistan koluyla bağlantılı kişiler, etnik Hazaraları, Afgan Şiileri, Sufileri ve diğer grupları hedef alan birçok büyük bombalama eylemi gerçekleştirerek yüzlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden oldu.[25]
ABD, Dünya Bankası ve diğer bağışçıların Afganistan Merkez Bankası'nın yabancı varlıklarına ve mali yardıma erişimini kesmesiyle Afganistan ekonomisinin Ağustos 2021 sonrasında büyük ölçüde çökmesi ve milyonlarca insanın maaşını kaybetmesi, durumu daha da kötüleştirdi.[26] 2022'de Afganistan nüfusunun yüzde 95'inden fazlası ciddi gıda güvensizliğinin yanı sıra ilaç kıtlığı ve yetersiz beslenmeye bağlı hastalıkların artışı gibi risklerle karşıya kaldı.[27]
Bu rapor için görüşülen kişilerin çoğu, 1951 Mülteci Sözleşmesi'nde koruma altına alınan beş temelde (ırk, din, milliyet, belirli bir sosyal gruba mensubiyet veya siyasi görüş) "zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korkma" standardına uymaktadır. Diğerleri ise geleneksel mülteci tanımı kapsamına girmeyebilir, ancak yine de hayatlarına ve fiziksel bütünlüklerine yönelik diğer ciddi tehditler nedeniyle korunmaları zorunlu bir ihtiyaç teşkil etmektedir. Bazıları Türkiye hukuku kapsamında da kabul gören bu tür tehditler[28] nedeniyle, uluslararası korunma onların da hakkıdır.
1951 Mülteci Sözleşmesi standartlarını kolayca karşılayan gruplar arasında Ocak 2022'den bu yana Kabil, Mezar-ı Şerif ve Kunduz'daki saldırılarda yüzlercesi öldürülen Hazara azınlığın mensupları sayılabilir.[29] Afganistan'da ayrımcılığa ve saldırılara hedef olan diğer gruplar arasında eski hükümet ve Afganistan Ulusal Güvenlik Güçleri (ANSF) ile ilişkili kişiler, askeri personel, polisler, istihbarat servisi üyeleri; LGBT bireyler ve gazeteciler yer almaktadır.[30] Taliban'ın yeniden iktidara gelmesinden bu yana kadınlar ve kız çocukları da haklarına yönelik yaygın ve sistematik saldırılara maruz kalmıştır.[31]
Ekonomik kriz de Afganların ülkeyi terk etmesine yol açıyor ya da bu kararı almalarına katkıda bulunuyor. Afgan bir insani yardım görevlisi Temmuz ortasında İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne yetersiz beslenmenin yaygınlığını şu sözlerle anlattı: “İnsanlar yiyecek bir şey bulamıyor. Gözünüzün önüne getiremeyebilirsiniz ama çocuklar açlıktan ölüyor... Özellikle köylere gittiğinizde durum çok vahim.” Son iki ay içinde 5 ve 2 yaşlarındaki iki çocuğunu açlıktan kaybeden bir aile tanıdığını söyleyen aynı görevli, “2022'de bu inanılmaz bir şey,” diyor.[32]
Birçok Afgan hayatlarını çiftçilik ve hayvancılık yaparak idame ettiriyor. Bir yandan iklim değişikliğinin etkileri, bir yandan da Taliban'ın eylemleri hayatta kalma mücadelesini tehlikeli boyutlara taşıyor. Bazı bölgelerde tüketime veya satışa yönelik gıda hasadı artık yapılamadığından, mahsul kıtlığı insanları yerlerinden ediyor. Görüşülen kişilerden biri İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne Afganistan’ı "Taliban tarlalarımızı aldığı için" terk ettiğini söyledi.[33] Bir diğeri ise "tarlalarımızı sulamak için yeterli su olmadığı ve ürünlerimizden para kazanamadığımız için [terk ettik],” dedi.[34]
Afganistan’da yaklaşık 20 milyon insan, ki bu toplam nüfusun yarısı, Dünya Gıda Programı'nın (WFP) değerlendirme sistemine göre 3. seviye "kriz" ya da 4. seviye "acil durum" düzeyinde gıda güvensizliği yaşamaktadır.[35] Save the Children'a göre, gıdasız kaldıklarında ölme riski özellikle yüksek olan 5 yaş altı bir milyondan fazla çocuk uzun süreli akut beslenme yetersizliği yaşıyor.[36] Temmuz 2022'de WFP, Ghor vilayetinde, on binlerce insanın kıtlığın habercisi olan "felaket" düzeyindeki 5. seviye akut gıda güvensizliğine düştüğünü bildirdi.[37]
Genel olarak, Afganların yüzde 90'ından fazlası Ağustos 2021'den bu yana o veya bu şekilde gıda güvensizliği yaşıyor, öğün atlıyor veya bir günü hiç yemek yemeden geçiriyor ve yiyecek için ödeme yapmak amacıyla çocukları işe göndermek ve hatta bazı haberlere göre[38], çocuklarını satmak gibi bir takım aşırı önlemlerle durumla başa çıkmaya çalışıyor.[39] Afganistan’ın ekonomik çöküşünde kısmen pay sahibi olan unsurlar arasında Taliban’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından çoğu ailenin gelirlerinde gözlemlenen düşüş ile birlikte, yabancı bağışçıların eğitim ve sağlığın da dahil olduğu alanlarda, insani yardım ve kalkınma amaçlı çok sayıdaki kalemde, hükümete verdiği dış bütçe desteğini askıya alma kararları da bulunuyor.
II. Türkiyeli Yetkililer Tarafından Uygulanan Geri İtme, Şiddet ve İhlaller
Türkiye'nin geri göndermeme ilkesini Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 4’üncü maddesi 1’inci fıkrasında resmen ve açıkça kabul etmiş olmasına rağmen[40], Türkiye Afgan sığınmacıları, hem bu bölümde belgelendiği üzere, kara sınırlarından geri iterek, hem de, "Afganistan'a Sınır Dışı Etme Vakaları" ve "Afganistanlıların Suriye'ye Sınır Dışı Edilmesi" bölümlerinde belgelendiği üzere, geri göndermeye karşı yeterli koruma sağlamadan uçakla Afganistan'a veya karayoluyla Suriye'ye sınır dışı ederek, zorla uzaklaştırıyor.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 11 Haziran 2022 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin 2,6 milyon kişinin sınırlarını geçmesini engellediğini söyledi ancak kesin bir zaman dilimi vermedi.[41] 20 Ekim 2022 itibariyle, Türkiye İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı (GİB) 2022 yılında "ülkemize girişi engellenen düzensiz göçmen sayısı 238 bin 448 dedi.[42] Bu süre zarfında Türkiye 92,583 Afganı "düzensiz göçmen" olarak yakaladı.[43] Bu bölümde belgelenen geri itmelerin birçoğunun hiçbir resmi prosedür uygulanmadan yürütülmüş olduğu göz önüne alındığında, bu resmi sayının gerçek sayının altında olması ihtimal dahilindedir.
Geri itme uygulamaları, Türkiye'nin kendi iç hukukuna aykırı olduğu gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki toplu sınır dışı etme yasağı, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi'ndeki adil yargılanma hakkı ve 1951 Mülteci Sözleşmesi kapsamındaki geri göndermeme ilkesi de dahil olmak üzere birçok bağlayıcı insan hakları hukuk normunu da ihlal etmektedir.[44]
Türkiyeli güvenlik görevlileri sadece geri itmeler sırasında değil, görüştüğümüz bazı kişilerin anlatımlarına göre yaşadıkları deneyimin her aşamasında şiddet uygulamış. Örneğin, Paktia Eyaletinden 25 yaşındaki gazeteci Bedar, 30 Ağustos 2021'de İran'dan Türkiye’ye geçtikten sonra yakalandığında; ilk götürüldüğü Tatvan'daki polis karakolunda; buradan nakledildiği Van'daki polis karakolunda ve İran'a geri itilmeden önce jandarmalar tarafından hem bizzat yaşadığı hem de tanık olduğu acımasız ve aşağılayıcı muameleyi şöyle anlatıyor:
Polis orada bulunduğum süre boyunca beni dövdüğü için yaralanmıştım ve canım acıyordu. Gardiyanlar her vardiya değiştirdiğinde, yeni gelenler gelip bizi dövüyordu. Onlara gazeteci olduğumu, hayatımın tehlikede olduğunu ve Türkiye'de kalmayacağımı, Avrupa'ya gitmek istediğimi söyledim ama beni dinlemediler. Bizi coplarla ve inşaatlarda kullanılan türden demir çubuklarla dövdüler. Ellerime, kollarıma ve bacaklarıma vurdular. Kanayan açık yaralarım vardı. Bir noktada Afganlara ve Pakistanlılara birbirlerini dövmelerini emrettiler.
Tatvan polis karakolunda bir gece kaldıktan sonra bizi Van polis karakoluna naklettiler. Sonra bizi jandarmalara teslim ettiler, onlar da bizi sınıra götürdü. Sınırda da dayak yedim. Türkiye'ye bir daha gelmememiz için bize ders olsun diye Türkiye'nin toprağını yedirdiler. Sınırda, tuvaleti kullanmak isteyen 15 yaşında bir çocuk vardı ama polis ona izin vermedi. Çocuk dayanamadı ve olduğu yerde yaptı. Polisler bunu görünce gelip çocuğa idrarın üzerine toprak koymasını söylediler, sonra da tümseği öpmesini istediler. "Türkiye bir cennet, buraya tuvaletinizi nasıl yaparsınız?” dediler.
Grubumuzda 30 kişiydik, aramızda üç kadının da bulunduğu iki aile vardı. Bizi İran'a göndermeden önce eşyalarımızı aldılar ve yaktılar. Sadece bir tişört ve bir pantolon geri verdiler. Bizi sınırın ötesine itmedenönce İran polisi var mı diye kontrol ettiler ve İran polisi olmadığını görünce bizi gönderdiler.[45]
Şiddet İçeren Geri İtme Vakaları
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü ve İran sınırında Türk yetkililerle karşılaşan tüm bekar erkekler ve erkek çocuklar Türk yetkililerin kendilerini veya beraberlerindeki kişileri darp ettiğini veya bunlara başka şekillerde kötü muamelede bulunduğunu ya bizzat yaşamış ya da bunlara tanık olmuşlar. Birçok vakada görüşülen kişiler kendilerini yakalayan veya kendilerine ateş eden yetkililerin kimliklerinden (polis mi, asker mi, jandarma mı olduklarından) emin olamasalar da, görüşülenlerden hiçbiri bunların Türkiyeli güvenlik görevlileri olduğuna ilişkin herhangi bir kuşku dile getirmedi, böyle kuşkuların olduğu bir vakadan bahsetmedi. Çoğu vakada İran sınırındaki Türkiyeli yetkililer, askeri tarzda bej ve genellikle kamuflajlı üniformalar giymiş olarak tarif edilirken, bazı vakalarda karşılaşılaşılan yetkililerin giydikleri üniformalar koyu renkli olarak betimlendi. Görüşülenlerden bazıları, hem sınırda, hem de ülkenin içinde karşılaştıkları yetkililerin üniformalarında “Jandarma” veya “Polis” yazdığını belirttiler, ancak bazıları da üniformalarda bir yazı gördüklerini hatırlamadıklarını söylediler. Dolayısıyla "polis" veya "sınır muhafızı" gibi ifadeler bu genel anlamda anlaşılmalıdır. Eğer "jandarma" terimi kullanılmışsa, görüşülen kişi kırsal bölgelerde görev yapan kolluk güçlerinden bahsediyor demektir.
Toplu sınır dışı edilmeler çeşitli şekillerde gerçekleşiyor, ancak bunların arasında en bariz ve korkunç olanı, sınırı geçerken yakalandıktan hemen sonra hiçbir resmi işlem yapılmadan geri itilmek. Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden kısa bir süre sonra Afganistan'dan kaçan 28 yaşındaki Gaznili, eskiden Afganistan ordusunda asker olan Zayan, Türkiye'den İran'a ilk olarak 18 Aralık 2021'de geri itilmiş. Sınırı yaklaşık 200 kişilik bir grupla geçmiş. Yaşadıklarını “Türkiye polisi ‘bizi korkutmak için’ önce havaya ateş açtı”, diye anlatıyor. Sonra da dayak başlamış:
15 polis vardı; herkese dayak attılar. Bazılarımıza silahlarının dipçikleriyle vurdular. Çocukları bile dövdüler. Dayaktan yaralanan bir kadın ve bir de çocuk gördüm. Polis kadını copuyla darp ettiği için kadının sağ bacağı kırıldı. Benim sırtıma da polis tarafından dört beş kez copla vuruldu. Kıştı ve hava soğuktu, bundan dolayı insanların üzerinde çok giysi vardı. Ve Türkiye polisi sıcak tutan giysilerimizi, cep telefonlarımızı, çantalarımızı ve ayakkabılarımızın bağcıklarını aldı. Hiçbirini bir daha geri vermediler. Hiç kimsenin onlarla konuşmasına izin verilmedi. Onlara yalvardık, ülkemizin kötü durumda olduğunu anlatmaya çalıştık, ama bizi dinlemediler. Doğrudan İran’a geri itildik. Hiçbir zaman bir kampa götürülmedik.[46]
Afganistan'ın Laghman şehrinden 20 yaşındaki Aref 30 kişiyle birlikte, 6 Mayıs 2022'de sabah saat 4'te Maku yakınlarından Türkiye'ye giriş yapmış. Sınıra örülmüş duvarı geçtikten sonra 20 dakika kadar daha yürümüşler ki aniden üzerlerine parlak ışıklar tutulmuş ve onlara doğru ateş açılmış:
Bizi yakaladıkları gibi duvara geri götürdüler. Sırt çantalarımızı ve diğer eşyalarımızı aldılar, cep telefonlarımızı kırdılar, bizi iç çamaşırlarımıza kadar soyup, dövdüler. Bizi yüzümüz duvara gelecek şekilde sıraya dizdiler. İki sınır polisi beni coplarıyla darp etti, askerler de postallarıyla tekme attı. Çoğunlukla sırtıma vurdular. Sırtımdaki morlukların resimleri var. [Bu resimleri İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne Whatsapp yolu ile iletti.] Dayak iki saat sürdü. Bir adamın kolunu kırdılar. Toplu olarak fotoğrafımızı çektiler, ama teker teker çekmediler. Bizi duvardaki bir kapıdan geçirerek İran tarafına geri götürdüler. Sabah 5:30’da İran’a geri döndük. Öteki tarafta İranlı muhafızlar yoktu.[47]
Görüştüğümüz kişilerden bazıları apar topar geri gönderilmeden evvel sınıra yakın bir yerde birkaç saat tutulmuşlar, ancak gözetim altında tutuldukları bu süre, onlara insanca muamele etmek, ülkelerinden neden ayrıldıklarını sormak veya onlarla ilgili o veya bu şekilde resmi bir işlem yürütmek için değil, onlara genellikle kötü ve aşağılayıcı bir şekilde muamele etmek için kullanılmış.
23 yaşındaki Cevizcanlı hukuk öğrencisi Ghani, 28 Ağustos 2021 tarihinde ya da bu tarih civarında Maku yakınlarında İran'dan Türkiye'ye geçmiş. Birlikte yola çıktığı 150 kişilik grup Türkiye sınırına yaklaşırken, İran sınır muhafızları arkalarından ateş etmeye başlamış. Ghani, mermilerin yanından vızıldayarak geçtiğini duyabildiğini, ancak kimsenin vurulduğunu görmediğini anlatıyor.
Grup önce yaklaşık üç metre genişliğinde ve yarım metre yüksekliğinde bir sıra jiletli tel sarmalıyla, ardından yaklaşık dört metre derinliğinde bir hendekle ve onun ardından ise bir sıra daha jiletli tel sarmalıyla karşılaşmış. Muhtemelen İranlı sınır muhafızlarının silah seslerini duyarak gelen Türkiyeli jandarmalar, Ghani’nin de aralarında olduğu yaklaşık 60 kişiyi yakalamış.
Türkiyeli güvenlik görevlileri dayağa hemen başlamışlar, dövülenler arasında jiletli telleri ve hendeği geçerken yaralanan kişiler de varmış. Yakalanan kişileri çember şeklinde yere oturtmuşlar, kafasını kaldırıp birşey söylemeye çalışanları dövüyorlarmış. Ghani jandarmalardan birinin yüzüne yumruk attığını, yere düştüğünde ise üzerinde tepindiğini anlatıyor. Başka göçmenlerin de polis coplarıyla darp edildiğini söylüyor.
