(Atina) – İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün yaptığı açıklamada, Ege Denizi'nde silahlı ve maskeli kişilerin sığınmacı ve göçmenleri taşıyan botları kullanılmaz hale getirdiğini bildirdi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü dokuz tanık, maskeli -ve genellikle silahlı- saldırganların Türkiye'den Yunanistan adalarına sığınmacıları ve göçmenleri taşıyan botları durdurarak kullanılmaz hale getirdikleri sekiz ayrı olay anlattı. Tanıkların aktardıkları olaylardan son ikisi, 7 ve 9 Ekim 2015'te meydana gelmişti. Tanıklar, saldırganların tekneleri, motorları tahrip ederek veya içindeki benzini çıkartarak, şişme botların da gövdelerini delerek kasıtlı olarak kullanılmaz hale getirdiklerini anlattılar. Bazı vakalarda ise tekneler Türkiye karasularına doğru itilmişlerdi.
Denizdeki Saldırı ve Türkiye'ye Geri İtme vakaları
10 Ekim günü kalabalık bir grup Afgan sığınmacıyı taşıyan bir lastik bot Midilli adasına ulaştı. Bottaki yolcular bir önceki gün saldırıya uğrayan dört bottan birinde kendilerinin bulunduğunu doğruladı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu botlardan birinin Türkiye ile Midilli arasındaki sularda sürüklendiğine ve bir saat sonra İspanyol gönüllüler tarafından kurtarıldığına tanık olmuştu. Yolcular Türkiye Sahil Güvenliği tarafından Türkiye'ye geri götürüldüklerini ve ertesi gün tekrar yola çıktıklarını anlattılar. 38 yaşındaki bir Afgan şunları kaydetti:
Türkiye'den yola çıktıktan yaklaşık bir saat 15 dakika sonra, Yunanistanlı olduğunu düşündüğünüz bir bot geldi. Zodyak gibi, gri plastikten, polis botuna benzeyen, çok hızlı bir bottu. Bottaki adamların tümü baştan aşağı siyah giysiler ve postallar giymişlerdi ve üzerlerinde hiçbir işaret yoktu. Tabancaları vardı ve son derece saldırgandılar. Doğruca bizim bota yanaştılar. Motorun benzin hortumunu kestiler ve kablolarını söktüler. Motoru bozdular ve bana motordan söktükleri kabloyla vurdular. İşleri bittiğinde Yunanistan sahiline doğru uzaklaştılar. Bizimkiyle birlikte üç bota daha, yani toplam dört bota saldırdılar. Ben Türkçe konuşuyorum, iki yıl Türkiye'de yaşadım ve saldırganların Türkçe konuşmadıklarını biliyorum.
10 Ekim günü Türkiye'de görüşülen 27 yaşındaki Hassan (takma ad), 7 Ekim günü öğle sularında maskeli adamların botlarını deldiklerini ve yolcuları dövdüklerini anlattı. Kaçakçı olmadığını ama botu kullandığını belirten Hassan feci şekilde dövülmüş. Kendisinin ve diğer 22 kişinin bulunduğu botun ilk olarak Türkiye sahil güvenliği tarafından durdurulduğunu kaydeden Hassan, “Ne dediklerini tam olarak anlayamadım ama bize büyük Avrupa teknesinin olduğu yere gitmememizi, gemidekilerin bize zarar vereceklerini söylüyorlardı” dedi.
Türkiye Sahil Güvenliğinin yollarını kesmeye çalıştığını ama kendisinin onların çevresinden dolanarak yoluna devam ettiğini ve sonunda oradan uzaklaştıklarını söyledi:
Sonunda Avrupa teknesine ulaştık. Oldukça büyüktü ve bize doğru geliyordu. Bana makineli tüfek doğrulttular... Sonra, o büyük tekneden küçük bir bot indirildi. İçinde baştan aşağı siyahlar giymiş dört adam vardı; sadece gözlerini ve ağızlarını açıkta bırakan siyah kar maskeleri ve hatta siyah eldivenler takmışlardı. Bacaklarına bağlanmış büyük bıçakları ve plastik polis copları vardı. Hangi dilde konuştuklarını anlayamadım. Bize geri gitmemizi söylüyorlardı. Tüm bu süre boyunca maskelerini çıkarmadılar.
Hassan'ın botu kullanan kişi olduğunu anlayan adamlar onu kendi botlarına alarak dövmüşler.
