(Beyrut) - İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün yaptığı açıklamada, Türkiyeli yetkililerin, Suriye ile yakın ülkelere yayılan ve ölümcül kolera salgınına yol açtığına inanılan ağır su krizini kötüleştirdiğini belirtti. Çatışmanın tüm tarafları Suriye'deki herkes için temiz su ve sağlık hakkını güvence altına almalıdır.
Türkiye makamları, Fırat nehrinin Suriye kontrolündeki kısmına yeterli su akışını ve kontrolleri altındaki Kuzey Suriye’de kritik bir su kaynağı olan Allouk istasyonundan Kuzeydoğu Suriye'de Kürt liderliğindeki güçlerin elinde bulunan bölgelere istikrarlı bir su arzını sağlamamaktadır. Yardımların ve temel hizmetlerin Suriye hükümeti tarafından ayrımcı bir şekilde yönlendirilmesinin yanı sıra Suriye'nin her yerinde devam eden güvenlik ve erişim kısıtlamaları, çatışmalardan etkilenen bölgelerde uygun insani yardım ve acil durum müdahalelerini engellemektedir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Orta Doğu Direktör Yardımcısı Adam Coogle, “Ülkenin özellikle kuzeydoğusundaki şiddetli su sorunları derhal çözülmezse, bu yıkıcı kolera salgını Suriyelileri etkileyen son su kaynaklı hastalık olmayacak. Türkiye, Suriye'deki su krizini kötüleştirmeye son verebilecek durumda olup buna derhal son vermelidir.” dedi.
Suriye Sağlık Bakanlığı, 10 Eylül 2022 tarihinde kolera salgını olduğunu ilan etmiş, BM'nin eski insani yardım koordinatörü Imran Riza da salgını "Suriye halkı ve tüm Orta Doğu bölgesi için ciddi bir tehdit" olarak nitelendirmişti. 1 Kasım itibariyle, Dünya Sağlık Örgütü, Suriye'de koleradan 81 ölüm ve 24,000'den fazla şüpheli vaka kaydetmişti. Kolera, ilgili tarihten bu yana birçok krize maruz kalan Lübnan'a da yayıldı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suriye'de ve Suriye ile ilgili çalışan beş uluslararası yardım kuruluşundan 10 insani yardım görevlisiyle görüştü. Görüşülenler, etkili bir müdahalenin önündeki başlıca engeller olarak su krizini, kuzeydoğu bölgesindeki tıbbi malzeme eksikliğini ve Suriye'nin tüm bölgelerine ilişkin toplu bilgi eksikliğini vurguladılar. Araştırmacılar ayrıca insani yardım kuruluşlarının Mayıs 2021'den bu yana süren su krizine ve daha yakın zamanda ortaya çıkan kolera salgınına ilişkin kurum içi raporlarını da incelediler.
10 yıldan uzun süredir devam eden çatışmalar Suriye'yi parçalara ayırdı, ülkenin sağlık tesisleri, su ve sanitasyon sistemleri ile elektrik altyapısı da dahil olmak üzere sivil altyapısını ve hizmet ağlarını büyük oranda yok etti. Birleşmiş Milletler, Suriye'deki su arıtma tesislerinin üçte ikisinin, pompa istasyonlarının yarısının ve su kulelerinin üçte birinin 2011'den bu yana hasar gördüğünü tahmin ediyor. Suriye'nin kuzeydoğusunda çalışan bir insani yardım görevlisi "Kolera ölümcül olmak zorunda değil" diyerek yetersiz beslenme oranlarının, ülkenin ağır hasar görmüş sağlık sisteminin ve pek çok insan için güvenli içme suyu eksikliğinin durumu daha da kötüleştirdiğini vurguladı.
2020'nin sonlarından bu yana Kuzeydoğu Suriye'yi en belirgin şekilde etkileyen ağır su krizinin çeşitli etkenleri arasında Suriye'de beş milyondan fazla insanın su ihtiyacını doğrudan karşıladığı Fırat nehrinin Türkiye'deki bölümünden Suriye kontrolündeki bölümüne akan su seviyesinin tehlikeli ölçüde düşük olması da yer alıyor. Bu durum su idarelerinin halka hizmet etme kaabiliyetini etkilerken, sudaki kirletici madde yoğunluğunun artması hastalığın yayılmasına neden olabilmektedir. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) tarafından Haziran 2021'de yayınlanan bir rapora göre, Fırat'ın batı kıyısındaki 73 su istasyonundan 54'ü kritik derecede düşük su seviyelerinden önemli ölçüde etkilendi.