Jandarma üssünde göçmenler iç çamaşırlarına kadar soyunmaya zorlanmış. Jandarmalar yüksek kaliteli cep telefonlarını çalmış ve daha ucuz olanları imha etmiş. Göçmenlerin parmak izleri alınmamış, fotoğrafları çekilmemiş, onlarla mülakat yapılmamış. Ghani, Jandarmanın insanlara dayak atmaya başladıklarını ve "Türkiye'ye bir daha geri dönecek misiniz?" diyerek alay ettiklerini söylüyor. Bazı insanların kullanılan dilden dolayı kafaları karışmış ve ‘evet’ diye cevap verince, bunlar daha şiddetli bir şekilde dövülmüşler, ancak ‘hayır’ diye cevap verenler de dayak yemiş.[48]
20 yaşındaki Gazneli tıp öğrencisi Lütfullah, Aralık 2021'de Türkiye sınırını geçtikten kısa bir süre sonra jandarmalar tarafından yakalanmış. Türkiyeli güvenlik görevlileri silahlarını ateşlemişler ve Lütfullah mermilerin gözünün önünde toprağa düştüğünü görmüş. Güvenlik görevlileri herkese oturmalarını emretmiş. Birlikte olduğu 150 kişilik grup aileler ve bekar erkekler olarak ikiye ayrılmış; aileler bir kampa götürülmüş, bekar erkekler ise arazide tutulmuş. Lütfullah grubundaki diğer erkeklerle birlikte maruz kaldığı sistematik şiddeti şu şekilde anlattı:
Askerler beni yere yatırdı. İki asker ellerimi ve ayaklarımı tuttu. Sonra komutan metal bir çubukla dizlerime vurdu. Bunu tüm bekar erkeklere yaptı. Sadece dizlerimize ve kaval kemiklerimize vuruyordu. Bizi döverken, "İran'a geri dönün. Bir daha da gelmeyin," diyordu. Komutan diğerlerine de bizi darp etmelerini emretti, ama işin çoğunu kendisi yaptı. Birkaç kişinin bacaklarını kırdı. Sonra İranlı sınır muhafızlarının olmadığı bir sırada, onların olmadığı bir yerden bizi İran sınırından geri dönmeye zorladılar.[49]
Tekrarlanan Sınır Geçişlerinde Dayağın Şiddeti Artıyor
Görüşülen kişiler İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, Türkiyeli güvenlik görevlilerinin sınırı tekrar tekrar geçtiğinden şüphelendikleri kişileri diğerlerine göre daha şiddetli dövdükleri izlenimini edindiklerini söylediler. Gazneli 23 yaşındaki Numan, Kasım 2021'de jandarma tarafından üç kez geri itilmiş. Numan Türkiyeli yetkililerin daha önce sınırı geçmeye çalıştığını fark etmeleriyle birlikte atılan dayakların şiddetinin ve süresinin arttığını anlatıyor:
İkinci denememde, [ilk denememden iki gün sonra] gece yarısıydı ve hala ilk denememden yaralıydım. Jandarma ateş açıp bizi durdu. Bizi iki gün önceki aynı üsse götürdüler ve yine kıyafetlerimizi ve eşyalarımızı yaktılar. Aynı bej kamuflaj üniformalı 11 polis bizi dövdü. Daha önce yakalanmış olanlarımızı ayırıp, bizi daha çok dövdüler. Bir tanesi böbreklerimin üstüne vurdu ve iki gün önce yüzümde yumrukladıkları yere yine yumruk attılar. Tek başıma fotoğrafımı çektiler, ama ne parmak izimi aldılar, ne de herhangi bir görüşme yaptılar. Sabah 6'da bizi yürüyerek sınırdan geri gönderdiler.[50]
Eylül 2021'in ortalarında Afganistan'dan kaçan 18 yaşındaki Gazneli öğrenci Nezam, İran'dan Türkiye'ye geçmek için dört kez girişimde bulunmuş. Jandarmaların göçmenleri soyarak vücutlarında morluk olup olmadığını incelediklerini, morluk tespit ederlerse bunu daha önce sınırı geçmeye çalıştıklarına dair kanıt olarak görüp, onları daha fazla dövdüklerini anlattı:
Beş jandarma tarafından yakalandık. Ellerinde Kalaşnikoflar ve polis copları vardı. Bu kez yakalandığımızda bizi bir gözetim merkezine değil, doğrudan sınıra götürdüler. Sınırda jandarma bizi sıraya dizdi ve kıyafetlerimizi çıkarmamızı söyledi; bir atlet, bir şort kalana kadar soyundum. Vücudumda dayak izleri olup olmadığını kontrol ettiler, bundan sınırı daha önce geçtiğimi anladılar ve sonra beni daha da fazla dövdüler. Başımdan ve sırtımdan ikişer kez darp edildim, ayrıca ayak bileklerime de vurdular. Genellikle copla dövüldüm, ama ellerini ve ayaklarını kullandıkları da oldu. Kolay yürümeyeyim diye benim bacağıma vurdular, arkadaşımın ise başına vurdular ve kanattılar. Beni döverlerken orada bir de komutan vardı. Ayakta duruyor ve emirler veriyordu, ‘eğer Türkçe konuşan olursa onları daha fazla dövün’ diyordu.[51]
Türkiyeli Sınır Yetkilileri Tarafından Ateş Açılması
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü kişilerden 18'i İran sınırını geçmeye çalışırken Türkiyeli güvenlik görevlilerinin kendilerine doğru ateş ettiğine tanık olduklarını söyledi.[52] Türkiyeli sınır yetkililerinin ölümcül gücü son çare olarak kullandıklarını, bunun kendilerinin veya başkalarının hayatını korumak için gerekli olması gibi haklı sebepleri olduğunu gösteren herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, İran-Türkiye sınırındaki ateş açma vakalarının tam olarak nerelerde gerçekleştiğine ilişkin bilgi veremiyor. Sınır yetkililerinin, sınırı geçenleri yakaladıktan sonra yaptıkları ilk şeyin, göçmenlerin cep telefonlarını almak ya da imha etmek olduğu bildiriliyor. Göçmenler genellikle kaçakçıların rehberliğinde gruplar halinde seyahat ediyorlar, bu nedenle tam olarak nerede bulunduklarını bilemiyorlar. Göçmenler tarafından tanımlanan fiziksel engeller ve topoğrafya çeşitlilik gösteriyor, bu da farklı geçiş noktalarının kullanıldığına işaret ediyor. Görüşülen pek çok kişi, zemin seviyesinde bir dizi akordiyon tel sarmalı, üzerine jiletli tel çekilmiş duvarlar ve derin hendekler tarif etti. Avrupa Birliği, Türkiye'nin İran'la olan doğu sınırına duvar örülmesi ve yüksek teknolojili gözetleme sistemleri inşa edilmesi için mali destek sağlamıştı.[53]
Eylül 2021'in başlarında Afganistan'dan kaçan 18 yaşındaki Paktia'lı Morad, sabah saat 5 sularında Maku yakınlarındaki bir noktadan 120 kişilik bir grupla Türkiye'ye geçmeye çalışmış. "Beş Türk sınır polisi hem havaya hem de insanların üzerine ateş ediyordu," dedi. "Bir kişinin bacağından vurulduğunu gördüm. Herkes çok korkmuştu, insanlar kaçışıyorlardı.”[54]
İran'dan Türkiye'ye ilk olarak 22 Ocak 2022'de saat 22:00'de Karkuş'tan geçen Kabilli 27 yaşındaki Sohail, kendisi ve beraberindeki 100 kişinin dikenli telleri geçmelerinin ardından, ancak hendeğe ulaşmadan evvel ateş açıldığını söyledi. "Benden yaklaşık üç dört metre ötede, hendekten atlamaya çalışan bir adamın bacağından vurulup yere düştüğünü gördüm."[55] Sohail, göçmenlerin adamı sınırın İran tarafına geri taşıdıklarını söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü kişilerin çoğu, Türk sınır muhafızlarının ateş açması nedeniyle Türkiye sınırını geçmeden geri döndüklerini söyledi.[56] Mezar-ı Şerif'ten 22 yaşındaki Tahir, Türkiye'ye geçmeye çalışırken Türk sınır muhafızlarının açtığı ateş sebebiyle üç farklı kez engellendiğini şöyle anlattı:
Ateş açıldığı için üç kez geri döndüm. Ateş açanlar yüzde 100 Türkiyeli sınır polisiydi. O bölgede İranlı sınır muhafızları yoktu. Türkiyeli polislerin araçlarıyla ileri geri giderken ateş ettiklerini gördük. Araçlarını durduruyor, ateş ediyor, araca geri biniyor, biraz daha sürüyor ve araçtan inip tekrar ateş ediyorlardı.[57]
Uluslararası hukuk uyarınca, kolluk kuvveti sıfatıyla hareket eden güvenlik görevlileri, ölümcül gücü ancak yaşamsal bir tehdide karşı orantılı ve gerekli bir karşılık olarak kullanabilir. BM’nin Güç ve Ateşli Silah Kullanımına İlişkin Temel İlkeleri’ne göre, kolluk kuvvetlerinin "güç kullanmadan evvel mümkün olduğunca şiddet içermeyen yöntemlere başvurması" ve "yalnızca diğer yöntemlerin etkisiz kalması halinde" güç kullanması gerekir.[58] Güç kullanımı kaçınılmaz olduğunda, kolluk kuvvetleri "bu tür bir kullanımda ölçülü olmalı ve suçun ciddiyetiyle orantılı hareket etmelidir.”[59]
Türkiyeli Sınır Görevlilerinin Silahla Tehdit Etmesi
Görgü tanıkları İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne Türkiyeli sınır görevlilerinin sadece ateş açmakla kalmayıp, silahlarını sık sık insanları dövmek için de kullandıklarını ve bazı vakalarda insanları silahlarıyla tehdit ettiklerini bildirdiler. Sınırı 21 Şubat 2022'de geçen, Daykundi Vilayeti'nden 25 yaşındaki Qaher, sınırda bir Türk askerinin silahını tehditkâr bir şekilde yanındaki bir göçmenin başına doğrulttuğuna tanık olduğunu anlattı. “Polislerden biri silahını yanımdaki bir kişiye doğrulttu ve 'bir daha gelirsen seni öldürürüm' dedi."[60]
Türkiyeli ve İranlı Sınır Görevlileri Tarafından Ateş Açılması
Bazı kişiler aynı anda hem Türkiye hem de İran sınır yetkilileri tarafından ateş açıldığını bildirdiler. Paktia'dan gelen 20 yaşındaki Iqbal, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne 27 Ağustos 2021'de yaklaşık 180 kişilik bir grupla İran-Türkiye sınırını geçmeye çalışırken yaşadığı bir olayı anlattı:
Türkiye sınırında İran polisinin bize ateş ettiğini gördük ve ardından Türk polisi de ateş etmeye başladı. Gece olduğu için bize mi yoksa üzerimizden havaya mı ateş ettiklerini göremedim ama yaralanan insanlar olduğunu gördüm. Bir kişinin arkadan yaralandığını ve yardım için yalvardığını gördüm ama herkes kaçışmaya devam etti. Yolda aşmamız gereken dikenli teller vardı. Ayrıca hendekler vardı, insanlar hendeklere düşüyordu, düştükten sonra çıkması da çok zordu. 180 kişiden sadece 24'ü kaçabildi ve geri kalanlar ya yakalandı ya da hendeklerde yaralandı.[61]
Ocak 2022'de İran'dan Türkiye'ye geçmek için birçok kez girişimde bulunmuş, 23 yaşındaki Mezar-ı Şerifli Afgan Mateen, Türk yetkililerin bir grup göçmeni sınır duvarındaki bir kapıdan İran'a geri itmeye çalıştığı, ancak grubun İranlı sınır muhafızları tarafından geri püskürtüldüğü ve bu sırada iki ülkenin güvenlik görevlileri arasında silahların ateşlenmesine varan bir tartışmanın yaşandığı bir olayı anlattı. "Jandarma bizi doğrudan duvara götürdü ve duvardaki bir kapıdan itti. Diğer tarafta İranlı muhafızlar vardı. İranlı ve Türk muhafızlar tartışıyordu ve birbirlerine ateş etmeye başladılar."[62]
III. Sınıra Yakın Gayriresmi İdari Gözetim Yerlerinde Şiddet
Bazı kişiler İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, Türkiyeli yetkililerin kendilerini İran sınırına yakın gayriresmi "kamp" yerlerine götürdüklerini ve burada iki saat ila iki gün arasında değişen sürelerde tutulduktan sonra geri itildiklerini bildirdiler. Bu tür yerlerde geçirdikleri süre boyunca yetkililer tarafından genellikle şiddete ve aşağılamaya maruz bırakılmışlar. Söz konusu yerlerde, bu kişiler hakkında hiçbir resmi işlem yapılmadığı gibi, onlara sığınma talebinde bulunma fırsatı da verilmemiş. Afganistan'daki Kara Harp Okulu’nun öğrencisi olan 20 yaşındaki Asadullah, Ekim 2021 başlarında, göçmenlerin Türkiyeli yetkililer tarafından birbirlerini darp etmeye zorlandığı böyle bir kampta yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
Sınırı geçtikten ve iki gece dağlarda kaldıktan sonra bir köye indik. Köyde Türk jandarması bizi yakaladı ve bir yere götürdü. Nasıl bir yer olduğunu anlatmam zor. Açık bir yerdi. Ne bir duvar vardı, ne de bir çadır. Sadece bizi oturttukları yerde üzerimize plastik bir örtü örttüler. Oda filan yoktu. Bizi açık havada tuttular. Orada tutulan yaklaşık 180 kişiydik. Bizi oraya götürdükten sonra dövmeye başladılar ve Afganlar ile Pakistanlılara birbirlerini dövmelerini söylediler. Siyah üniformalar giymişlerdi ve yüzleri kapalıydı. Bizi tutuklayanların da merkezdekilerin de üniformaları aynıydı. Üzerlerinde “Polis” yazıyordu.[63]
Afganistan'ın Kapisa kentinden gelen 18 yaşındaki Hamid, Şubat 2021'de İran'dan Türkiye'ye geçmeye çalışırken yakalanmış. İki gün iki gece boyunca "toprak bir çukurda" tutulduktan sonra sınırın her iki tarafındaki muhafızlar tarafından ateş edilerek İran'a geri itildiğini şöyle anlatıyor:
Türk polisi bizi Doğubeyazıt yakınlarında yakaladı, sınıra yakın bir yere götürdü ve çukura soktu. Üzeri örtülü değildi, kenarları toprak olan, büyük bir çukurdu. Polis beni 150 kişiyle birlikte oraya koydu, aramızda kadınlar ve çocuklar da vardı. Hava soğuktu. Biri ayağa kalktığında ya da su veya tuvalet istediğinde polis ona çok kötü davranıyordu. Bunlar sınır polisleriydi. Üniformaları Afganistan ordusu üniformalarına benziyordu, bej renkli komando üniforması.
Bize hiçbir şey sormadılar ve onlarla konuşma şansımız olmadı. Beni o delikte iki gün, iki gece boyunca tuttular. Üçüncü gece bizi dağlardan sınıra götürdüler. Dağın tepesine ulaşmamız dört saat sürdü. Oraya vardığımızda hem Türk, hem de İran polisi ateş ediyordu ama başka seçeneğimiz yoktu, biz de İran tarafına gittik. Oraya vardığımızda ise İran polisi ile karşı karşıya kaldık.[64]
Eşi ve iki kızıyla birlikte seyahat eden 36 yaşındaki Amena, Türkiye'den İran'a dört kez geri itilmiş. Aralık 2020'de İran'ın Çalderan kentinden Türkiye'ye geçme girişimi başarısızlıkla sonuçlandığı sırada dağlarda açık bir alanda 12 saat boyunca tutulduğunu şöyle anlatıyor:
Bu kez yakalandık ve Türk sınır polisi bizi çok rüzgarlı, dağlık, açık bir alanda 12 saat tuttu. Hava soğuk ve yağmurluydu. Bize yemek ya da su vermediler. Battaniye de vermediler, fotoğraflarımızı çekmediler veya parmak izlerimizi almadılar. Orda ne işimiz olduğunu bile sormadılar.
Bir sürü aile vardı, toplam altı aile. Kadınlara pantolonlarını çıkarmalarını söylediler ve iç çamaşırlarımızı kontrol ettiler. Bunu çocuklara bile yaptırdılar ve bizden para istediler. Telefonumu ya da paramı almadılar çünkü onları bir yere saklamıştım ama diğer kadınların sütyenlerinde bile bir şey saklayıp saklamadıklarını kontrol ettiler ve onlardan aldılar.