Bütün vücudumu tekmelediler ve her tarafıma polis coplarıyla vurdular. Biri kolumu geriye doğru çevirerek kırmaya çalıştı. Silahsızdım, ne direndim ne de karşı koymaya çalıştım. Beni 10 dakika boyunca dövdüler... Öldüreceklerini sandım. Sonunda bana lastik botu Türkiye'ye geri götürmemi söylediler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Hassan'ın vücudunda ve yüzünde morluklar olduğunu tespit etti.
Adamlar Hassan’ı, botu Türkiye'ye doğru sürerken takip ettiler. Türkiye karasularına yaklaştıklarında, aralarından biri büyük bıçağını çıkararak botlarını deldi. “Beni öldüreceğini düşündüm, ama bıçağını bota sapladı. Tek bir delik açtı. Diğer yolcular deliğin üzerine elleriyle bastırarak havanın kaçmasını önlemeye çalıştılar” diyen Hassan, botun ve maskeli adamların nereli olduklarını anlayamadığını ifade etti.
Aynı botta olan ama ayrıca görüşülen 55 yaşındaki Suriyeli Mahmud (takma ad) da benzeri bir ifade verdi. Mahmud, büyük gemide dört bayrak olduğunu söyledi:
En üste Yunanistan, altında da AB bayrağı vardı. Diğer ikisini bilemedim... Geminin üstüne mavi harflerle birşeyler yazılmıştı ama okuyamadım... Başıma vurmaya çalıştılar; ama eğildiğim için ıskaladılar. 15-20 dakika boyunca durmadan vurdular. Kadın, çocuk ayırmaksızın herkese vuruyorlardı... Bu esnada Yunanistan karasularındaydık... Bizi Türkiye karasularına çektikten sonra botumuzu deldiler... Herkes kurtuldu, ama çok korkunçtu. Küçük hız motoru, botumuza su dolsun diye, etrafımızda daireler çizerek dalga yapıyordu. Bottaki suyu boşaltmak için şapkalarımızı kullandık.
15 Eylül tarihinde Atina'da görüşülen 22 yaşındaki Suriyeli Iyad (takma ad) da, 7 Eylül'de yaşadıkları benzer bir olayı anlattı. İçinde bulunduğu bot, aralarında 6 yaşında bir çocuğun da olduğu 47 kişiyle Kos'a doğru giderken, içindeki dört kişinin üniformalarından ve bottaki Yunanistan bayrağından dolayı YSG'ye ait olduğunu düşündüğü bir bot tarafından durdurulmuş. Iyad üç kişinin maskeli, birinin ise yüzünün açık olduğunu söyledi:
Kos'un üç kilometre açığındaydık. Sonra [bir bot] geldi... Bizden 'Teşekkürler Yunanistan, s..tirsin Türkler' dememizi istediler. Sonra da 'Size yardım edeceğiz. Bir tekne gelecek ve hepinizi ona alacağız ve Yunanistan'a götüreceğiz' dediler. Ancak, teknemizi bir iple kendilerine bağlayıp Türkiye karasularına geri götürdüler. Sonrasında bizi serbest bırakırlarken 'Burada beş dakika bekleyin, tekne birazdan gelecek' dediler. Ama biz Türkiye sularındaydık, dolayısıyla motoru yeniden çalıştırdık.
Kısa süre sonra, içinde maskeli kişilerin bulunduğu aynı tekne Iyad'ın botunun önünü bir kez daha kesti. Iyad, adamların silahlarını doğrulttuklarını ve elinde sopa olan birinin Iyadların olduğu bota geçerek insanlara vurmaya başladığını söyledi. “[bottaki] herkese vuruyordu, hatta bazıları kanıyordu. Birimizin kafası yarılmıştı ve yüzü gözü kan içindeydi. Bir başkasının iki parmağı kırılmıştı. Bizim botun motorunu aldılar ve botu yine bağlamaya çalıştılar. Biz itiraz edince M4'lerini [silahlarını] bize doğrulttular.” Iyad silahı Suriye'den hatırladığını söyledi.
Iyad botta Yunanistan bayrağı ve Yunanca harfler olduğunu ve adamların da siyah pantolon ve üzerine beyaz harflerle “C.I.B” yazılmış olan mavi gömlekten ibaret üniformalar giydiklerini söyledi. “C.I.B.”nin ne anlama geldiği bilinmiyor.
Motoru kendi teknelerine aldılar ve bizi yine Türkiye'ye doğru çektiler. Bize “Kimse botu patlatmaya kalkmasın çünkü sizi kurtarmayacağız” dediler. Sonra tekrar yanaşıp etrafımızda dönerek dalga yaptılar. Çevremizde daireler çiziyor, dev dalgalar oluşturuyorlardı.