Az yağışlı mevsim ve bölgedeki yüz binlerce insana hizmet veren Allouk su istasyonundaki kesintiler krizi ağırlaştırdı.
Milyonlarca insanın güvenli içme suyu, enerji üretimi ve sulama suyu eksiklikleri insanların sağlıklarını, geçimlerini, gıda güvenliklerini ve elektriğe erişimlerini etkilemektedir. Imran Riza, 13 Eylül'de yaptığı açıklamada, enfeksiyonun kaynağının "Fırat Nehri'nden güvenli olmayan suyu içen ve mahsulleri sulamak için kirli suyu kullanan insanlarla bağlantılı olduğuna inanılıyor” dedi.
Fırat Nehri, kuzeydoğu Suriye ve ülkenin diğer bölgeleri için en önemli su ve elektrik kaynağıdır. Şubat 2021'den bu yana, Türkiye makamları, Türkiye ile Suriye arasındaki nehrin Suriye'nin elinde bulunan kısmına su akışını kısıtladı. Nehrin Suriye'deki bölümüne su akışı 1987'de yapılan anlaşmanın öngördüğü 500 metreküpün çok altında kalıyor. Daha önce, Temmuz 2020'de yayınlanan, BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin (OCHA) Suriye ile ilgili bir raporu, nehrin Suriye'deki bölümüne akan su oranında yüzde 65'lik bir azalmaya işaret etmişti.
Türkiye, geçtiğimiz yıl, kendisinin de su kıtlığıyla karşı karşıya olduğunu belirterek, azalan su seviyelerine ilişkin sorumluluğunu reddetti. Ancak, kâr amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluş tarafından hazırlanan bir raporda, Ocak ve Mayıs 2021 tarihleri arasında Suriye'deki barajlarda su seviyelerinin keskin bir şekilde düşerek hidroelektrik barajlarına ciddi zararlar verdiği belirtildi. Rapor, bu sırada Fırat'ın Türkiye'deki bölümünde faaliyette olan birkaç barajdan biri olan Atatürk Barajındaki su seviyelerinin ise yükseldiği tespitinde bulundu.
Geçtiğimiz yıl içinde, gıda ve su ihtiyaçları ve sanayilerinin büyük bir kısmı için Fırat nehrine bağlı olan Suriye ve Irak, su seviyelerinin artırılması için Türkiye makamlarına baskı yaptı. Irak da aynı zamanda ağır bir su krizi ve kolera salgınıyla mücadele ediyor.
Ülkeler ikili mutabakatlar imzalarken, Türkiye, Suriye ve Irak arasında su paylaşımı konusunda kapsamlı veya uzun vadeli bir anlaşma bulunmamaktadır. Suriye ve Irak uzun zamandır Türkiye'yi nehir üzerindeki kontrolünü siyasi bir araç olarak kullanmakla suçlarken, Türkiye de zaman zaman hem Suriye hem de Irak'ın aslında Türkiye'ye ait bir kaynaktan bedava yararlandığını ima ediyor.
Paylaşılan suların kullanımı çeşitli evrensel ilkelerle düzenlenmektedir. Bu ilkeler arasında su kaynaklarının adil ve makul paylaşımı, kıyıdaş devletlere önemli zarar vermeme yükümlülüğü ve ilgili herhangi bir ekonomik faaliyet planlanırken kıyıdaş devletlere bildirimde bulunma ve onlara danışma genel ödevi yer almaktadır. Türkiye'nin 1997 tarihli BM Su Yolları Sözleşmesi'ni reddetmesi, bu uluslararası ilkelerin uygulanmasını engellemektedir.
Türkiye, Kuzeydoğu Suriye'nin bazı bölgelerinde işgalci bir güçtür. 2019 müdahalesi sırasında Türkiye ve desteklediği kuvvetler, Ras al-Ain (Serekaniye) kasabası yakınlarındaki Allouk su istasyonunun kontrolünü ele geçirdi. Haseke ilindeki 460.000'den fazla kişiye hizmet veren su istasyonu, BM tarafından Haseke şehri ve çevresindeki bölgeler için tek uygun su kaynağı olarak tanımlanıyor.