Erkekleri bizden ayrı tuttular ve ellerini kelepçelediler. Sadece bekar erkekleri dövüyorlardı, dolayısıyla kocam dövülmedi çünkü yanında biz vardık. Tepe üstündeki o yerden bir saat yürüdük ve sonra İran sınırına ulaştık. Bizi sınıra götürdüklerinde etrafta İran polisi olup olmadığını kontrol ettiler ve bizi oraya bıraktıktan sonra "15 dakika içinde burayı terk etmelisiniz, yoksa İran polisi gelir" dediler.[65]
Ocak 2022'de Baghlan Eyaletinden kaçan 20 yaşındaki Hazara öğrenci Jawid, Mart 2022'de dikenli telleri ve hendekleri geçtikten sonra sınırın Türkiye tarafında yakalanmış. Türkiyeli sınır muhafızlarının ayaklarına ve havaya ateş ettiklerini ve hemen ardından kendisini yere iterek tekmelemeye başladıklarını anlattı. Daha sonra sınırdan yaklaşık beş dakika uzaklıktaki bir üsse götürülmüş:
Polisler bize giysilerimizi ve eşyalarımızı çıkarttırdı, sonra onları yaktılar. Daha sonra polis coplarıyla ve yaklaşık 5 santim çapında tahta sopalarla bizi dövdüler. Ayrıca kemerleriyle de kırbaçladılar. Kollarıma ve dizlerime tahta bir sopayla vurdular. Başımı ellerimle korumaya çalıştım, kollarıma bu yüzden darbe aldım. Sırf bizi cezalandırmak ve geri gelmememiz için bir mesaj vermek içindi bu. Dayak beş dakika kadar sürdü. O üste bir iki saat kaldık. Hiçbir işlem yapılmadı, parmak izi alınmadı, fotoğraf çekilmedi, mülakat yapılmadı. Akşamın erken saatlerinde yakalanmıştık, saat 11 civarında ise geri gönderildik.[66]
Tüm bu süreç iki saatten kısa sürebiliyor. Ekim 2021 ortasında Türkiye'ye kaçan 27 yaşındaki Kabilli Sohail, başka göçmenlerle birlikte Maku sınır kapısı yakınlarındaki hendekte mahsur kaldıklarını ve ateş açıldığı için hendekten çıkmaya korktuklarını söyledi. Sınır yetkililerinin onlara hendekten çıkmalarını emretmesinden sonra, "bizi sıraya dizdiler ve hortumlarla, tüfeklerinin dipçikleri ve namlularıyla dövdüler... Beni döverek yere düşürdüler, sonra da tekmelediler. Gözlüklerimi ve burnumu kırdılar.”[67] Yetkililer fotoğrafını çekmiş, ismini de almış ancak parmak izini almamış. Bir buçuk saat sonra onu İran'a geri göndermişler.
IV. Geri Gönderme Merkezlerindeki İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Koşullar ve Kötü Muamele
Bir önceki bölümde, insanların genellikle sadece birkaç saat tutulduğu, resmi işlemlerin üstünkörü yapıldığı ya da hiç yapılmadığı ve kötü muamelenin yaygın olduğu İran sınırına yakın gayriresmi kamplarda ya da üslerde meydana gelen ihlalleri ele almıştık.
Göç İdaresi Başkanlığı (GİB) 20 Ekim 2022 tarihi itibariyle 30 geri gönderme merkezinde 3,661’i Afgan uyruklu olmak üzere 17,661 göçmenin idari gözetim altında tutulduğunu bildirdi.[68] Göçmenler ve sığınmacılar geri gönderme merkezlerinde günlerce, haftalarca, hatta bazı vakalarda aylarca tutuluyor.[69] Geri gönderme merkezlerindeki muamele sınır kamplarındaki kadar şiddetli olmasa da, genellikle oldukça kötü.
Daha önce idari gözetim altında tutulmuş olan kişiler İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne sık sık bir geri gönderme merkezinden diğerine nakledildiklerini, hatta bazen başka bir merkeze nakledildikten sonra aynı merkeze geri döndüklerini anlattılar. Bu durum merkezlerin aşırı kalabalık olmasından kaynaklanıyor gibi görünse de, sık sık yapılan bu nakiller kaygıyı daha da artırmakta ve gözaltında tutulanların avukatlarla veya dışarıdan hukuki, maddi veya manevi destek sağlamak isteyen diğer kişilerle temas kurmalarını ve bu temasları sürdürmelerini son derece zorlaştırıyor. Her ne kadar geri gönderme merkezleri Göç İdaresi Başkanlığı'nın (GİB) yetkisi altında bulunsa da ve jandarmanın rolü kanunen merkezlerin dış güvenliği ve idari gözetim altında tutulanların merkezlere veya merkezlerden nakli ile sınırlı olsa da,[70] söz konusu merkezlerde daha önce tutulmuş olanlar İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne bulundukları merkezlerin Jandarma tarafından yönetildiğini düşündüklerini söylediler.[71]
Dış kurumların geri gönderme merkezlerine erişimi ise son derece kısıtlı. Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’nin Göç ve Mülteciler Özel Temsilcisi Kasım 2021 tarihli Türkiye raporunda şu gözlemde bulunuyor: "BMMYK veya IOM gibi uluslararası ortakların ve STK'ların Geri Gönderme Merkezlerine erişimi çok sınırlıdır, bunların erişimine ancak talep üzerine ve belirli gerekçelerle izin verilebilmektedir. Sonuç olarak, BMMYK bize geri gönderme merkezlerini yılda sadece iki kez ziyaret ettiklerini belirtmiştir."[72] Söz konusu geri gönderme merkezlerinde daha önce tutulmuş ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü kişilerden hiçbiri bu merkezlerdeyken BMMYK veya IOM ile herhangi bir temasta bulunmamıştı. Ankara'daki Afganistan Büyükelçiliği’nden temsilciler 30 geri gönderme merkezinden 16'sına girebiliyor, bu 16 merkezden 10'unda ise görüşmeler gerçekleştiriyor.[73] İstanbul'daki Afganistan Konsolosluğu ise diğer 14 geri gönderme merkezinden sorumlu ve en azından bazı görüşmeleri yüz yüze olmasa da telefonla gerçekleştirdiği anlaşılıyor.
Türkiye'nin geri gönderme merkezlerinin inşaatı ve bakımı Avrupa Birliği'nden sağlanan önemli miktardaki fonlarla gerçekleştiriliyor. AB, 2016 yılından önce, Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA I ve IPA II) kapsamında Türkiye'deki geri gönderme merkezlerinin inşası, yenilenmesi veya diğer desteklenmesi için 89 milyon Avro'dan fazla kaynak sağlamıştır.[74] Avrupa Komisyonu'nun İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne gönderdiği mektuba göre, fonların bir kısmı "başlangıçta sığınmacılar ve mülteciler için kabul merkezleri olarak planlanmış ve tasarlanmış" olsa da, "bunlar 2015 yılında Türk Hükümeti'nin talebi üzerine geri gönderme merkezlerine dönüştürülmüştür."[75] Bu fonun 2007 ve 2008 yıllarındaki 54 milyon Avroluk kısmı, altı ilde 3,750 kişi kapasiteli yedi geri gönderme merkezinin inşası için kullanılmıştır.[76] 2014 yılında, 17 geri gönderme merkezinin yenilenmesi ve tadilatı için 6.7 milyon Avro daha sağlanmıştır.[77] 2015 yılında AB, 2,400 kişi kapasiteli altı yeni geri gönderme merkezinin inşası için yaklaşık 29 milyon Avro sağlamıştır.[78]
Mart 2016'daki AB-Türkiye anlaşmasının bir parçası olarak Türkiye'ye taahhüt edilen ilk 3 milyar Avro'nun ardından,[79] AB'nin Türkiye'deki Mülteciler için Mali Yardım Programı (FRiT), dönemin Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne (GİGM)[80] "Türkiye'de tespit edilen düzensiz göçmenler ve AB Üye Devletleri topraklarından Türkiye'ye iade edilen göçmenler başta olmak üzere göçmenlerin yönetimi, kabulü ve barındırılması konularında Türkiye'ye destek olmak" amacıyla 60 milyon Avro sağlamıştır.[81] Bu fon, Çankırı geri gönderme merkezinin inşası ve yenilenmesi ile diğer 22 geri gönderme merkezinin personeli için kullanılmıştır.[82]
AB, GİGM'e "düzensiz göçmenlerin ve mültecilerin Türkiye içinde güvenli ve organize bir şekilde nakledilmesi" de dahil olmak üzere geri gönderme merkezlerindeki hizmetlerin ve fiziki koşulların iyileştirilmesi için 22.3 milyon Avro,[83] "hak ve hizmetlere erişimin güçlendirilmesine yönelik kapasite geliştirme yardımı" için de 3.5 milyon Avro daha sağlamıştır.[84]
21 Aralık 2021 tarihinde Avrupa Komisyonu, Göç İdaresi Başkanlığı'nın (GİB) "kabul ve barınma merkezlerinin yönetimini insan hakları standartları ve toplumsal cinsiyete duyarlı yaklaşımlar doğrultusunda iyileştirmek… düzensiz göçmenlerin güvenli ve onurlu bir şekilde transfer edilmesini" sağlamak ve "kapasite geliştirme ve Türkiye'deki barınma merkezlerinde göçmenlere yönelik standart ve koşulları iyileştirme" çalışmalarını desteklemek amacıyla 30 milyon Avroluk bir finansman kararı aldığını açıkladı.[85] Ayrıca AB tarafından finanse edilen altı geri gönderme merkezinin yapım aşamasında olduğunu ve 2022'de faaliyete geçeceğini teyit etti.[86]
Türkiye İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanı Dr. Savaş Ünlü, 21 Ekim 2022 tarihinde İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne gönderdiği mektupta, geri gönderme merkezlerinin kapasitesinin BMMYK Gözaltı İlkeleri ile uluslararası teamülde kabul gören "asgari 4 metrekare ilkesine" göre belirlendiğini söyledi. Geri gönderme merkezlerinde sağlanan 18 hizmeti sıraladı ki bunlar arasında odaların günlük temizliği, temiz yatak ve yatak takımlarının sağlanması, günde üç öğün uygun, kültürel hassasiyetlerin de gözetildiği yemek; yasal temsilcilere erişim; acil ve temel sağlık hizmetleri; psikososyal destek; açık hava, kütüphane ve televizyona erişim dahil olmak üzere dinlenme; ve telefonlara, tercümanlara, ibadet odalarına ve şikayet kutularına erişim gibi hizmetler yer alıyor.[87] Dr. Ünlü, mektubunda şu ifadeleri kullandı:
Geri gönderme merkezlerinde sunulan bahse konu hizmetlerin yürütümünde eksiklik veya aksaklık ile kötü muamele ve darp gibi hususların olup olmadığı haberli veya habersiz olarak, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, Bakanlığımız, Başkanlığımız, Valiliğin ilgili birimleri ve İnsan Hakları Kurulları, TİHEK[88] ile uluslararası anlaşmalara bağlı olarak merkezleri denetleme yetkisine haiz uluslararası kuruluşlar tarafından sürekli olarak incelenmektedir.[89]
Türkiye'deki Geri Gönderme Merkezlerindeki Koşullar ve Muamele
Antalya Geri Gönderme Merkezi
İnsan Hakları İzleme Örgütü Antalya Geri Gönderme Merkezi’nde bir ay tutulduğunu söyleyen bir kişiyle görüştü.[90] Bu kişi, burayı üç katlı, sekiz kişi kapasiteli odaları olan betonarme bir bina olarak tanımladı. Tesis kalabalık olduğunda, gözetim altındaki göçmenler ibadet için kullanılan daha geniş bir odaya taşınıyorlarmış. Bu kişinin tutulduğu odada yatak yokmuş, yalnızca yerde bulunan battaniyeler varmış. Şampuan ve sabun temin edilmezken gözetim altında tutulan kişiler paraları var ise hijyen malzemelerini satın alabiliyorlarmış. Aynı kişi kendisinin Antalya'da fiziksel şiddete maruz kalmadığını söylerken, güvenlik görevlilerinin rahatsız edici buldukları bazı kişileri bir odaya götürdüğünü ve burada elektrik şokuna maruz bıraktıklarını gördüğünü ifade ediyor. "Elektrik şoklarını bana, bunu yaşayan insanlar geri döndüklerinde anlattılar" diyor. Maske ise yalnızca geri gönderme merkezinden nakledilirken verilmiş.
Çankırı Geri Gönderme Merkezi
“Her şey kirliydi, odalar, koridorlar, her yer.” Bunlar Çankırı Geri Gönderme Merkezi’nde alıkonulmuş bir kişinin sözleri.[91] Reşit olmayan erkek çocuklar, yetişkin erkeklerle bir arada tutuluyor, farklı uyruklardan gruplar arasında sık sık kavga çıkıyormuş ki Türkiyeli yetkililerin ayırımcı muamelesi de bu durumun kötüleşmesinde pay sahibi olabilir. 2022’de Çankırı’da bir ay tutulan bir Suriyeli, “Afganlara daha kötü davranıyorlardı” diyor.[92] Aynı kişi, kavga çıktıktan sonra insanların ceza olarak üç - dört gün odalarına kilitlendiğini ve bu süre zarfında telefon kullanmalarına da izin verilmediğini söylüyor. Bu kişi bir odanın beş gün kapalı kaldığını aktardı. Bu merkezde tutulanların, cezalı olmadıkları dönemlerde başka merkezlerde tutulanların anlattıklarına kıyasla daha fazla hareket özgürlüğüne sahip oldukları anlaşılıyor, zira avluya çıkabiliyor veya gün içinde diğer odalarda tutulan insanları ziyaret edebiliyorlarmış. Merkezde her biri sekiz kişi kapasiteli altı gözetim odası bulunuyor. Kovid 19 için maske verilmiyor ya da test yapılmıyor. Merkezde alıkonulanlar, değişik hastalıklar, yaralanmalar gibi şikayetleri ne olursa olsun, hepsine aynı ilacın verildiğini söylüyorlar. Çankırı Geri Gönderme Merkezi, Mart 2016 tarihli AB-Türkiye göç anlaşmasını desteklemek amacıyla AB tarafından sağlanan 60 milyon Avroluk FRiT-1 finansmanı kapsamında inşa edilmiştir.[93]
Edirne Geri Gönderme Merkezi
Edirne'deki Geri Gönderme Merkezinde 8x6 metre boyutlarında, her birinde altı ranza bulunan ve her yatakta bir kişinin yattığı 12 oda bulunuyor. Bu merkezde alıkonulmuş olanlara yemeklerin yeterli olduğunu söylüyor ve gönüllü geri dönüş formlarına imza atmaları veya parmak basmaları için zor kullanılması dışında kendilerine yapılan muameleden şikayetçi değiller.[94] Ancak reşit olmayan çocukların yetişkin erkeklerle bir arada tutulduğu, eşlerin birbirinden ayrılarak farklı yerlerde alıkonulduğu ve telefonların çoğu zaman çalışmadığı anlatılıyor.[95] Bir kişi, söz konusu merkezde alıkonulduğu sekiz günün altısında telefonların çalışmadığını, bu nedenle bir avukata erişme veya BMMYK ile iletişime geçme imkanlarının büyük ölçüde kısıtlandığını, dolayısıyla bunların hiç birini yapamadığını anlattı. Edirne Geri Gönderme Merkezi, AB'nin 2014 yılı Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) finansmanıyla yenilenmiştir.[96]
Erzurum Geri Gönderme Merkezi
Erzurum Geri Gönderme Merkezi’nde tutulanlar, içinde sekiz yatak bulunan 4x8 metre ebadında odalarda barınıyor, ancak odalarda genellikle on ila on iki kişi kalıyor. Odaların pencereleri ve ısıtıcıları var ve gözaltında tutulanlara günde üç öğün yemek, sabun ve şampuan veriliyor. Burada tutulmuş bir kişi "fiziksel kötü muamele yok ama hoş da değil" dedi.[97] Erzurum Geri Gönderme Merkezi 2015 yılında IPA finansmanı ile kurulmuştur.[98]
İzmir Geri Gönderme Merkezi
Sahildeki bu çok katlı İzmir Geri Gönderme Merkezi’nin 750 kişilik bir kapasitesi var. Odaların her bir sekiz kişilik kapasiteye sahip, ancak burada tutulanlardan bazıları her bir odada 11 kişinin tutulduğunu söylediler. Bazı görüşülenler ise, aşırı kalabalık nedeniyle bazı insanların açık avluda tutulduğunu, burada gündüzleri güneşe, geceleri ise soğuğa maruz kaldıklarını anlattılar. Günde üç kez ancak rasgele zamanlarda yemek veriliyormuş ve burada tutulanlara yeterli içme suyu sağlanmıyormuş. Burada kalanlar yemek için ayrılan 15’er dakikalık üç periyot dışında bütün gün odalarında kilitli tutuluyorlar. Gardiyanlar tarafından darp edildiğini veya fiziksel şiddete uğradığını bildiren kimse olmasa da, burada daha önce tutulanlar gardiyanların rahatsız edici davranışlarının olduğunu, gece boyunca ışıkları açtıklarını ve coplarıyla kapılara vurduklarını anlattı. Kovid 19 virüsü için test yapılmamış ve maske verilmemiş. Bu merkezde tutulanlar battaniyelerin kirliliğinden, cilt sorunları yaşadıklarından ve sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden şikayet ettiler. İzmir Geri Gönderme Merkezi 2015 yılında AB IPA fonunun desteğiyle kurulmuş.[99]