Iyad, dalgaların botlarını küçük bir ıssız adaya sürüklediğini ve sonrasında Türkiye Sahil Güvenliğinin kendilerini topladığını söyledi. “Üç saat boyunca dalgalar arasında teknede oturduk. Sonra sabah 6.00-11.00 arası adada bekledik... Sonunda Türkiye Sahil Güvenlik gelip bizi aldı ve İzmir'e götürdü. Pasaportlarımızı aldılar ve sabah 11.30'dan akşam 4.00'e kadar sahil güvenlik karakolunda bekledik.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 6 Eylül'de görüştüğü 42 yaşındaki Suriyeli Ahmed (takma ad), 10 yaşındaki oğluyla birlikte, 20 Temmuz günü gece yarısını yarım saat geçe, bir botla İzmir'den Midilli'ye doğru yola çıktıklarını anlattı.
Ahmed, sabah 2.00 sularında, ellerinde bıçaklar ve coplar olan dört maskeli adamı taşıyan spot ışıklı bir botun kendilerine doğru gelerek ilerlemelerini engellediğini söyledi. Maskeli adamları taşıyan botun küçük, koyu renkli bir sürat teknesi olduğunu söyleyen Ahmed, “Bize bağırmaya, 'kes sesini, bok herif' gibi küfürler etmeye başladılar” dedi.
Ahmet maskeli adamların koyu renkli giysileri olduğunu, ceketlerinde bir arma bulunduğunu ve kendi aralarında anlamadığı bir dil konuştuklarını söyledi. “Siyah maskeleriyle IŞİD militanlarına benziyorlardı. Korkmuştuk. Onlarla İngilizce konuşmaya çalıştık ama bize sürekli sesimizi kesmemizi söylüyorlardı.”
Maskeli adamların sürat teknelerini Ahmedlerin botunun arkasına yanaştırıp yakıt tanklarını çıkardıklarını ve motoru bozmaya çalıştıklarını söyleyen Ahmed, “Motoru ellerindeki sopalarla kıramayınca kablolarını kestiler. Sonra da bizi geri, Türk karasularına sürüklediler ve denizin ortasında bıraktılar” diye anlattı.
Ahmet, Türkiye Sahil Güvenliği’nin acil yardım hattını aradıklarını ve sabah yaklaşık 3.30'da bir helikopterin yerlerini tespit ettiğini söyledi. Bir saat sonra da Türkiye Sahil Güvenliği gelerek herkesi aldı ve İzmir'e geri götürdü.
Kendisiyle 6 Eylül'de ayrıca görüşülen Ahmed'in 15 yaşındaki kızı Sadra, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne diğer akrabalarıyla birlikte başka bir botta olduğunu söyledi. Sadra, 1 Eylül günü saat sabah 9.00 sularında içinde maskeli dört kişinin olduğu gri bir botun, aralarında 13 çocuk ve 12 kadının olduğu yaklaşık 40 kişiyle birlikte kendisini de taşıyan botu durdurduğunu anlattı.
Dört adamdan sadece biri bizimle İngilizce konuştu; diğerleri hiç konuşmadı. Kendi aralarında da konuşmadılar. Adam bize “Kesin sesinizi. Nereden geldiyseniz oraya dönün” diye bağırmaya başladı. Bir başka maskeli de, botu kullananlardan birine sopayla vurdu.
Maskeli kişiler motorun kablolarını keserek bottakileri denizin ortasında mahsur bıraktılar:
GPS kullanarak konumumuzu anlamaya ve bizi kurtarmalarını istemek için Türkiye sahil güvenliğiyle irtibata geçmeye çalıştım. Ama bu arada bottakilerden bazıları motorun kablolarını tamir etmeyi başarmıştı. Bazılarımız Yunanistan'a doğru yola devam etmek, bazıları da Türkiye'ye geri dönmek istiyordu. Sonunda, maskeli adamların geri dönüp bizi yine taciz etmelerinden veya daha da kötüsü, öldürmelerinden korktuğumuz için Türkiye'ye dönmeye karar verdik.
Sadra maskeli kişilerin hiçbirinin kimliğini tespit edemedi. Sadece birinin İngilizce konuştuğunu, üstlerinde ve botta arma, işaret ya da bayrak bulunmadığını söyledi.