İlk olarak 2019'da Suriye'nin kuzeyine yapılan askeri operasyon sırasında hasar gören istasyondaki su arzı büyük ölçüde azaldı ve defalarca kesintiye uğradı. Bu da Haseke'de yaşayan insanları pahalı ve güvenilir olmayan özel su tankerlerine bağımlı hale getirdi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Mart 2020'de, COVID-19 salgınının ortasında, Türkiye'nin Allouk istasyonundan Kuzeydoğu Suriye'de Kürtlerin kontrolündeki bölgelere yeterli su tedarikini sağlamadığını belgelemişti. O sırada Suriyeli 49 ayrı grup, Türkiye'nin istasyondan "suyu kasıtlı olarak kestiğini" açıklayarak durumu kınadılar.
Türkiye güçleri ile Kürt liderliğindeki yetkililer arasında, Allouk istasyonundan, buraya muhtaç topluluklara su sağlanması karşılığında Kürt liderliğindeki bölgelerden Türkiye'nin kontrolü altındaki bazı bölgelere elektrik sağlanmasına ilişkin Rusya'nın aracılık ettiği anlaşmalar defaten başarısız oldu.
Bir insani yardım görevlisi, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde kontrol ettiği bölgeleri kendi elektrik şebekesine bağlamaya yaklaştıkça, Allouk istasyonundan Haseke'ye su sağlamaya devam etmesi için artık fark yaratacak bir baskıyla karşılaşmayabileceğini söyledi.
Üç insani yardım görevlisi, istasyonun tamir ihtiyacı ve tamir ekiplerinin istasyona düzenli erişiminin olmaması nedeniyle istasyonun işlevselliğinin azalmaya başladığını, sık sık kesintiler yaşandığını belirtti. Tamir işlemleri, tüm tarafların onayını gerektiriyor. 25 Ekim'de BM Suriye Özel Temsilcisi, Allouk su istasyonunun 11 Ağustos ile 20 Ekim tarihleri arasında faaliyet dışı olduğunu belirtti.
20 Ekim'de 150'den fazla insani yardım kuruluşunun temsil edildiği STK Forumları, Suriye'de hızla yayılan kolera salgını karşısında duydukları büyük endişeyi dile getirerek "salgına ve Suriye'deki tüm insani ihtiyaçlara yanıt vermek üzere insani yardım malzemeleri ve personeli için sınırsız erişim" çağrısında bulundular.
Kuzeydoğu Suriye'de Kürtlerin kontrolündeki bölgelere yardım ulaştırılmasına Şam hükümeti tarafından uzun süredir uygulanan kısıtlamalar mevcut. Bu kısıtlamalar, bölgede faaliyet gösteren sağlık tesislerinin ve insani yardım gruplarının, su ve temizlik işleri altyapısının yetersiz olduğu bölgelerde hızla yayılabilen bir hastalığa müdahale etmekte zorlanmalarına sebebiyet verdi.
Bir yardım görevlisi, "üyelerinin tümünün hasta olduğu aileler geliyor, sağlık tesisleri aşırı kalabalık, insanlar yerlerde yatıyor." dedi. Görevli, BM kuruluşlarının Şam'dan antibiyotik ve serum sıvıları da dahil olmak üzere tıbbi malzeme gönderme sözü vermesine rağmen, salgının ilan edilmesinden bir ay sonra, 7 Ekim itibariyle hiçbir malzemenin gelmediğini belirtti. "Gelecek hafta, gelecek hafta deyip duruyorlar, biz bunu anlamıyoruz." dedi. Yardım görevlisi, BM kurumlarının malzemeleri taşımak için Suriye hükümetinin onayını almakta sorunlarla karşı karşıya kalmış gibi göründüğünü söyledi.
Görevli, Covid-19 salgınının ilk günlerine atıfta bulunarak,"Bir keresinde, bize söz verilen tıbbi malzemeler bir yıl boyunca gecikti, yani malzemeler bize ulaştığında son kullanma tarihlerine bir ay kalmıştı" dedi.
Suriye hükümeti uzun süredir cephe hattı yardımı olarak bilinen, ülkenin hükümet kontrolündeki bölgelerinden hükümet kontrolünde olmayan bölgelerine geçen yardımları engelliyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye'nin Fırat nehrinin su kaynaklarını Suriye ve Irak ile adil bir şekilde paylaşmasını ve Allouk su istasyonundan ihtiyaç halindeki topluluklara derhal su sağlaması gerektiğini ifade etti. Çatışmanın tüm tarafları, insani yardım görevlilerine Suriye'nin tüm bölgelerine doğrudan ve engelsiz erişim izni sağlamalıdır.
Coogle, "Suriyeliler, medeni ve siyasal hakları için 2011'de acımasız bir hükümete karşı çıktılar, şimdi, on yıldan uzun bir süre sonra, en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorlar" dedi.