Kırklareli Geri Gönderme Merkezi
“Yunanistan sınırına yakın bir kamp” olarak tarif edilen Kırklareli Geri Gönderme Merkezi’nde kalanlar, yüzlerce kişinin yeraltında bir bodrum katında tutulduğunu anlattı. Zemin katta ise yemekhane ve uzun süreli tutulanların kaldığı daha küçük odalar var. Alıkonulanlar, buranın genellikle 20 ila 30 kişilik gruplar halinde Yunanistan sınırına yakın ormanlık alana minibüslerle götürülmeden evvel tutuldukları son geri gönderme merkezi olduğunu anlatıyor. Söz konusu merkezde tutulmuş bir kişi şunları söyledi: "Bizi ormana bıraktılar ve ‘bu yönde giderseniz Yunanistan'a varırsınız; sizi bir daha yakalarsak altı ay hapis yatarsınız,' dediler."Kırklareli merkezinde kalanlar, yüzlerce kişinin yeraltında bir bodrum katında tutulduğunu anlattı. Zemin katta ise yemekhane ve uzun süreli tutulanların kaldığı daha küçük odalar var. Alıkonulanlar, buranın genellikle 20 ila 30 kişilik gruplar halinde Yunanistan sınırına yakın ormanlık alana minibüslerle götürülmeden evvel tutuldukları son geri gönderme merkezi olduğunu anlatıyor. Söz konusu merkezde tutulmuş bir kişi şunları söyledi: "Bizi ormana bıraktılar ve ‘bu yönde giderseniz Yunanistan'a varırsınız; sizi bir daha yakalarsak altı ay hapis yatarsınız,' dediler."[100] Kırklareli'ne nakledilen bazı kişiler merkeze alınmadan önce karantinada tutulmuş. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü ve bu merkezde kalmış bir Suriyeli, karantina bölgesindeki Afganların, Suriyelilerden daha kötü koşullarda tutulduğunu söyledi. "Biz [Suriyeliler] 6x6 metre boyutlarında, tek pencereli bir odada tutuluyorduk, altı ya da yedi kişi için dört yatak vardı, bu yüzden bazılarımız yerde uyuyordu ama ben Afganların tutulduğu odayı da gördüm; onların odası da aynı büyüklükteydi, ama içinde 20 kişi kalıyordu.[101]
Avrupa Komisyonu Komşuluk ve Genişleme Müzakereleri Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’den sorumlu genel müdür yardımcısı Bernard Brunet, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne gönderdiği bir mektupta, "Türkiye'ye yapılacak tüm IPA mali yardımları... ayrımcılığın yasaklanması gibi genel ilkeleri de içeren belirli koşulları karşılamak zorundadır" dedi.[102] Kırklareli geri gönderme merkezi AB’den FRIT1 - IPA kapsamında fon almıştır.[103]
Malatya Geri Gönderme Merkezi
AB, Malatya Geri Gönderme Merkezi’nin inşası için IPA 2015 kapsamında 3.7 milyon Avro sağlamıştır.[104] Bununla birlikte, Malatya Geri Gönderme Merkezi, bir merkezden çok askeri kampı andırıyor, zira merkezde bildik anlamda bir bina yok. Gözetim altındaki göçmenler, her biri sekiz kişi kapasiteli prefabrik konteynerlerde tutuluyor. Daha önce burada kalmış kişilerin anlattıklarına göre konteynerlerde yatak bulunmuyor. İnsanlar saatlerce yemek kuyruğunda bekletiliyor ve yemekler farklı zamanlarda servis ediliyor. Bir kişi "Bazen akşam yemeği saat 4'te, bazen de sabaha karşı 1'de veriliyordu" diye hatırlıyor. "Yemek için sırada beklerken, sıranın dışına çıkarsanız sizi döverlerdi. Beni dövdüler, parmağım da bu şekilde kırıldı; ellerimle başımı korudum ve parmağımı kırdılar."[105]
Pendik Polis Merkezi
Pendik bir geri gönderme merkezi olarak belirlenmemiştir, ancak yabancılar burada da idari gözetim altında tutulduğu için, eskiden burada tutulanlar bazen burayı da bir geri gönderme merkezi olarak tanımlamışlardır. Alıkonulanlar, 4x6 metrelik odalarda tutulduklarını, her bir odada 20 kişi bulunduğunu, odalarda yatak ya da battaniye olmadığını, sadece ince halılar bulunduğunu söylediler ve sıhhi tesisatın kötü durumda olduğunu, tuvaletlerin çalışmadığını ve Pendik’te tutulan bir çok kişinin ciltlerinde döküntüler görüldüğünü anlattılar. Görüşülenlerden biri “Pendik, böcek yuvasına girmek gibi” ifadesini kullandı.[106] Pendik’te tutulmuş olanlar doktora veya sağlık hizmetlerine erişimlerinin olmadığını, maske verilmediğini ve Kovid-19 için test yapılmadığını belirttiler. Erkek çocuklar, yetişkin erkekler ile bir arada tutuluyor, burada tutulanların gardiyanlarla konuşmaları engelleniyormuş. Yemek sırasında beklerken, gardiyanların göçmenlere kötü muamelede bulunduğu, bazen copla darp ettikleri de anlatılıyor. Yemek sırası geldiğinde ise, verilen yemek, görüşülen bir kişinin ifadesiyle ‘bozuk’ oluyormuş. Burada tutulanların telefona ya da bir avukata erişimleri de yokmuş. Daha önce Pendik’te tutulmuş bir kişi, “haklarınız duvarda yazıyor ama orada geçirdiğim tüm süre zarfında [11 gün] telefonu kullanmamıza hiç izin verilmedi,” diyor.[107]
Tuzla Geri Gönderme Merkezi
Tuzla Geri Gönderme Merkezi’nde alıkonulmuş kişiler, buranın genellikle aşırı kalabalık olduğunu söylüyorlar. İnsanlar, sabah 15 dakika ve öğleden sonra 15 dakika dışında tüm gün kilitli tutulan alüminyum konteynırlarda barındırılıyor. Konteynırların etrafı, üzerinde dikenli teller bulunan yüksek bir duvarla çevrili. Burada kalmış kişiler, gün boyunca yeni yakalananların merkeze getirildiği ve diğerlerinin sınır dışı edildiği ya da başka merkezlere nakledildiği sürekli ve yüksek hacimli bir geliş gidiş yaşandığını söylüyor. Konteynırlarda dört ya da beş ranza, yani sekiz ila on kişilik bir kapasite var, ancak burada tutulmuş bir kişi bize konteynırında kalan 17 kişiden biri olduğunu ve battaniye bile olmadan yerde uyumak zorunda kaldığını söyledi.[108] Konteynırlarda küçük pencereler ve düzgün çalışmayan klimalar bulunuyor. Tuvaletler konteynırların içinde ve çoğu zaman çalışmıyor; şilteler pis ve böcek istilasına uğramış olarak tanımlanıyor. Burada tutulmuş olanlar, hijyenin kötü olduğunu, sabun ya da şampuan bulunmadığını, maske takılmadığını ve Covid-19 virüsü için test yapılmadığını anlatıyor. Burada tutulanların çoğunun cilt enfeksiyonu geçirdiği ve bazılarının vücutlarında açık yaralar oluştuğu söyleniyor. Ağustos 2022'de Tuzla'da on gün tutulan bir kişi "ne doktor ne de tedavi gördüm" diyor, "eğer biri hastalanırsa, bununla yaşamak zorundaydı."[109]
Tuzla Geri Gönderme Merkezi için AB IPA 2014 fonuyla ekipman sağlanmış olmasına rağmen,[110] Tuzla’da tutulanlar, telefona erişimlerinin olmadığını ve avukatları, BMMYK veya aileleriyle iletişim kuramadıklarını anlattılar.
Tuzla’da tutulmuş olanlar, gardiyanlar tarafından kendilerine yapılan muameleden yakındılar. Tuzla'da iki gece geçiren Paktia Eyaletinden 25 yaşındaki bir gazeteci Bedar şunları anlattı: "Bir keresinde hava soğuk olduğu için kollarımı kavuşturmuştum, bir gardiyan 'neden böyle duruyorsun' diyip bana vurdu."[111] Başka bir kişi de şunları aktardı: "Gardiyanlar bir kez sırtıma copla vurdular ama diğer göçmenlerin benden çok dayak yediğine şahit oldum. Bizi dövmeleri için hiçbir sebep yoktu. Bizi dövdükleri odada kameralar vardı ama umursamadılar."[112]
Van Geri Gönderme Merkezi
Van Geri Gönderme Merkezi başlangıçta IPA 2007 kapsamında AB finansmanı ile sığınmacılar ve mülteciler için bir kabul merkezi olarak planlanmış ve tasarlanmış, ancak 2015 yılında Türk Hükümetinin talebi üzerine bir geri gönderme merkezine dönüştürülmüş.[113] Kurubaş mahallesinde bulunan merkez, 750 kişilik bir kapasiteyle Nisan 2017'de geri gönderme merkezi olarak açıldı.[114] Daha önce burada tutulmuş olanlarbinanın yedi ya da sekiz katlı olduğunu ve ortasında bir avlu bulunduğunu söylüyor. Binayı çevreleyen beton duvarın üzeri akordiyon telle kaplı ve dört köşesinde nöbetçi kuleleri bulunuyor. Her bir gözetim odası yaklaşık 4x5 metre boyutlarında, parmaklıklı bir penceresi ve metal bir kapısı var. Odalar, her odada üç ranza olacak şekilde, altı tutukluyu barındırmak üzere tasarlanmış, ancak Van’da tutulmuş kişiler bir odada 17 kişinin tutulduğunu bildiriyorlar. Bir kişi, merkezin yaklaşık 700 kişi kapasiteli olduğunu ancak kendisinin orada tutulduğu iki ayı aşkın süre zarfında merkezde tahminen, ortalama 2,000 kişinin bulunduğunu ifade ediyor.[115]
Alıkonulanlar fiziki şiddete uğradıklarını da söylüyorlar. Van’da tutulduğu sırada çocuk olan bir kişi şunları anlattı:
Ayağa kalkmamı ya da oturmamı istiyorlardı ancak o zamanlar Türkçe anlamıyordum, bu yüzden istediklerini yaptırmak için bana sopalarıyla vururlardı. Sopalar siyahtı, beş santim çapındaydı ve bunlarla bacaklarıma ya da kollarıma sertçe vururlardı. Türkçe olarak "İlerle" gibi bir şey söylerlerdi ve eğer arkama bakar ya da hemen hareket etmezsem, çoğunlukla bacaklarıma vururlardı.[116]
Van Polis Merkezi
Van polis karakolu bir geri gönderme merkezi değil, ancak İran sınırına en yakın şehirde bulunması nedeniyle, geri itmek üzere sınıra geri götürmeden veya geri gönderme merkezlerine nakletmeden evvel göçmenleri tutmak için yaygın olarak kullanılıyor. Burada tutulmuş olanlar koşulların aşırı kalabalık ve sağlıksız olduğunu, yatmak içi yeterli alan ve yatak bulunmadığını, tuvaletlere ve lavabolara güçlükle erişilebildiğini, bunları kullanmak isteyenlerin gardiyanlara yalvarmak zorunda kaldıklarını anlatıyorlar. Bir kişi polislerin davranışını insanlık dışı olarak tanımlıyor:
Gardiyanlar bizi sıraya dizip dans ettirir, yüzme hareketleri yaptırır ve yanlış yaparsak bizi döverlerdi. Bunu yaparken bize küfredip "neden Taliban'a karşı savaşmadınız? Neden ülkenizde kalmadınız?" gibi şeyler söylerlerdi.[117]
V. Refakatsiz Çocuklara Yönelik Kötü Muamele
Refakatsiz erkek çocuklar, Türk makamlarının elinde, bazı vakalarda yetişkin bekar erkekler kadar kötü ve sert deneyimler yaşadıklarını belirtiyorlar.
Yaş Tespitinin Yapılmaması ve Çocukların Yetişkin Olarak Kaydedilmesi
Birçok erkek çocuk açısından eşik meselesi, yaşlarının doğru değerlendirilip değerlendirilmediğidir. Yaşları 16 veya 17 civarında olan erkek çocuklar İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, tutarlı bir şekilde, Türk makamlarının yaşlarını 18 olarak gösterdiklerini veya herhangi bir yaş değerlendirmesi yapmadıklarını söylediler. Aralık 2020'de İran'dan Türkiye'ye geçmeye çalışan 14 yaşındaki Kabilli erkek çocuk Rüstem, "Bize hiçbir soru sormadılar, yaşımı ya da başka bir şeyimi sormadılar," diyor. Rüstem Van'a kadar gitmiş ancak üniformalarında jandarma yazan kişiler tarafından yakalanmış. Rüstem, yaklaşık 50 kişilik grubuyla birlikte, birkaç yüz kişinin bulunduğu bir kamp olarak tanımladığı bir yere götürülmüş. Gözetim altında tutulduğu bir gün boyunca ve ertesi günkü geri itme sırasında dövüldüğünü anlatıyor. Türk makamları hiçbir noktada Rüstem'in yaşını belirlemeye çalışmamışlar ya da onun hakkında herhangi bir resmi işlem yürütmemişler:
Yaşımıza bakmadan hepimize aynı muamele yapıldı, dövüldük. Bizi polis coplarıyla dövdüler. Bizi bir gece boyunca yiyecek ve içecek vermeden tuttular. Başıma ve belime darbe aldım. Ertesi gün bizi sınır dışı ettiler. Sınırda da beni tekmelediler ve yumrukladılar. Gece saat 11:00 civarında kıyafetlerimizi çıkardılar ve yaktılar. Bir pantolon, bir atletle kalmıştım. Ayakkabılarımı da aldılar. İki hafta boyunca zor yürüdüm, çünkü İran'a geri geçmek için kayalık bir tepeden aşağı çıplak ayak inmek zorunda kaldım.[118]
Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden iki ay önce, 16 yaşındayken ülkeden kaçan 17 yaşındaki Gaznili, Hazara erkek çocuk Abdul Aziz, ikinci denemesinde Türkiye'ye girmeyi başarmış ve polis tarafından yakalandığında iki aydır İstanbul'da yaşıyormuş. Çok sayıdaki nakil ve gözetim sırasında, Türk yetkililer onun reşit olmadığını kayda geçirmeyi reddetmiş ve yaşını 18 olarak yazmışlar:
Yaşımı sordular, ben de 15 dedim. Aslında 16 yaşındaydım. Bir polisin diğerine "Onu 18 olarak yaz" dediğini duyacak kadar Türkçe anlayabiliyordum. Beni kimlik almaya götüreceklerini söylediler ama bunun yerine Zeytinburnu polis karakoluna götürdüler, orada da 15 yaşında olduğumu söylememe rağmen beni 18 yaşında yazdılar. Yaklaşık ikiyüz kişiydik, bizi her biri yaklaşık 50 kişiyi barındıran dört odada bütün gece yemek vermeden tuttular, 20 kadar erkek çocuk ile yetişkin erkekler karışıktık ve uyumak için yeterli alan ya da yıkanacak bir yer yoktu.[119]
Ertesi sabah bir otobüs gelmiş ve Abdul Aziz'i dört gece geçireceği Tuzla Geri Gönderme Merkezi'ne, oradan da bir ay geçireceği Aydın Geri Gönderme Merkezi'ne götürmüş. Aydın'a varana kadar Abdül Aziz'in ne fotoğrafı çekilmiş, ne de parmak izi alınmış, ancak Aydın’da da yetkililer yaşını 18 olarak yazmayı sürdürmüş. Afganistan Konsolosluğu’ndan bir kişi gönüllü geri dönüş formuyla gelip, imzalaması için Abdül Aziz’e vermiş, ama Abdül Aziz kâğıdı imzalamayı reddetmiş. Kimsenin kendisine sığınma talebinde bulunma şansı vermediğini, telefonunun en başından beri alındığını ve hiçbir zaman bir avukatla iletişime geçemediğini ya da BMMYK ile görüşemediğini söylüyor. Abdul Aziz, Aydın'dan yaklaşık 400 kişinin konteynerlerde gözetim altında tutulduğu Malatya’daki bir jandarma kampına nakledilmiş. Abdülaziz, tutulduğu yerler arasında en kötüsünün burası olduğunu söylüyor.
Malatya'da 45 gün kaldıktan sonra jandarma Abdul Aziz'i Van'a nakletmiş ve 15 gün de buradaki başka bir gözetim merkezinde kalmış. Gece jandarmalar Abdul Aziz ve bir grup göçmeni sınıra götürmüş, sabaha karşı 4'e kadar beklemiş ve İran sınır polisinin olmadığı bir yerden onları İran tarafına itmiş. Jandarmalar Abdul Aziz ve diğerleri sınırı geçmeden evvel onları dövmüş, onları Türkiye'yi kirletmekle suçlamış ve "Türkiye sizin ülkeniz değil" ve "Geri gelirseniz sizi vururuz" gibi şeyler söylemişler.[120]
İran sınırını geçtikten sonra Abdul Aziz ile beraberindeki 30'dan fazla kişiyi haydutlar esir almışlar ve sekiz gün boyunca alıkoymuşlar. Abdul'un ‘suçlu’ olarak tanımladığı bu kişiler, göçmenlerin ailelerinden para talep etmiş ve hem ona, hem de diğerlerine ciddi bir şekilde şiddet uygulamışlar. "Bizi hayvanlar gibi tuttular" diyor Abdul Aziz. "Bizi günde sadece bir kez besliyorlardı ve bize sürekli bağırıp yüzümüze tokat atıyorlardı."[121] Sekiz gün sonra Abdül Aziz'in ailesi suçlulara 8 milyon toman (yaklaşık 4,000 Türk Lirası veya 223 ABD Doları) ödemiş ve suçlular Abdül Aziz'i serbest bırakmış.