7 Eylül günü Midilli'de görüşülen gruptan, 21 yaşındaki Suriyeli Muhammad (takma ad) arkadaşı Yezem (takma ad) ile birlikte Yunanistan'la Türkiye arasındaki kara sınırından Yunanistan'a geçmeye çalışıp, Yunanistan'ın sınır muhafızlarınca geri itildikten sonra iki defa daha denizden geçmeye denediklerini anlattı. Dördüncü denemelerinde başarmışlardı. İlk kez deniz yoluyla geçmeye çalıştıkları 14 Temmuz'da, Muhammed'in YSG'ye ait olduğunu düşündüğü bir tekne, Yunanistan sahiline 45 metre kala, kendisinin bulunduğu botla sığınmacı ve göçmenleri taşıyan diğer iki lastik botun önünü kesti. Muhammad tekneden, içinde maskeli kişilerin olduğu daha küçük bir lastik botun indirildiğini gördüğünü anlattı:
[O]nlar yanımıza geldiler. Yola devam edemememiz için tüm şişme botlardaki yakıtı topladılar ve sonra da botlara bağladıkları halatlarla bizi çektiler… Bizi Yunanistan'la Türkiye arasında, hiç kimsenin yaşamadığı bir adaya bıraktılar... 130 kişiydik.
Bize biraz su verdiler. Mitilini'ye [Midilli'nin başkenti] götürdüklerini sanmıştık, ama bizi o ıssız adaya indirdiler. Hayal kırıklığına uğramıştım. Grubun çoğu kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Başımıza gelenleri hak etmiyoruz. Denizin ortasında onca zaman kaldıktan sonra bizi geri itiyorlar.
Muhammad önlerini kesen grupta, biri kadın, yaklaşık 10 kişi olduğunu ve kadın hariç hepsinin yüzlerinin maskeli olduğunu söyledi. Siyah üniformalı bu kişilerin ellerinde M16 tüfekler vardı. Muhammad botun gri olduğunu ve Yunanistan bayrağı taşıdığını da kaydetti.
İkinci denemeleri Temmuz ayının sonunda, Kurban Bayramı’ndan 10 gün sonra oldu. Muhammad, öncekine benzer kişilerin sabah saat 11.00 civarında kendilerini durdurup botlarını deldiklerini anlattı:
Botlarını suya indirip bizi takip etmeye başladılar. Bizim kaptana yetişemiyorlardı; onun için bir bıçak alıp botu yardılar. Ama özel bir bottu. Ellişer santimlik bağımsız [hava] kompartmanlarından oluştuğu için, botun diğer bölümlerine bir şey olmadı. İçeri su giriyordu ama çok değildi. Tehlike yoktu. Hızla Türkiye tarafına ulaşmayı başardık.
Meriç'ten Toplu Sınır Dışı Etmeler
11 Ekim'de, İnsan Hakları İzleme Örgütü, 27 yaşındaki Iraklı Ali (takma ad) ile görüştü. Ali, 7 Ekim günü önce Bulgaristan'dan Yunanistan'a, ardından da Yunanistan'dan Türkiye’ye nasıl geri itildiğini aktardı. Bulgaristan sınır muhafızlarının kendisi dahil 20-25 Iraklıdan oluşan ve içinde çocukların da bulunduğu grubu yakaladığını ve dövdüğünü söyledi:
[Bulgarlar] paralarımızı ve telefonlarımızı aldılar. Bizi bir otobüse bindirerek üç-beş kilometre geriye, Yunanistan sınırına götürdüler. Yunanistan askerleri bizi geri yolladıklarını gördü. Sonra [polis] bizi yakaladı. Onlara, Yunanistan'da kalmak istediğimizi ve Türkiye'ye dönmek istemediğimizi söyledik.