Türk makamları, 16 yaşındaki Abdul Aziz'i dört geri gönderme merkezinde (Tuzla, Aydın, Malatya ve Van) tutarak, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 59. maddesinde 2019 yılında yapılan ve refakatsiz çocukları geri gönderme merkezlerinde tutulabilecek kişiler kategorisinden açıkça çıkaran değişikliği ihlal etmiştir.[122]
Çocuklara Belge Sağlanmaması
Refakatsiz erkek çocuklar, uluslararası koruma almayı ve Türkiye'de kalabilmeleri için uluslararası koruma kimlik kartı (İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü kişiler bu belgeye genel olarak Türkçe ‘kimlik’ diyorlar) çıkartmayı çok zor buluyor. Şu anda 18 yaşında olan Nurzad Türkiye'ye görüşmemizden bir yıl önce, 17 yaşındayken girmiş. Afganistan’dan ayrılma sebebi okulunun güvenlik nedeniyle beş ay boyunca kapalı kalması ve Taliban döneminde yeniden açıldığında ise müfredatın çok zayıf olmasıymış. Nurzad Denizli'deki İGİB ofisinde sığınma talebinde bulunmuş. Onlara 15 yaşında olduğunu söylemiş ve onlar da bunu onun yaşı olarak kabul etmişler, ancak kendi ifadesiyle "hiçbir şey fark etmemiş" zira altı ay sonra tekrar gelmesini söylemişler. Yakalanmasını önlemek için geçici bir belge düzenlememişler, sadece bir kağıda randevunun tarihini yazmışlar. Altı ay sonra Nurzad ofise gittiğinde ona bir ay sonrasına yeni bir randevu tarihi daha vermişler. Nurzad, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne İGİB ofisine yaptığı bir sonraki ziyareti şöyle anlattı:
İGİB’in günde sekiz kişiyle görüşme sınırı olduğu için randevu günü gece 1'de gittim ama sırada uyuyakalmışım. Polis geldi ve orada uyuyamayacağımı söyledi, ben de oradan ayrıldım ve sabah 4'te geri geldim. O gün sıradaki üçüncü kişiydim. Her ne kadar 15 yaşında olduğumu kabul etseler de, bekâr erkeklere ya da refakatsiz çocuklara kimlik veremeyeceklerini, sadece hastası olan ailelere kimlik verebileceklerini söylediler. Kimliği okula gitmek için istediğimi söyledim ama bana bir kimlik vermediler, bu yüzden okula gidemiyorum. Kimse bana Afganistan'dan neden ayrıldığımı ya da geri gönderilmekten korkup korkmadığımı sormadı. Yine de altı ay sonra tekrar gelmemi söylediler.[123]
Nurzad şu anda Denizli'de kayıtsız göçmen olarak yaşıyor ve bir tekstil fabrikasında çalışıyor. Türk işçilerden çok daha az ücret aldığını söylüyor. "Türkler burada sabah 8'den akşam 4'e kadar çalışıyor ve günlük 180 Türk Lira (yaklaşık 10 ABD Doları) alıyorlar. Ben sabah 7'den akşam 6'ya kadar çalışıyorum ve 150 Türk Lirası (yaklaşık 8 ABD Doları) ücret alıyorum.” Nurzad yakalanmaktan korktuğunu, doktora gitmediğini ya da şehirden ayrılmadığını söylüyor. “Eğer sığınma ve kimlik alabilseydim, burada, Türkiye'de kalırdım, ama başka bir kente giderdim. Denizli'deki Afganlar ayrımcılığa uğruyor. Burada okula giden ve ayrımcılığa uğrayan arkadaşlarım var, bu yüzden bir kimliğim olsa bile burada okula gideceğimi sanmıyorum.”[124]
Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden bir ay sonra ülkeyi terk eden 15 yaşındaki Kabilli Omid, Türkiye'den İran'a üç kez geri itilmiş. Şubat 2022'nin sonundaki ilk denemesinde, jandarmanın kendisini lastik bir hortumla dövdüğünü anlattı. “Onlara 15 yaşında olduğumu söyledim ama beni yetişkin erkeklerle aynı şekilde dövdüler. Eğer konuşan olursa, onu daha çok dövüyorlardı.” Omid ikinci denemesinde de jandarmaların kendisini dövdüklerini söyledi. Omid, 2022 yılının Mart ayının ortalarındaki dördüncü girişiminde Ağrı'da yakalanmış ve yetkililer çocuk olduğunu tespit ederek onu bir çocuk yurduna yerleştirmişler:
Bana 18 yaşıma kadar üç yıl boyunca orada kalmam gerektiğini, kimliği ancak o noktada vereceklerini söylediler. Üç yıl orada kalmak istemedim ve 10 gün sonra oradan kaçtım. Ağrı'da kalsaydım okula gidebilirdim ama ailemin bana ihtiyacı olduğu için oradan ayrılmaya ve iş bulmaya karar verdim.[125]
Görüşme sırasında İstanbul'da kaçak olarak yaşayan ve Avrupa'ya geçmeyi planlayan Omid, "Afganistan'a asla geri dönmem" diyor.[126]
VI. Afganistan’a Yapılan Sınır Dışı Etmeler
Türkiye'nin sınırdışı ettiği Afganistan vatandaşlarının sayısında, 2021'den 2022'ye önemli bir artış görülüyor. Türkiye'nin 2022 yılının ilk sekiz ayında sınır dışı ettiği 44 bin 768 Afganistan vatandaşı,[127] 2021 yılının ilk sekiz ayında sınır dışı edilenAfganistan vatandaşı sayısına kıyasla yüzde 150'lik bir artışa işaret ediyor.[128] Bu artış, en azından kısmen,[129] Türkiye’de kamuoyunun mülteci ve göçmen karşıtı bir yöne evrilmiş olmasıyla açıklanabilir; 2021 yılında Afganlar, Suriyeliler, Iraklılar ve diğer düzensiz göçmenler ve sığınmacılar hakkında Türkiye kamuoyunun tavrını tespit etmek amacıyla yapılan bir kamuoyu araştırmasında, katılımcıların yüzde 76'sı "bu kişilerin ülkeye girişleri engellenmeli, ülkede bulunanlar çok acil şekilde sınır dışı edilmelidir" ifadesine katıldığını belirtti.[130]
Türkiye'de 2023 baharında genel seçimlerin yapılması bekleniyor ve önde gelen muhalefet partileri, seçim kampanyalarını mültecilerin ülkelerine geri dönmesi çağrısı üzerinden yürütüyorlar.[131] 2021 yılında yapılan aynı kamuoyu araştırmasında, on katılımcıdan yedisinin hangi siyasi parti "bu kişileri sınır dışı etmeyi taahhüt ederse" ona oy vereceklerini söylediği görülüyor.[132] Türkiye kamuoyunun çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapmaktan duyduğu "rahatsızlığa" işaret eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Avrupa'ya bir uyarıda bulunmuş ve "Türkiye'nin Avrupa'nın mülteci ambarı olmak gibi bir görevi, sorumluluğu, mecburiyeti de yoktur" demişti.[133]
Bunlar açıkça ve büyük ölçüde zoraki geri göndermeler, ancak Türkiye hükümeti ısrarla bunların gönüllü geri dönüşler olduğu yolundaki kurguyu anlatmayı sürdürüyor. Halbuki İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Afganistan'a sınır dışı edilen Afganlarla yaptığı görüşmeler, "gönüllü geri dönüş" belgelerinin düzenli olarak formalite icabı kullanılmasına rağmen, sınır dışı edilmek üzere olan birçok Afgan’a sığınma talebinde bulunma veya sınır dışı edilmeye itiraz etme fırsatı verilmediğini ve gönüllü geri dönüş formlarındaki imza veya parmak izlerinin genellikle zorla, veya hileyle alındığını veya bunların sahte olduğunu gösteriyor.
Gaznili 27 yaşındaki bir aile babası olan Abdul Sami, Taliban'ın yönetimi ele geçirmesinden bir ay sonra, Taliban'la bağlantılı kişilerin kendisini tehdit etmesi üzerine, eşi ve iki çocuğundan müteşekkil ailesini geride bırakarak Afganistan'dan kaçmış. Tekneyle Türkiye’den ayrılmaya çalışırken, Türkiye sahil güvenliği tarafından yakalanmış. Yakalandığı 9 Nisan 2022 tarihinden, hava yoluyla Afganistan'a sınır dışı edildiği 7 Mayıs 2022 tarihinekadar geçen süre zarfında İzmir'den Pendik'e ve Tuzla'ya kadar çeşitli polis karakolları ve geri gönderme merkezleri arasında dolaştırılmış, üstelik yetkililere defalarca Afganistan'a dönmekten korktuğunu söylemesine rağmen resmen uluslararası koruma talebinde bulunması hiç mümkün olmamış. Ayrıca kendisini zorlamak amacıyla yapılan tehditlere ve uygulanan şiddete rağmen, gönüllü geri dönüşü de asla kabul etmediğini söyleyen Abdul Sami, Afganistan’a sınır dışı edilmeden evvelki son saatlerini şöyle anlattı:
Afganistan Konsolosluğu’ndan biri bizimle WhatsApp üzerinden konuştu. Ona Afganistan'da sorunlarım olduğunu söyledim ama bana yapabileceği bir şey olmadığını söyledi. Biz konuşurken jandarma da yakınımızda bizi dinliyordu ve beni gömleğimden çekip odadan dışarı çıkardılar. Bana bizim dilimizde olmayan bir kâğıt uzatıp imzalamam gerektiğini söylediler. Kağıdın avukat talep etmek için olduğunu söylediler, ancak orada alıkonanlardan Türkçe okuyabilen biri, belgenin sınır dışı edilmeyi kabul etmek için olduğunu söyledi. 120 kişiden sadece 3'ü o kağıdı imzalamayı kabul etti. Her birimizi iki ya da üç kez tokatladılar ve imzalamamızı söylediler ama imzalamadık. Sonra hepimizi teker teker içinde kamera olmayan bir odaya aldılar. İki jandarma oturuyor, ikisi de ayakta duruyordu. Bana tekrar kağıdı imzalamamı söylediler. Afganistan'da sorunlarım olduğunu ve imzalayamayacağımı söyledim. Bunun üzerine bana küfrettiler ve ayakta duran adamlardan biri kafama, sırtıma ve bacaklarıma lastik veya plastik bir copla vurdu, ayakta duran diğeri de beni eliyle darp etti. Yüzüme vurdu ve burnumu kanattı.
Ertesi gün beni yaklaşık 200 kişiyle birlikte geri gönderme merkezinin avlusuna götürdüler ve gönüllü geri dönüş için parmağımızı kağıtlara basmamız gerektiğini söylediler. İlk başta hepimiz reddettik. Bir adam kağıdı yırttı. Onu alıp bir odaya götürdüler; geri getirdiklerinde yüzü kanlar içindeydi. [Ertesi] gün beni yaklaşık 200 kişiyle birlikte İstanbul’daki havalanına götürdüler. İsimlerimizi tek tek okudular, seyahat belgelerimizi damgaladılar ve bizi Ariana Havayolları uçağına bindirdiler. Uçakta başka yolcu yoktu, sadece erkekler ve çocuklar vardı. Eşyalarımızı iade edeceklerini söylediler, ancak Türk yetkililer uçuş masrafı diyerek 350 Avro’ya (yaklaşık 353 ABD doları) el koydular. Ama ben gönüllü iadeyi hiç kabul etmedim ki! Bu yüzden paramı almamaları gerekirdi.[134]
Abdul Sami Kabil Havaalanı’ndan hemen ayrıldığını söyledi. Afganistan’a dönüşünden iki gün sonra Taliban, ailesinin evine gelerek, Abdul Sami’nin geri dönüp dönmediğini sormuş. “Babam Taliban'ın beni aradığını, eve gelmememi söyledi, ben de doğrudan Afganistan'dan yine ayrıldım.”[135] Abdul Sami kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesi sırasında İran’ın başkenti Tahran’da bulunuyordu.
25 yaşındaki Gaznili Bektaş 21 Haziran 2022'de Ariana Havayolları'na ait bir uçakla yaklaşık 450 Afganistanlı erkek ve erkek çocukla birlikte Afganistan'a sınır dışı edilmiş. Söz konusu adam, kendisine parmak basması için Türkiyeli bir yetkili tarafından gönüllü geri dönüş kağıdı verildiğini, ancak bunu reddettiğinde Türkiyeli yetkilinin kağıda kendi parmak izini bastığını söyledi. “Hiçbir kağıda imza atmadım, parmağımı basmadım, havalanında aldığım sınır dışı etme kağıdına bile… Kağıda bastıkları parmak izi benim değildi.”[136] Sınır dışı edilen başka şahıslar da benzer beyanlarda bulundu. Afganistan Konsolosluğu’nun damgasını taşıyan ve isimlerini, fotoğraflarını ve parmak izlerini içeren "gönüllü geri dönüş" belgelerini gördüklerini, ancak kağıda parmak izlerini hiç basmadıklarını belirttiler.
Babası Taliban tarafından öldürülen ve evi yakılan 16 yaşındaki Heratlı Masror, Türk yetkililere kendisini geri göndermemeleri için yalvarmasına rağmen 17 Mayıs 2022 tarihinde Kam Air'e ait bir uçakla Türkiye'den Afganistan'a sınır dışı edilmiş:
Sınır dışı edilmeden bir gün önce Edirne Geri Gönderme Merkezi'nde üniformasında jandarma yazan bir güvenlik görevlisi bana sınır dışı kağıdını imzalamam gerektiğini söyledi. İmzalamayı reddettim. O, koluma metal bir polis copuyla vurdu. Kolum morardı. Ona Afganistan'a gitmekten korktuğumu söyledim ama o Afganistan hakkında konuşmamın yasak olduğunu söyledi. Ertesi gün başka bir görevli elimi tuttu ve zorla kağıda parmak izimi bastı. Çok büyük bir göbeği vardı, nerdeyse 200 kiloydu. Edirne Geri Gönderme Merkezi'nin müdürü müydü bilmiyorum ama havaalanına kadar bizimle geldi.
Hiç kimse Afganistan'a dönmekten korkup korkmadığımı sormadı. Kâğıtta geri dönüşümün gönüllü olduğu yazıyordu ama ben çok ağladım, beni sınır dışı etmemeleri için çok yalvardım. Gönüllü değildi.[137]
Masror, Türk yetkililerin sınır dışı işlemini videoya kaydettiğini söyledi. Sınır dışı edilenlere "kameralara iyi görünmeleri için" yeni, temiz kıyafetler verilmiş ve onlardan geri döndükleri için mutlularmış gibi davranmaları istenmiş. “[Havaalanına giden] otobüse binmeden önce ellerimizi sıktılar ve bu sırada bizi videoya çektiler. Eğer dediklerini yapmazsak bizi döveceklerini biliyorduk.”[138]
Masror İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne telefonla şu anda Herat'ta saklandığını söyledi. “Kimse nerede olduğumu bilmiyor. Dışarı çıkmıyorum ve ilk fırsatta tekrar İran'a geçeceğim. İran'da kalmak istemiyorum. Güvenli bir ülkeye gitmek istiyorum.”[139]
VII. Afganların Suriye’ye Sınır Dışı Edilmesi
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Afganların sadece kendi ülkeleri olan Afganistan'a değil, en azından bazı vakalarda, çatışma, baskı ve mezhepsel gerilimlerle dolu bir ülke olan Suriye’ye de sınır dışı edildiklerini şaşkınlıkla ortaya çıkardı. Oysa bizim konuştuğumuz ve bu şekilde sınır dışı edilmiş Afganların, Suriye ile hiç bir bağları yoktu.[140] Türk yetkililer tarafından Suriye'ye sınır dışı edilen Afganlar, Suriye'den Türkiye'ye geri geçmeye çalıştıklarında da sınırda yine geri itilmişler.
Safdar Ali, Ocak 2022'nin sonunda Afganistan'dan kaçmış 20 yaşında Gazneli bir Şii Hazara. Safdar Ali, İran'dan Türkiye'ye üçüncü geçiş denemesinde, Türkiye'nin doğusunda yer alan Tatvan'daki otobüs terminaline kadar gelmiş ve burada yakalanmış. Bir otobüse bindirilerek, 23 Suriyeli ve sekiz Afgan ile birlikte Suriye sınırına götürülmüş. Safdar Ali, hiçbir işlem görmediğini, fotoğrafının çekilmediğini, parmak izinin alınmadığını, ancak sınırdan geçirilerek Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) kontrolündeki bir bölgeye itildiğini söylüyor. HTŞ, İslamcı Sünni silahlı gruplardan oluşan bir koalisyon ve Suriye'nin kuzeybatısındaki toprakları kontrol eden hükümet karşıtı ana silahlı grup. HTŞ’nin ana omurgasını, daha önce Şam'ın Fethi Cephesi ya da El Nusra olarak bilinen ve Levant'taki El Kaide ile bağlantılı olan Suriyeli, silahlı bir muhalif grup oluşturuyor. “Şii olduğum için çok korktum" diye anlatıyor Safdar Ali. "Suriyelilerden olabildiğince uzak durdum. Oradaki insanlar bize ‘El Nusra'ya karşı bir şey söylemeyin yoksa kafanızı keserler’, dedi.”[141]
Safdar Ali dört başarısız girişimin ardından Türkiye’ye geçmeyi başarmış. "Her yakalandığımda Türk polisine Suriyeli değil Afganistanlı olduğumu ve El Nusra grubundan korktuğumu söyledim ama beni dinlemediler," diyor. Girişimlerinin hiçbirinde "herhangi bir işlem yapılmadı, fotoğraf çekilmedi ya da soru sorulmadı. Bizi sadece dövdüler ve Suriye'ye geri ittiler. Bir çocuğu bile dövdüklerini gördüm."[142]
Gaznili 15 yaşındaki Hazara bir çocuk olan Ramazan 2021 Eylül ayı ortasında Afganistan'dan kaçmış. Türkiye'ye geçtikten sonra altı gün boyunca insan kaçakçıları tarafından otobüsten otobüse aktarılmış. O ve beraberindeki yedi kişi (dört Peştun ve üç Hazara), sonunda, Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki İdlib Vilayeti'ne sınırı olan, Türkiye'nin en güneyindeki Hatay’a ulaşmışlar. Sekiz kişilik grup, Hatay’ın İskenderun ilçesinde polis tarafından yakalanmış ve karakola götürülmüşler. Burada hiçbirinin anlamadığı, Türkçe el yazısıyla yazılmış bir kağıda isimleri yazdırılmış ve imza attırılmış. Polis onlara bir kampa götürüleceklerini söylemiş, ama bunun yerine Suriye sınırına götürülmüşler. Orada çocuğun “Türk Komutan” diye tanımladığı bir adam, Kuran’dan Arapça bir cümle okuyup, “Fi sebililah”[143] – Allah rızası için — diyerek, Darkuş yakınlarındaki sınırdan, Suriye’ye itmiş. “Beni Suriye’ye göndermemeleri için yalvarıp yakardım. Onlara bizim Afgan olduğumuzu, Suriyeli olmadığımızı söyledik. Bizi dövmediler, ama ellerinde uzun sopalar vardı ve gitmezsek bizi döveceklerini söyleyip, tehdit ettiler. Ben yere oturmuş ağlıyordum. Beni kollarımdan tutup kaldırdılar ve sınıra kadar yürüttüler.”[144]
Ramazan, beton duvardaki bir kapıdan geçer geçmez El Nusra'dan olduğu anlaşılan kişiler tarafından yakalanmış:
O kadar korkmuştum ki Kelime-i Şehadet getirdim.[145] Gözleri dışında yüzü kapalı bir adam bizi sınıra yakın bir üsse götürdü. Google translate’i kullanarak "Müslüman mısın yoksa Şii mi?" diye sordular. Hepimiz Sünni olduğumuzu söyledik. İlk başta bize inandılar çünkü grubumuzun yarısı Sünni Peştunlardan oluşuyordu. Birlikte olduğum Peştun arkadaşlar onların Şii karşıtı El Nusra’dan olduğunu biliyordu ve bizi koruyup kollamaya çalıştılar.[146]
Ramazan'ın Arapça'da merkez anlamına gelen "Merkaz" adıyla bildiği bir hapishaneye nakledilmişler. Ramazan burada Şii olup olmadığını belirlemek amacıyla bir kez daha sorgulanmış; bu sırada cebinde Şii’lerin Aşure duası bulunan bir kitap bulmuşlar. “Bundan Şii olduğumu anladılar. Bunun üzerine üç kişi üstüme atıldı. Suratıma tokat attılar ve beni dövdüler.”[147]
Ramazan sonraki üç - dört günü yetişkin Suriyeli mahkumlarla birlikte kilitli bir hücrede geçirmiş. Şöyle anlatıyor: "Odada Suriyeliler de vardı ve Şii olduğum için beni dövmeye başladılar ama sonra birbirleriyle tartışmaya başladılar. Bazıları beni dövmek istiyordu, bazıları da beni savunuyordu. Beni başka bir odaya götürdüler." Onu sorgulamak için Darice bilen bir tercüman getirilmiş. “Şii olduğumu itiraf ettim. Benimle birlikte seyahat eden ve Şii olan diğer üç kişinin isimlerini verdim. Üçümüzün de yaşı küçüktü. Ben 15 yaşındaydım ve arkadaşlarım da 15 ve 13 yaşlarındaydı. Bize, grubumuzdaki yetişkin olan dördüncü kişiden daha az sert davrandılar.”[148]
Yedi gün sonra, El Nusra yetkilileri olduğunu sandığı adamlar dördünü de bir insan kaçakçısına teslim etmiş. Kaçakçı, dörtlünün Afganistan'daki ailelerinden para aldıktan sonra onları Türkiye sınırındaki beton duvara geri götürmüş. “Türkiyeli güvenlik görevlileri ateş etmeye başladılar. Kurşunlar ayaklarımızın dibine isabet ediyor, başımızın üstünden geçiyordu. Bağırarak Afgan olduğumu söyleyince Türkiyeli güvenlik görevlileri bizi içeri aldı.” Ancak aynı günün gece yarısı Türkiyeli yetkililer onları sınır duvarının üzerinde bulunan Hir Jamus’taki başka bir kapıya götürmüşler.
"Bir Türk askeri ceketimi, paramı, cep telefonumu ve şarj cihazımı aldı ve burnuma yumruk attı," diyor Ramazan. O gecenin geri kalanını, Türkiye ve Suriye arasındaki 20 metre genişliğindeki tarafsız bölgede, çoğunun dayak yediği anlaşılan 100 kadar Suriyelinin arasına karışarak geçirmişler; o sırada hem Türkiye hem de Suriye tarafındaki güvenlik görevlileri birbirlerine ve göçmenlere diğer tarafa geçmeleri için bağırıyorlarmış.
“Bütün gece 'ben Afganım' diye bağırdım ama Türkiyeli güvenlik görevlileri beni içeri almadı.”[149] Ertesi sabah üniformalı HTŞ muhafızları Ramazan ile üç arkadaşını orada tutulanların Merkaz dediği hapishaneye geri götürmüş. “Bizi bir daha bırakmazlar diye çok korktuk.”
Sekiz gün daha gözetim altında tutulduktan yine bir insan kaçakçısına teslim edilmişler ve iki kez daha Türkiye'ye geçmeyi denemişler. Her iki seferde de Türkiye sınırındaki güvenlik görevlileri onları yakalamış ve Suriye'ye geri itmiş:
Türk polisinden çok dayak yedik, özellikle de yetişkin olanımız. Onu kıpırdayamaz hale gelene kadar postallarıyla tekmelediler. Cop kullandılar, yumruk ve tekme attılar. Ben dahil hepimizi dövdüler. Bizi Suriye’ye geri itmek için hep aynı kapıyı kullandılar.[150]
İkinci kez geri itildikten sonra, El Nusra olarak tanımladığı yetkililer onun ve arkadaşlarının gözlerini bağlayarak onları “Merkaz” olarak bildikleri, sonraki üç ay 13 gün boyunca tutulacakları hapishaneye geri götürmüş.
Hep aynı hücrede kaldık. Havalandırma için sadece küçük bir pencere vardı. Yatak yoktu. Yerde uyurduk. Hiç dışarı çıkmazdık. Yıkanacak yer yoktu. Her yer kirliydi. Böcekler vardı. Hepimiz bitlenmiştik. Cilt sorunları yaşadım. Beş gün çok hasta oldum. Bağırsaklarım bozulmuştu. Bu süre zarfında hiçbir sağlık hizmeti almadım. Beni hastaneye götürmediler. Bize hiç Kovid testi yapılmadı. Yetişkinlerle aynı yerde tutulduk. Günde iki kez yemek veriliyordu.[151]
Ramazan, cerrahi maske taktığını gördüğü tek kişinin "Şeyh Kabir" olarak tanıdığı "Merkaz" müdürü olduğunu söyledi. Gardiyanlar Ramazan’a Şeyh Kabir'in talimatıyla, "kendi güvenlikleri için," orada tutulduklarını, çünkü dışarı çıkarılırlarsa insanların onları öldüreceğini söylemişler. Ramazan kendisine ne olacağını sorduğunda ise, gardiyanlar parmaklarını boğazlarına sürerek kafasının kesileceğini ima etmişler. Ancak gardiyanlar, daha sonra, çocuk olduğu sürece onun öldürülmeyeceğini, fakat birlikte seyahat ettiği yetişkin Hazara'nın kafasının kesileceğini söylemiş.[152]
Ramazan aynı hapishanede tutulan Suriyeli mahkumlardan bazılarının "Şii olduğumuz için bizi öldürmek istediklerini söyleyip durduklarını" anlattı ve “hayatımız sadece Sünni olan Hüseyin adındaki başka bir mahkum bizi savunduğu için kurtuldu,” dedi.[153]
Ramazan şunu da ekledi: “O üç ay boyunca Arapça öğrenmeye çalıştık. Onlara Sünni İslam'a geçeceğimizi söyledik.”
20 Mayıs 2022'de kendilerini alıkoyanlar, aralarında Ramazan ve üç yol arkadaşının da bulunduğu 26 Afgan’ı Cilvegözü/Bab al-Hawa’daki resmi sınır kapısına getirerek Türk yetkililere teslim etmiş. Ramazan, teslim sırasında hiçbir uluslararası yetkilinin, BMMYK veya Kızılay’dan hiç kimsenin bulunmadığını söyledi.
Ramazan, Türk yetkililerin Afganların biyometrik bilgilerini, fotoğraflarını, parmak izlerini ve iris taramalarını aldıklarını ancak durumları hakkında hiçbir şey sormadıklarını söyledi. Türkiyeli yetkililer onu kayıtlara 18 yaşında olarak geçirmişler. Ramazan yardım istemiş ama faydası olmamış:
Onlara 15 yaşında olduğumu söyledim ama Afgan tercüman bana yardımcı olamayacağını söyledi. Tercümana reşit olmadığımı, çok eziyet çektiğimi ve iltica etmem gerektiğini söyledim, ama Türkiyeli görevli sadece ‘yok, yok’ dedi. Afgan tercümana benim için BMMYK ile iletişime geçip geçemeyeceğini sordum. Bana yapamayacağını söyledi.[154]
Ramazan ile diğer Afganlar Hatay Geri Gönderme Merkezi’ne götürülmüşler ve burada onlara gönüllü geri dönüş formları verilmiş. “Türkiye’ye saygımızı göstermek için bu kağıtları imzalamamız gerektiğini, imzalamayı reddedersek bizi bir yıl daha gözaltında tutacaklarını söylediler,”[155] diyen Ramazan, Hatay Geri Gönderme Merkezi’nden Gaziantep Geri Gönderme Merkezi’ne gönderilmiş ve beş gün de burada kalmış. “İltica talebinde bulunmadım çünkü bir şey istediğinizde gardiyanlardan dayak yiyordunuz” diyor.[156]
Beş gün sonra Gaziantep Geri Gönderme Merkezi yetkilileri, aralarında Ramazan’ın da bulunduğu yaklaşık 150 kişiyi üç otobüse doldurarak Yunanistan sınırı yakınlarındaki Edirne Geri Gönderme Merkezi’ne götürmüşler. Ramazan şunları anlattı: “Edirne’de bir kağıda parmak bastırdılar. O kağıtta ne yazdığını bilmiyorum. Birkaç saat sonra jandarmalar bizi bir ormana götürüp, bıraktı. Bizi bir daha yakalarlarsa Afganistan’a sınır dışı edileceğimizi söylediler.”[157]
Ramazan Yunanistan'a geçmemiş, bunun yerine İstanbul’a gitmek için bir taksi tutmuş. Bir insan kaçakçısı taksi şoförüne varışta 700 Türk Lirası (yaklaşık 39 ABD Doları) ödeyecek, Ramazan ise bu tutarı kaçakçıya borçlanacakmış.
Sekiz gündür İstanbul'dayım. Hiç param yok. Ailem fakir. Dışarı çıkamıyorum. Polisten korkuyorum. Bu eve gelip beni tutuklamalarından korkuyorum. Kuzenim geçen hafta Taliban tarafından işkence gördü. Tepeden tırnağa dayak yedi.[158]
Ramazan, kendisiyle aynı korkunç deneyimleri paylaşmış 13 yaşındaki arkadaşının Edirne'ye nakledilmediğini, Gaziantep'te gözetim altında tutulmaya devam ettiğini ve aralarında IŞİD üyesi olduğunu söylediği kişilerin de bulunduğu yetişkinlerle birlikte kaldığını söyledi.[159]
Afganların Suriye'ye sınır dışı edildiklerine dair anlatımlar, diğer kaynaklardan gelen haberlerle de tutarlılık göstermektedir. Middle East Eye, 2021 yılının sonlarında HTŞ tarafından bir ay boyunca alıkonulmuş, haber yayınlandığı sırada hala İdlib'de mahsur bulunan dört genç Afgan erkeğin, 2021'de Suriye'ye sınır dışı edilmiş olduklarını haberleştirmişti.[160] Uluslararası Af Örgütü de, Aralık 2021'de Türkiye'den Suriye'ye sınır dışı edilen yedi Afgan erkekten oluşan bir gruba ilişkin başka bir vakayı rapor etmişti. Onlar da HTŞ tarafından bir ay boyunca alıkonulmuş. “Türk polisi bize hiçbir şey söylemedi, sadece 'Yunanistan, Yunanistan' dedi. Suriye sınırı olduğunu ancak sınırı geçtikten sonra anladık. Bir [savaşçı] vardı ve Arapça konuşuyordu. Savaşçıyı gördüğümüzde gitmek istemediğimizi söyledik ama [Türk] polis bizi dövdü ve gitmeye zorladı. Bana ve hepimize, vücudumuzun her yerine siyah sopalarla vurdular.”[161]
VIII. Uluslararası Koruma Statüsü için Kayıt İşlemlerine Erişimin Engellenmesi
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü Afganların hiçbirine yakalanmalarından sınır dışı edilmelerine kadar hiçbir aşamada sığınma talebinde bulunma fırsatı verilmemiş ve uluslararası koruma talep etme girişiminde bulunanlar da görmezden gelinmiş. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü tüm bekar erkekler Türkiye’de uluslararası koruma kaydı yaptırma olanağının kendilerine kapatılmış olduğunu ya kişisel deneyimlerinden ya da kulaktan kulağa yayılan bilgilerden çıkarım yaptıklarını söylüyorlar.
Bir başvuru sahibinin uluslararası koruma için uygun olup olmadığının ve (görüşülen kişilerin genellikle ‘kimlik’ olarak kısalttığı) uluslararası koruma kimlik kartının verilip verilemeyeceğinin belirlenmesi için mülakatlar yapmak İçişleri Bakanlığı'na bağlı Göç İdaresi Başkanlığı’nın (GİB) görevi. Türkiye'nin uzun süredir uyguladığı politika, sığınmacıların yedi ilde kayıt yaptırmalarını engellemek, bunun yerine giriş yaptıkları en yakın belediyeye veya başka bir "uydu kente" kayıt yaptırmalarını sağlamak. Ancak, Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden bu yana sığınma (uluslararası koruma) talebinde bulunan Afganlar, taşra bölgelerindeki (veya büyük şehirlerdeki) GİB ofislerine erişim konusunda büyük güçlükler yaşıyorlar ve onlara genellikle Afganların uluslararası koruma kimlik kartı alamayacağı, çok daha ilerideki bir tarihte tekrar gelmeleri veya farklı bir şehre gitmeleri söyleniyor.
İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı Şubat 2022’de 16 ilde (Ankara, Antalya, Aydın, Bursa, Çanakkale, Düzce, Edirne, Hatay, İstanbul, İzmir, Kırklareli, Kocaeli, Muğla, Sakarya, Tekirdağ ve Yalova) uluslararası koruma başvurularının kabul edilmeyeceğini söyledi.[162] Nüfusun yüzde 25 veya daha fazlasının yabancılardan oluştuğu mahallelerde yabancıların oturma izni başvurularının kabul edilmeyeceğini de belirten Çataklı, Türkiye genelinde 781 mahallede yaşayan yabancıların sayısının nüfusun yüzde 25'ini aşması nedeniyle, bu mahallelerde kayıtların kapatılmış olduğunu bildirdi.[163] Haziran ayında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 1 Temmuz 2022'den itibaren söz konusu oranın yüzde 20'ye düşürüleceğini, yabancıların kaydına kapalı mahalle sayısının ise 1,200'e çıkarılacağını açıkladı.[164]
2022'de yapılan uluslararası koruma başvurularına ilişkin bir istatistik mevcut değil, ancak 2018'de 114 bin 537'de olan uluslararası koruma kayıtları sayısı, 2021'de, %74 oranında bir azalmayla, 29 bin 256'ya düşmüş.[165] Bu hızlı düşüş kısmen, Kovid-19 salgını nedeniyle GİB ofislerinin kapatılması ve yeni başvuruların çeşitli zamanlarda askıya alınması da dahil olmak üzere Kovid-19 salgınının etkisini yansıtmaktadır.[166] 2021 yılında Türkiye'deki tüm uluslararası koruma başvurularının yüzde 75'i Afganlar tarafından yapılmıştır.[167]
Türk makamları 2021 yılında 13,227 uluslararası koruma talebini kabul ederken 11,908'ini reddetmiştir.[168] Buna karşılık, Türkiye 2020 yılında 8,753 uluslararası koruma talebini kabul ederken, 10,674'ünü reddetmiştir.[169] Yeni başvuruların azaldığı bu dönemde, Türk makamları bekleyen dosya sayısını azaltma konusunda çok az ilerleme kaydedebilmiş ve 2020 yılı sonunda 322,188 olan bekleyen dosya sayısını, 2021 yılı sonunda ancak 304,970'e düşürmüşlerdir.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'nin göç ve mülteciler konusundaki özel temsilcisi Büyükelçi Drahoslav Štefánek, Kasım 2021 tarihli Türkiye raporunda, "'kapalı' bir şehrin yalnızca belirli acil durumlarda başvuruları kaydetmeye karar verebileceği, 'açık' bir şehrin ise başvuru sahiplerine altı ay içinde geri gelmelerini söyleyebileceği veya kendisini belirli kategorilerdeki başvuru sahiplerine kapalı ilan edebileceği şeffaf olmayan bir kota sistemine" tanık olduğunu belirtiyor. Büyükelçi Štefánek bekar, yetişkin Afgan bir erkek mültecinin Türkiye'de uluslararası korumaya erişiminin imkansız olduğunu dile getiriyor:
Tüm büyük şehirlerin genç Afgan erkeklerin kayıt işlemlerine kapalı olduğunu, bu kişilerin kayıt altına alınmadığını, sığınma başvurusunda bulunma niyetlerini belgeleyen hiçbir evrak verilmediğini, bu nedenle korumaya veya temel hizmetlere erişemediklerini ve sınır dışı edilmeye maruz kaldıklarını gözlemledim. Uluslararası koruma için başvuranların sayısının çok düşük olması da bu koruma açığını doğrulamaktadır. Ziyaretim sırasında, özellikle de 2020 yılında İzmir’deki [bir] mahkemenin Afganistan'ı güvenli ülke ilan eden ve [bir] sınır dışı kararının yürütmesinin durdurulmamasına hükmeden kararının ardından, sınır dışı edilme genç Afgan erkekler için tek olası sonuç gibi görünüyordu.[170]
Bürokratik Oyalama
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü pek çok kişi, başvurularının açıkça reddedilmesi yerine, kendilerine boşa kürek çektirildiğini, bir ofisten diğerine yollandıklarını, ya da aylar sonrasına randevu verilip sonra bu randevuların da ertelendiğini anlatıyor. Birçok kişi de İGİB ofislerinin önünde uzun kuyruklar oluştuğundan bahsediyor.
Gaznili 23 yaşındaki Numan İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, uluslararası koruma kaydı almak için Kayseri'deki İGİB ofisine gittiğini anlattı. Ona yedi ay sonra tekrar gelmesini söylemişler. Yedi ay sonra gittiğinde ise iki ay sonra bir daha gelmesi söylenmiş. İki ay sonra:
“Tekrar geldiğimde ofis kapalıydı. Ben de ofisin dışında beklerken polis tarafından yakalanacağımdan korkup oradan ayrıldım."[171] Numan artık kayıt yaptırabileceğini hiç zannetmediğini söylüyor. Şimdilerde İstanbul’a taşınmış, aynı zamanda kendilerinin işvereni de olan bir adamdan kiraladıkları bir apartman dairesinde 14 kayıt dışı Afgan ile birlikte yaşıyor ve Yunanistan’a geçmeye çalışıyor.
Türkiye'den İran'a ve Yunanistan'dan Türkiye'ye çok sayıda geri itme yaşamış olan 18 yaşındaki Nezam, Denizli'de uluslararası koruma başvurusunda bulunmaya çalışmış ve yedi ay sonrasına randevu verilmiş. Yedi ay boyunca beklemiş ve o tarihte sıraya girmek için gecenin bir yarısı gitmiş, ama İGİB ofisine vardığında, kendisinden önce 100'den fazla kişinin sıraya girmiş olduğunu görmüş. "Kapıları açmayı ya da konuşmayı reddettiler," diye anlatıyor Nezam. “Kimsenin içeri girmesine izin vermediler. İki gün iki gece boyunca orada bekledim ama bir randevu tarihi bile alamadım. Güvenlik görevlileri insanları itti ve hatta polis bekleyen bazı kişileri yakalayıp gözetim altına aldı.”[172]
Uluslararası koruma başvuru sahiplerini temsil etmeye çalışan Türkiyeli bir avukat, bazı müvekkillerine üzerinde mülakat tarihlerinin yazılı olduğu post-itler verildiğini, İGİB ofislerinin keyfi ve gelişigüzel işlediğini söyledi. İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, "kimin kayıt altına alınıp kimin alınmayacağını öngörmek mümkün değil" dedi.[173]
İGİB bürokrasisinden, Avrupa Komisyonu'nun 2021 yılında Türkiye için hazırladığı yıllık AB katılım ilerleme raporunda da bahsediliyor ve "İGİB'lere başvuruda bulunmak isteyen kişilerin resmi bir belgelendirme ve yönlendirme sistemi olmaksızın diğer İGİB'lere yönlendirildiği, ilk etapta kayıt işlemlerine erişimde önemli zorluklar yaşandığı" belirtiliyor. Raporda, "kayıt yaptırmanın önündeki bu tür fiili engellerin diğer tüm temel hizmetlere erişimi engellediği ve sığınmacıları yakalandıkları takdirde düzensiz göçmen durumuna düşürdüğü" gözlemine de yer veriliyor.[174]
Savunmasız Gruplar
Sığınma talebinde bulunan tüm Afganların uluslararası koruma taleplerinin tam ve adil bir şekilde değerlendirilmesi gerekirken, belirli kategorideki grupların iltica başvurusunda bulunmak için ilk bakışta güçlü gerekçeleri bulunsa da, Türkiye'de uluslararası korumaya erişmek, bu konuda verilmiş tüm güvencelere rağmen, onlar için dahi daha kolay değildir.[175]
Uluslararası bir diplomat İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne şu anda sadece iki kategorideki Afgan erkeklerinin sınırdışı edilmekten muaf olduğunu belirtti: birincisi, eski hükümetin veya ordunun üst düzey mensupları gibi yüksek profilli vakalar; ikincisi ise Türkiye'de aile bağları olan kişiler. Ancak bulgularımız, bu iki gruptan birine üye olmanın da, uluslararası korumayı garantilemediğini gösteriyor.
Eski Üst Düzey Yetkililer ve Diğer Yüksek Profilli Vakalar
Afgan ordusunda komutan olan ve Taliban'ın iktidarı ele geçirmesinden sonra ülkeden kaçan Karim, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne Türkiye'de beş farklı şehirdeki İGİB ofislerinden sığınma talep etmeye çalıştığını ancak reddedildiğini anlattı. Afganistan ordusunda yüksek rütbeli bir asker olduğunu gösteren belgelere sahip olmasına rağmen, Türk yetkililer kendisine sürekli olarak hiçbir gerekçe göstermeden "seni kaydetmiyoruz" demişler. Karim korunmak için tek çaresinin kaldığını, onun da yolsuzluk yapmak olduğunu söylüyor. İGİB ofislerinden birinde çalışan bir tercüman, 1,000 ABD Doları ödemesi halinde kendisine uluslararası koruma kayıt kimliğini alabileceğini söylemiş.[176]
Afganistan'da profesyonel bir sporcu olan Necip, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne Afganistan'a dönmesi halinde karşılaşacağını söylediği diğer tehditler ile birlikte, Taliban'ın kariyerine hoş gözle bakmadığını da anlattı. Polisler Necip ile beş Afgan'ı 3 Mayıs 2022 tarihinde İstanbul'da kaldıkları dairede gözetim altına almış. Sekiz geceyi polis karakollarında, iki haftadan fazla bir süreyi ise Edirne Geri Gönderme Merkezi’nde geçirmiş.[177]
Necip, Afganistan Konsolosluğu’ndan bir yetkilinin kendisiyle bir telefon görüşmesi yaptığını söyledi. “Ona profesyonel bir [Necip’in gerçek kimliğini korumak için yaptığı sporun adı saklı tutulmuştur] olduğumu ve Afganistan'a geri gönderilirsem hayatımın riske gireceğini söyledim.” Necip, konsolosluğun araya girmesi sayesinde kendisinin ve Afgan ulusal ordusunda görev yapmış birkaç kişinin sınır dışı edilmediğini, ancak birlikte yaşadığı beş kişinin tamamının sınır dışı edildiğini, bunların arasında 15 yaşındaki kuzeninin ve sınır dışı edilmemek için yalvarıp yakaran ve kendisini uçağa bindirdikleri takdirde intihar edeceğini söyleyen 38 yaşındaki bir adamın da bulunduğunu anlattı.[178]
Her ne kadar Afganistan Konsolosluğu’nun Necip'in sınır dışı edilmesini önlemek için araya girmesi başarılı bir sonuç doğurmuş gibi görünse de, Necip'in fiili koruma gerekçesiyle de olsa sınır dışı edilmemiş olması, Türk yetkililerin onun uluslararası koruma ihtiyacını resmen kabul etmesiyle sonuçlanmamış. Necip Edirne’de serbest bırakılmış, ancak kendisine ne şartlı mülteci statüsü ne de korunma ihtiyacı nedeniyle sınır dışı edilmekten kurtulduğunu gösteren herhangi bir belge verilmiş. Serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra kendisiyle konuştuğumuzda Necip İstanbul'da saklanıyordu. İşyerinde yakalanmaktan korktuğu için işinden ayrılmıştı ve görüldüğü takdirde yakalanabileceğinden korktuğu için bizimle sadece telefonla görüşmeyi kabul etti. Tekrar yakalanması halinde daha önce yaşadığı karakollarda ve geri gönderme merkezinde gözetim altında tutulma sürecinin tekrarlanacağından şüphesi olmadığını, sınır dışı edilmeyeceğinin de bir garantisi bulunmadığını söyledi.[179]
Üniversite öğrencisi olan 19 yaşındaki Araş, önceki rejimde görev yapan bir yargıcın oğlu, amcası da Afganistan ordusunda görev yaparken Taliban tarafından öldürülmüş bir general. Taliban'ın iktidarı ele geçirmesinin ardından babasıyla birlikte Pakistan'a kaçmış, ancak babası Türkiye'ye devam etmek yerine Pakistan'da kalmış. 2022 yazının başlarında Türkiyeli yetkililer Araş'ı gözetim altına almışlar, ancak Araş İzmir Geri Gönderme Merkezi’ne götürülmeden önce BMMYK yardım hattını aramayı başarmış. Telesekretere kaydedilen mesaj onu barodan bir avukatla bağlantıya geçirmiş. “Onu aradıktan iki gün sonra serbest bırakıldım,” diyor.[180] Bu telefon o anda sınır dışı edilmesini engellemiş olsa da, uluslararası koruma almasını sağlayamamış.
1 Ağustos 2022'de polisler Araş'ın Küçükçekmece'de yaşadığı evin kapısını çalmış, onu yakalamış ve Tuzla Geri Gönderme Merkezi'ne nakletmişler. Araş, on gün sonra Afganistan’a sınır dışı edilmiş. Yakalandığı sırada polis cep telefonuna el koymuş, dolayısıyla daha önceki yakalanışının aksine Araş ne BMMYK yardım hattını, ne de avukatını arayabilmiş. Tuzla'daki Geri Gönderme Merkezi yetkilileri Araş'a telefon görüşmesi yapma fırsatı vermemiş, bu nedenle ikinci yakalanışında hiç avukatı olmamış. İnsan Hakları İzleme Örgütü Eylül 2022'de kendisiyle telefonla görüştüğünde Araş Afganistan'da saklanıyordu.
Hazaralar
Savunmasız oldukları bariz olan ama özel bir ilgi gösterilmeyen gruplardan biri de Hazaralar. Gaznili 20 yaşındaki Hüseyin, Taliban'ın hayatlarını tehdit etmesi üzerine Hazara topluluğunun liderlerinden olan babasıyla birlikte Afganistan'dan kaçmış. İran'da babasından ayrı düşmüş. Hüseyin, Haziran 2022'de Türkiye'den Afganistan'a sınır dışı edilmeden önce uluslararası koruma talep etmek için birçok girişimde bulunmuş. “Uluslararası koruma talep etmek için Kahramanmaraş’a, Edirne’ye ve Eskişehir'e gittim ama hepsinde aynı bahaneyi öne sürdüler," dedi. “Bekar bir erkek olduğum için beni kaydedemezlermiş.” Kendisiyle telefonda görüştüğümüz sırada Hüseyin Kabil'de saklanıyordu. “Türkiye'ye tekrar kaçak olarak gitmeyi planlıyorum. Kendimi kaydettirebilir ve kimlik alabilirsem Türkiye'de kalmayı tercih ederim, aksi takdirde başka bir ülkeye gitmek zorunda kalacağım.”[181]
Kadınlar ve Kız Çocukları
Afganistan'da genel olarak korunmaya muhtaç olan başka bir grup olan kadınlar da, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne koruma veya insani ihtiyaçları dikkate alınmaksızın İGİB ofislerinden geri çevrildiklerini anlattılar. Taliban iktidarında kadınlar ve kız çocukları eğitim ve istihdama erişim, konuşma, örgütlenme ve ifade özgürlüğü ve şiddetten uzak yaşama hakları başta olmak üzere sistematik ve yaygın hak ihlalleriyle karşı karşıya kalıyorlar. Taliban, Afganistan'da toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalan kadın ve kız çocuklarına yardımcı olmak üzere geliştirilmiş mekanizmaları sistematik olarak ortadan kaldırdı.[182] BM Özel Raportörü, Taliban'ın iktidara gelmesinden bu yana Afganistan'daki insan hakları durumuna ilişkin Eylül 2022 tarihli raporunda "aile içi şiddet de dahil olmak üzere kadınlara ve kız çocuklarına yönelik yüksek düzeydeki şiddetten, mağdurların korunma, destek ve hesap verebilirlik arayışlarına yönelik mekanizmaların çökmesinden ve bu tür vakaların ele alınmasında gayri resmi bir yargı sistemi kullanılmasından ciddi endişe duyduğunu" belirtiyor.[183]
Afganistan'a geri dönmek zorunda bırakılan kadınlar ve kız çocukları, aşağıda aktarılan vakalarda olduğu gibi toplumsal cinsiyetleri sebebiyle zulümle karşı karşıya kalacaklar, örneğin evlerini paylaştıkları erkeklerden ve diğer özel şahıslardan şiddet görmeleri, kadın oldukları için yeni yönetim tarafından önlenmeyecek.
Dört küçük çocuğu olan 31 yaşındaki Naqiba, Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden sonra, Afganistan'da kendisine ağır şiddet uygulayan kocasından kaçmış:
Eşimin ailesinin Taliban'la bağlantısı vardı ve eşimin ailesi ile eşimin ilk eşi beni dövdüler. Ben kocamın ikinci eşiydim. Kocam ve ilk eşi bana ve çocuklarıma kötü davrandı. Bileğimdeki bir kemiği kırdılar. Bileğim öyle paramparça olmuştu ki doktor elimden bir kemiği çıkartmak zorunda kaldı. [Kocamın] ailesi çocuklarımın okula gitmesine de izin vermedi.