Mahpuslar için kullanılan büyük bir kamyon getirdiler. Bu araçla Yunanistan'la Türkiye'yi ayıran nehre götürüldük. Orada bizi nehrin karşı kıyısına götürmek için bekleyen küçük botlar vardı. Hepimizi tekme tokat, zorla bu botlara bindirdiler. Biri bana yumruk attı. Çocukları da tokatlıyorlardı. Bunu yapanlar polisti. Komandolar gibi kamuflaj üniformalı özel bir timdi. Paralarımızı ve telefonlarımızı aldılar. Çok paramızı çaldılar, bizden çaldıkları para toplamda 20,000 Dolardan fazladır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün 7 Eylül'de görüştüğü 20 yaşındaki Suriyeli Muhammad (takma ad), altı Suriyeli gençle birlikte Meriç nehrini yüzerek geçtiklerini ve Yunanistan'da Ferecik'e (Ferres) yürüyerek ulaştıklarını anlattı. Muhammad siyah üniformalı ve yüzleri maskeli bir grubun Dedeağaç'ın (Alexandroupolis) dışındaki tren istasyonunda önlerini kestiğini ve 27 Temmuz'da kısa yoldan Türkiye'ye geri gönderdiklerini söyledi. Bu kişilerin ellerinde M16’lar olduğunu (silahların cinslerini, Suriye'deki tecrübesinden dolayı bildiğini belirtti) ve normal polis arabası kullandıklarını kaydeden Muhammad, söz konusu kişilerin kendilerini Türkiye'ye göndermeden önce paralarını ve telefonlarını aldıklarını da ifade etti:
Üniformaları tamamen siyah; diğer üniformalara hiç benzemiyor ve çoğunlukla maskeli dolaşıyorlar. Ve silah taşıyorlar... Bu olay sabah saat 3.00-4.00 civarında başladı ve gün batımında bitti. Bizi bir minibüse koyup kapısını kapattılar ve [yüzerek] geçtiğimiz nehre geri götürdüler. Burada bizi bir tekneye bindirdiler... lastik bot değil, ahşap bir tekneydi. Teknenin üzerinde herhangi bir amblem, işaret, hiçbir şey yoktu. Ve sonra bizi Türkiye tarafına geri ittiler. Ardından Türk polisi geldi ve bizi yakaladı.
Muhammad gruptakilerden bazılarını tahta sopalarla dövülürken gördüğünü, kendisinin ise herhangi bir fiziksel şiddete maruz kalmadığını söyledi.
10 yaşındaki oğluyla birlikte yola çıkan ve Midilli'ye ulaşmaya çalışırken maskeli kişilerin saldırısına uğrayan 42 yaşındaki Suriyeli Ahmed (takma ad), 3 ya da 5 Ağustos'ta oğluyla beraber 20 kişilik bir grupla Meriç Nehri’ni geçtiklerini anlattı. Ormanlık alanda Ahmed'in polis olarak tarif ettiği kişilerce durdurulup, ormanda yaklaşık 16 saat boyunca gözaltında tutulmuşlar. Ahmed, kendilerine yemek ve su verildiğini ve sonunda bir otobüsle nehir kenarındaki farklı bir yere götürüldüklerini söyledi:
Bize Türkiye'ye geri gitmemizi söylediler. Onlara bizi geri göndermemeleri için yalvardık ama silahlarını sallayarak oradaki küçük botlara binip Türkiye'ye doğru gitmemizi söylediler. Nehrin Yunanistan kıyısında polis, bizim gruba iki de Iraklıyı kattı. Bu Iraklılar Bulgaristan sınırında yakalanarak Yunanistan'a gönderilmişlerdi.
25 Mayıs günü İnsan Hakları İzleme Örgütü, 21 yaşındaki Mahmud'la görüştü. Mahmud kendisi gibi Suriyeli dört kişiyle birlikte Midilli üzerinden sınırı geçerek Türkiye'den Yunanistan'a geçmeye çalışmıştı. Mahmud, 12 Mayıs günü, Türkiye'den çiti aştıktan kısa süre sonra iki Yunanistan sınır muhafızının kendisini ve diğerlerini yakalayarak Didimoticho sınır polis karakoluna transfer ettiklerini anlattı. Gözaltındaki diğer dokuz Suriyeli ve 25 Afgan’la birlikte gece 11.30'dan ertesi gün akşam 8.00'e kadar tutulduklarını ifade eden Mahmud, ardından polis otobüslerine konularak 30 dakika mesafede, Meriç Nehri kenarındaki bir yere götürüldüklerini anlattı.
Otobüsten indiklerinde, siyah veya koyu mavi üniformalar ve yüzlerinin tamamını kapatan maskeleriyle “komando” olarak tanımladığı altı görevli gördüler. Aynı üniformadan giymiş diğer iki memur da nehirdeki bir şişme botun içindeydi. Ayrıca, Mahmud'un komutan olarak tanımladığı, açık kahverengi ve koyu yeşil renklerde üniformalı bir adam da vardı:
Bizi sıraya soktular; başımızı kaldırmamız yasaktı. Birimiz başını kaldırdı ve üç tokat yedi. Konuşmamıza da izin yoktu. Telefonlarımızın pillerini aldılar ve herşeyi plastik bir torbanın içine koydular. Benimki iPhone olduğu için pilini alamadılar, o yüzden de telefonu olduğu gibi aldılar ve bir daha geri vermediler. Bizi üç sefer yaparak diğer tarafa [Türkiye'ye] taşıdılar.