Evlenmeden önce gazetecilik yapıyordum. Beş yıl gazetecilik yaptım, televizyonda çalıştım. Eşimin Taliban bağlantıları olan ailesi, gazeteci olmamdan ve televizyonda çalışmamdan hoşlanmadı. Başıma daha büyük dertler açtılar ve bu yüzden ayrıldım.[184]
Naqiba'nın 10 yaşındaki kızı Masooma ile de özel, bireysel bir görüşme gerçekleştirdik ve bize Afganistan'da kaçtığı mutsuz hayatı anlattı:
Okula gitmeyi çok istiyordum ama babam ve dedem izin vermiyordu. Babam okula gitmeme hep hayır diyordu. Annem okula gitmeme izin vermesi için ona yalvarırdı. Babam annemin bize evde ders vermesine de izin vermezdi. Annemin tüm zamanını evde yaşayan diğer otuz aile üyesi için evi temizlemekle geçirmesini isterdi. Annemin bize ders verecek zamanı olmazdı. Annemle hiç zaman geçiremezdim. On yıllık hayatım boyunca, ülkeden kaçana kadar evimden hiç çıkmadım. Tüm vaktimi bir odada geçirdim.[185]
Naqiba, Masooma ve diğer üç çocuğu ile birlikte Türkiye'de sığınma başvurusunda bulunmaya çalışmış ama bir İGİB ofisinden diğerine yollanmış, ya da daha sonra tekrar gelmesi söylenmiş. Bir yıl sonra:
Ankara'dayken İGİB ofisine gittim ve kimlik istedim. Bana Ankara'da Afganlara kimlik verilmeyeceğini, Kırklareli'ne gitmemi söylediler. Kırklareli'ndeki İGİB ofisine gittiğim de ise bana bir yıl sonra tekrar gelmemi söylediler. Benden evvel çok fazla başvuru olduğunu ve bana bir yıldan önce sıra gelmeyeceğini söylediler. Bana randevumu teyit eden bir belge vermediler, ya da polisin beni durdurması halinde ne yapacağımı söylemediler. İstanbul’a gittiğimde, oradaki İGİB ofisine de gidip kimlik istedim. Bana kimlik konusunda yardımcı olamayacaklarını, ancak Afganistan'a sınır dışı edilmek istersem yardım edebileceklerini söylediler.[186]
Naqiba çocukları için sağlık hizmetlerine erişiminin olmadığını da anlattı. "Kızım hasta ama onun için ilaç alamıyorum. Oğlumun burnunda nefes almasını zorlaştıran bir sorun var, ameliyat olması gerekiyor, ancak özel bir doktor için paramız yok ve devlet tarafından işletilen kliniklere veya hastanelere gitmemize de izin vermiyorlar.[187]
23 yaşındaki Kamelah, Taliban'ın Kabil'i ele geçirmesinden dört gün sonra, önceki hükümette savcı olarak çalışan ve Taliban tehlikesiyle karşı karşıya kalan eşiyle birlikte Lagman'dan kaçmış. Türkiye'ye giriş yaptıkları İran sınırına en yakın büyük şehir olan Van'da altı yedi ay kalmışlar ve bu süre zarfında iltica taleplerini kaydettirmek ve uluslararası koruma kayıt belgesi almak için üç kez İGİB ofisine gitmişler:
[İGİB ofisine] ilk gidişimizde ofisin kapalı olduğunu ve kimlik vermeyeceklerini söylediler. Oradaki Farsça konuşan bir tercüman bize "Kimlik vermiyoruz" dedi. Kocamın iltica talebini destekleyecek belgeleri vardı. Tercüman belgelere baktı ve "size yardımcı olamam" dedi. İkinci kez gittiğimizde, tercüman bize gitmemizi söyledi ve bize ne bir randevu ne de başka bir evrak verdi. Kimlik için yalvardım ama davranışı kabaydı. Üçüncü kez gittiğimizde, "bir daha gelirseniz sizi sınır dışı ederiz" dedi.[188]
Van'da kış mevsimiymiş ve Kamelah ile kocası soğuk almışlar. Van polis karakoluna gitmişler. Polis GİB ile temasa geçmiş ve onları GİB ofisinin yakınındaki bir gözetim merkezine götürmüşler. Sonraki ayı burada geçirmişler. Kirli, bitli bir odada 50 kişilik, kadınlar ve ailelerden müteşekkil bir grupla birlikte tutulmuşlar. Yetkililer Kovid-19 virüsü için maske ya da test dağıtmamış ve Kamelah da dahil olmak üzere gözetim altında tutulanların çoğu yüksek ateşle hastalanmış. Kamelah orada düşük yaptığını ve hastaneye götürülmediğini de söylüyor.[189]
Kamelah ve kocasıyla, Van’daki gözetim merkezinde mülteci statüsü belirleme mülakatı olabileceği anlaşılan bir görüşme yapılmış. Görüşülenler arasında kendisiyle bir mülakat yapıldığını söyleyen tek kişi Kamelah idi, ancak mülakatı kimin, hangi yetkiyle yaptığı net olarak anlaşılamadı, zira Kamelah'ın hatırladığı kadarıyla mülakatı yapan kişi kendisinin BM'den geldiğini söylemiş, ancak BMMYK mülteci statüsü belirleme mülakatlarını yapmayı 2018 yılında durdurmuştu. Her halükarda, bu görüşmeden de hiçbir şey çıkmadığı anlaşılıyor.
Mülakatı yapan kişi GİB’den değil, BM'den olduğunu söyledi. Afganistan'da yaşadıklarımız hakkında sorular sordu. Bize sınır dışı edilmeyeceğimizi ve Türkiye'nin en büyük yedi şehri dışında herhangi bir yere yerleşmemize izin verecek bir belge alacağımızı söyledi. BM mülakatından sonra onu bir daha hiç görmedik, GİB ile böyle bir mülakat yapmadık, bizi üç hafta daha gözaltında tuttular ve öyle bir belge de alamadık.[190]
Karabus'ta on gün karantinada kaldıktan sonra, gözetim merkezindeki yetkililer Kamelah ve kocasına Siirt'e gitmelerini, oradaki GiB'e kaydolmalarını ve orada yaşamalarını söylemiş:
Siirt'e, valilikle aynı binada bulunan GİB ofisine gittik. GİB’de bizim için bir şey yapamayacaklarını söylediler ve bizi valiye yönlendirdiler. Biz de Valiye gittik. Vali bize "burada kalamazsınız. Bu şehirde hiçbir Afgan'ı kayıt altına almıyoruz," dedi.[191]
Kamelah valinin kendilerine Elazığ'a gidip, orada kayıt yaptırmalarını söylediğini aktardı. Elazığ'a gitmişler, ancak GİB ofisine gitmeden önce uzun süredir orada yaşayan diğer Afganlarla konuşmuşlar. Afganlar Kamelah'a, GİB ofisine gitmesi halinde orada kaydının yapılmayacağını, aksine sınır dışı edileceğini söylemişler. Kamelah ve kocası da akrabalarının bulunduğu Balıkesir'e gitmeye karar vermiş:
Balıkesir'deki GİB’e üç kez gittik. İlkinde Afganlara kimlik vermediklerini söylediler. İkincisinde bize bir randevu tarihi verdiler. Üçüncü seferde parmak izimizi aldılar, parmak izimiz daha önce Van'a gittiğimizi gösterdi. Onlar da Van'a geri dönüp orada kayıt yaptırmamızı söylediler.[192]
Kamelah "GİB’e gitmeye devam edeceğiz. İki aylık hamileyim ve kimliğim olmadığı için hastaneye gidemiyorum,” diyor. [193]
Kayıtdışı Afganların Türkiye’deki Yaşamı
Uluslararası koruma kayıt belgesi olmadığı için doğum öncesi bakım için hastaneye gidemediğini söyleyen Kamelah gibi, Türkiye'deki diğer kayıt dışı Afganlar da sağlık ve diğer sosyal hizmetlere erişemiyor. Ayrıca sürekli olarak yakalanma ve sınır dışı edilme korkusu içinde yaşıyorlar; bu da onları sömürüye, tacizlere ve mağdur edilmeye karşı daha da savunmasız kılıyor.
Polis Tacizi ve Polis Korkusu
Yakalanma korkusu kayıtdışı kişilerin kendilerine karşı işlenen suçları bildirmemelerine neden oluyor. Yakalanmaktan korktuğu için İGİB'den uluslararası koruma kayıt belgesi almaya çalışmadığını söyleyen Heratlı 16 yaşındaki Masror da bir gasp olayının mağduru olmuş, ancak polise gidip bunu bildirmekten korkmuş. “Bir gün deniz kenarında otururken, Türkçe konuşan, bıçaklı üç adam bana saldırdı. 400 Lira (yaklaşık 22 ABD Doları) paramı ve telefonumu çaldılar. Belgesiz olduğum için polise gidemedim.”[194]
Bazı kayıtdışı Afganlar da İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne polis tarafından taciz edildiklerini veya fiziksel şiddete maruz kaldıklarını bildirdiler. Kabil'den gelen 16 yaşındaki Mohsen, "Polis yaklaştı ve beni yanına çağırdı," dedi. Bu olay, Nisan 2022'de göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Aksaray’daki sokaklardan birinde meydana gelmiş. “Evraklarım olmadığı için onlardan kaçmaya çalıştım ama beni yakaladılar.” Mohsen, kendisini durduran iki polis memurundan birinin, bir tokat attıktan sonra kimliğini göstermesini istediğini anlattı. “Onlara kimliğimin olmadığını söyledim. Sonra beni bir kenara, insanlardan uzağa bir yere sürüklediler ve dövmeye başladılar, silahlarının kabzasıyla kafama vurdular.”[195]
İstanbul'da bulaşıkçılık yapan25 yaşındaki Lagmanlı kayıt dışı göçmen Afgan Eşref’in el ve dizlerindeki yara izlerini ve morlukları görünce ona ne olduğunu sorduk. "Polis beni kovalıyordu, ben de koşarken düştüm. Saklanmaya çalıştım."[196]
Afganistan'da hukuk öğrencisi olan, İstanbul'da kaçak olarak yaşayan ve bir dükkanda çalışan 23 yaşındaki Fateh, "Polis şu sıralar insanları topluyor" diyor. “Yakalanma korkusu olmadan caddede karşıdan karşıya bile geçemiyorum.”[197]
Sömürü
Yara izlerini ve morluklarını gördüğümüz bulaşıkçı Eşref, her zaman Türkiyeli işçilerden daha az ücret aldığını, bazen hiç ödeme yapılmadığını ya da işverenler tarafından dolandırıldığını anlattı. "Bir dükkanda altı gün çalıştım. Bana paramı ödemedikleri gibi, benim 6,000 Türk Lirası (yaklaşık 333 ABD Doları) paramı da aldılar."[198]
Taliban'ın Ağustos 2021 başında Baglan’ı ele geçirmesinin ardından buradan kaçan 26 yaşındaki Habibullah, Türkiye'den İran'a birçok kez geri itildikten sonra, İstanbul'a gelip, bir tekstil fabrikasında çalışmaya başlamış. Kendisine ayda 2,500 Türk Lirası (yaklaşık 138 ABD Doları) ödenirken, Türkiyeli çalışanlara yaklaşık 6,500 Türk Lirası (yaklaşık 360 ABD Doları) ödendiğini, Türkiyeli işçilerin sağlık sigortalarının da olduğunu söyledi. Yakalanmaktan korktuğu için fabrikadan nadiren ayrılıyormuş. "Bir köle gibi çalıştığım yerde yaşıyorum.”[199]
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Bahçeşehir'de görüştüğü 22 yaşındaki Mezar-ı Şerifli Tahir, İstanbul'da çalıştığı fabrikanın sahibinin kendisine cep harçlığı verdiğini, ancak çalıştığı üç ay boyunca hiç ücret ödemediğini söyledi.[200]
Afganistan'ın Takhar Vilayeti'nden 23 yaşındaki Timur, "kesinlikle sömürüldüm, hem daha az, hem de daha geç ödeme aldım," diyor ve ekliyor: "ama kime şikayet edeceksiniz?”[201]
İkamet İzni Olan Kişilerin Karşılaştığı Sorunlar
Uluslararası koruma kayıt kimlik belgelerini alabilen Afgan ailelerin tabi olduğu seyahat kısıtlamaları ve iş imkanlarının ya da sosyal desteğin yetersizliği, uluslararası korumayı, göçmenlerin onurlu bir şekilde yaşamalarını sağlayan bir gerçeklik olmaktan çıkartmış ve içi boş bir formaliteye dönüştürmüş durumdadır. Buna ek olarak, uluslararası bir diplomat İnsan Hakları İzleme Örgütü ile gözlemlerini paylaşırken, Türk makamlarının "en ufak nedenlerle ikamet izinlerini uzatmadığını," örneğin bir çocuğun sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için kendisine tahsis edilen uydu kentten izinsiz olarak ayrılan bir kişinin ikamet izninin yenilenmeyebildiğini bildirdi.[202]
Okul çağında iki kızı olan 36 yaşındaki Amena, çocuklarının okula gitmesine engel olan ve sonuçta onu kayıtlı olduğu uydu kenti terk edip İstanbul'da uygun belgeleri olmadan yaşamaya iten güçlükleri anlattı. Türkiye'ye geldikten sonra Nevşehir'de idari gözetim altına alınan aile, buradaki polis karakolunda tutulmuş ve uluslararası koruma taleplerini de bu şehirde kaydettirmiş:
Bize bir evrak verip, Nevşehir'de yaşamamızı söylediler ama Nevşehir'de iş bulamadığım, kimseyi tanımadığımız ve o evraklarla Nevşehir'de ev de kiralayamadığımız için Konya'ya gittik. Konya evraklarımızı kabul etmediği için iki haftada bir Nevşehir'e gidip evraklarımı imzalatıyordum. Bu imza alma işi iki ay sürdü, sonra kimliği aldık, ancak toplamda 9,000 Türk Lirası (yaklaşık 498 ABD Doları) para harcadım, çünkü imza için her gittiğimde taksi parası ödemek zorunda kaldım. Konya'da kızlarım okula gidemediği ve çok fazla iş imkanı da olmadığı için yeterince para kazanamadık, biz de İstanbul'a gittik.[203]
Taliban'ın iktidarı ele geçirmesinden sonra ülkeden kaçan 26 yaşındaki Kabil Üniversitesi hukuk öğrencisi Muhammed Razi, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Taliban'ın iktidarı ele geçirmesinden bu yana Türkiye'ye kaçan Afganlar arasında görüştüğü, uluslararası koruma alabilmiş ve kendisine kimlik kartı verilmiş tek erkekti. Ancak onun ki istisnai bir durumdu; Nevşehir'de yaşayan, altı yıl önce gelmiş bir ailesi vardı. Muhammed Razi Eylül 2021'de geldikten kısa bir süre sonra yakalanmış, ancak ailesi ile işvereni İGİB ofisine giderek onu çıkarmış. Dört ay sonra uluslararası korumaya ihtiyacı olduğu gerekçesiyle kimlik kartı almış. "Nevşehir'de ailem olmasaydı kimlik alamazdım" diyor.[204]
Muhammed Razi’nin ambliyopisi (tek gözde görme bozukluğu) var. Nevşehir'deki yerel hastanede tedavi için özel bir hastaneye gitmesi gerektiği söylenmiş. Tedavi için İstanbul'a gitmek üzere seyahat izni almak için İGİB'e başvurmuş ancak reddedilmiş. Kendisiyle konuştuğumuzda İstanbul'daydı. "Polis beni İstanbul'da yakalarsa kimliğimi elimden alabilir" dedi. "Seyahat iznim olmadığı için burada bir devlet hastanesine gidemiyorum, özel bir hastaneye de gidemeyebilirim. Denersem ne olur bilmiyorum. Hukuk eğitimime de devam etmek istiyorum ama nereden başlayacağımı bilemiyorum.”[205]
Gaznili 22 yaşındaki Sadiq'in dört yıldır kimlik kartı var. İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne her ay Trabzon'daki göçmen bürosuna giderek parmak izini vermesi ve orada yaşadığını teyit etmesi gerektiğini söyledi. Kontrol noktalarında ve sokakta kimliğini kontrol etmek için sık sık polisler tarafından durulduğunu, ancak Aralık 2021'den beri bir şeylerin değiştiğini, polisin artık kapıları çalarak kimlik sormaya başladığını anlattı:
Dört ay önce polis kimlik kaydı yapmak için teker teker her bir göçmenin evine gitti. Polis kapımıza gelip, kimliğimizi sordu, sonra da kartımızı adresimizle karşılaştırdı. Onlara ne yaptıklarını sorduğumda bana göçmenleri ülkelerine sınır dışı ettiklerini söylediler. Arkadaşlarımdan birinin kimliği yanında değildi ve polis onu yakaladı. Gözetim merkezinde dört gün kaldıktan sonra, parmak izinden geçerli bir kimliği olduğu anlaşıldı ve serbest bırakıldı. Arkadaşım orada kimlik kartı olmayan çok sayıda göçmen gördüğünü söyledi.[206]
Teşekkür
Bu rapor, İnsan Hakları İzleme Örgütü Mülteci ve Göçmen Hakları Birimi Direktörü Bill Frelick tarafından araştırıldı ve yazıldı; Mülteci ve Göçmen Hakları Birimi çalışanı Michelle Randhawa ek araştırmalar ve düzenlemeler yaptı. Mülteci ve Göçmen Hakları Birimi araştırmacılarından Nadia Hardman, Avrupa ve Orta Asya (AOA) Birimi direktör yardımcısı Emma Sinclair-Webb, İstanbul Barosu avukatlarından Deniz Bayram; AOA Birimi savunuculuk direktörü Philippe Dam, İnsan Hakları İzleme Örgütü Asya Birimi savunuculuk direktörü John Sifton, Orta Doğu ve Kuzey Afrika Birimi araştırmacısı Hiba Zayadin, Silah Birimi direktör yardımcısı Mark Hiznay, Çocuk Hakları Birimi direktör yardımcısı Bill Van Esveld, Sağlık ve İnsan Hakları Birimi’nden bir araştırmacı, Kadın Hakları Birimi direktör yardımcısı Heather Barr, Engelli Hakları Birimi araştırma asistanı Jonas Bull ve Ekonomik Adalet ve Haklar Birimi kurumsal sorumluluk direktör yardımcısı Aruna Kashyap raporu gözden geçirdiler. Rapor, Murat Özbank tarafından Türkçe'ye çevrildi. Ceylan Akça Cupolo çeviriyi gözden geçirdi ve düzenledi.
Kıdemli hukuk danışmanı Aisling Reidy ve program direktör yardımcısı Tom Porteous, raporu hukuk ve program yönünden incelediler. Travis Carr prodüksiyon desteği verdi.
Deneyimlerini bizimle paylaşan tüm Afgan mülteci, göçmen ve sığınmacılara minnettarız. Onlar gibi biz de, deneyimlerini paylaşmalarının, Türkiye'nin onlara gerçek bir koruma sağlamasına ve zulüm, şiddet ve zorluklardan kaçan Türkiye’deki ve dünyanın dört bir yanındaki Afganların başka hükümetler tarafından da desteklenmesine giden yolu açacağını umuyoruz.