Türkiye'de 16 Nisan 2017 tarihinde ülkenin yönetişim yapısını parlamenter bir sistemden cumhurbaşkanlığı makamının yetkilerinin büyük ölçüde arttığı bir başkanlık sistemine dönüştüren anayasa değişikliklerinin oylanacağı bir referandum yapılacak. Aşağıdaki soru ve cevaplar bu değişikliklerin Türkiye’de insan hakları ve hukukun üstünlüğü için ne anlama geldiğini değerlendiriyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün parlamenter sistemlerden yana, başkanlık sistemlerine karşı özel bir tercihi var mı? İnsan hakları açısından bir sistem diğerinden daha mı iyi?
Başkanlık sisteminin mi, parlamenter sistemin mi, ya da ikisinin bir karışımının mı tercih edilmesi gerektiği, insan haklarıyla ilgili bir mesele olmaktan çok, bir ülkenin yurttaşları tarafından verilmesi gereken siyasi bir karardır. İnsan haklarının ve hukukun üstünlüğünün korunması için önemli olan şey, sistemde siyasi makam sahiplerinin yetkilerini kötüye kullanmalarını engelleyebilecek bir denge ve denetleme mekanizmasının bulunup bulunmadığıdır ki, tüm yönetişim sistemlerinin özünde de bu vardır.
Demokrasi belirli aralıklarla yapılan seçimlerde oy kullanma fırsatına sahip olmaktan ibaret bir şey değildir. Seçmenlerin yetkili makamlara seçtikleri kişilerden demokratik yollarla hesap sorabilmelerine olanak tanıyan anlamlı araçlara sahip olabilmeleri için, bir denge ve denetleme mekanizmasının varlığı olmazsa olmaz önemdedir.
Denge ve denetleme mekanizmasının merkezinde kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır. Kuvvetler ayrılığı, yasama organının (kanun koyucu parlamento veya meclis), yürütmenin (siyasi liderler) ve yargının (bağımsız mahkemelerin) kurumsal olarak birbirlerinden ayrı bir şekilde işlemesi demektir. Bu sayede yasama organı ve mahkemeler, farklı şekillerde, yürütmenin sahip olduğu yetkileri etkin bir şekilde denetleyen kontrol aygıtları olarak işleyebilir ve yürütmenin anayasal sınırlar içinde kalarak, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne uygun davranmasını sağlayabilirler.
Seçmenlerin oylaması istenen değişiklikler nelerdir?
Hükümetin “Türk tipi” olarak nitelendirdiği icracı cumhurbaşkanlık sistemini oluşturmak için önerilen değişiklikler, 1946 yılında çok partili sisteme geçilmesinden bu yana Türkiye’nin siyasi kurumlarında yapılacak en kayda değer değişiklik olacak.
İki değişiklik hemen yürürlüğe girecek. Cumhurbaşkanı, yargının idaresinden sorumlu olan ve hakim ve savcıların atamalarını denetleyen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (yeni adıyla Hakimler ve Savcılar Kurulu) üzerinde daha fazla yetkiye sahip olacak ve cumhurbaşkanının bir siyasi partiyle bağının bulunması yasağı kalkacak. Türkiye’de halen zaten siyasi etkilere açık olan mahkemelerin bağımsızlıkları bu değişikliklerle daha da azalacak.
Yani, örneğin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın meclis çoğunluğuna sahip Adalet ve Kalkınma Partisi’nde öncü bir rol oynaması resmi olarak mümkün olabileceği için söz konusu değişikliklerle Erdoğan’ın HSK üzerindeki etkisi hem meclisin, hem de Cumhurbaşkanlığı makamının yetkileri üzerinden daha da artabilecek.
Diğer değişiklikler Kasım 2019’da yapılması planlanan başkanlık ve milletvekili seçimlerinden sonra, başbakanlık makamı kaldırıldığında yürürlüğe girecek. Cumhurbaşkanı tek başına cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları ve üst düzey kamu yöneticilerini atama veya görevden alma yetkisine sahip olacak. Cumhurbaşkanı kararnameler çıkarabilecek ve cumhurbaşkanlığı bütçesini meclis onayı şartı olmaksızın güvence altına alabilecek. Cumhurbaşkanı milletvekili ve başkanlık seçimlerinin yenilenmesini isteyerek meclisi fesh edebilecek. Cumhurbaşkanı beş yıllık iki dönem görev yapabilecek; ikinci dönem sona ermeden meclis seçimlerinin yenilenmesine karar verilmesi halinde üçüncü kez aday olabilecek.
Meclisin rolü ne olacak?
Meclisin kanun koyma yetkileri devam edecek ve teorik olarak, cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi Meclis’in yasama yetkisiyle çelişemeyecek. Ancak cumhurbaşkanının bir siyasi partiyle resmi bağı olması yasağının kalkmasıyla, cumhurbaşkanının meclis üzerindeki nüfuzu, cumhurbaşkanının partisi meclis çoğunluğuna sahip olduğunda artmış olacak.
Uluslararası hukuk uzmanları Türkiye’de önerilen anayasa değişikliklerini nasıl değerlendiriyor?
Avrupa Konseyi’nin anayasa hukuku ile ilgili danışma organı Venedik Komisyonu değişikliklerin olası sonuçları hakkında kaygılı. Komisyon 13 Mart’ta yayımladığı anayasa değişiklikleri hakkında görüş başlıklı mütalaada, bu değişikliklerin “yürütme yetkisinin ölçüsüz bir biçimde cumhurbaşkanlık makamında yoğunlaşmasına ve meclisin yürütme yetkisinin zayıflamasına yol açacağını” ve “Türkiye’ye, rejimin otoriterleşmesini önleyecek denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun bir başkanlık rejimi getireceğini” söylüyor.
Venedik Komisyonu ayrıca cumhurbaşkanının hem cumhurbaşkanı hem de meclis politikalarında baskın bir güç olarak üstlendiği ikili rol sayesinde yargıdaki atamalarda büyük bir kontrol elde edeceğinden ve “dolayısıyla yargı bağımsızlığını ciddi anlamda tehlikeye atacağından” duyduğu kaygıyı da dile getiriyor.
Cumhurbaşkanının yetkileri hakkında referandum yapılması kararının zamanlaması hakkında ne diyorsunuz?
Türkiye’de Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişiminden sonra olağanüstü hal ilan edildi ve bu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakanlar kuruluna başkanlık etmesine ve ülkeyi meclis ve yargı denetiminin zayıfladığı koşullarda, kanun hükmünde kararnamelerle yönetmesine olanak sağladı. Referandumda oya sunulan anayasa değişiklikleri, pratikte cumhurbaşkanının mevcut durumda üstlendiği olağanüstü yetkilerin kalıcı olmasını sağlayacak.
Türkiye’de Temmuz 2016’dan bu yana 160 medya organı ve yayınevinin kapatılması ve 120’yi aşkın gazeteci ve basın çalışanının tutuklanmasıyla bağımsız medya neredeyse tamamen susturuldu. 100.000’den fazla kamu görevlisi hukuki süreçler işletilmeden açığa alındı veya işten çıkarıldı, 47.000 kişi tutuklandı. Bu kişiler darbe komplosuna iştirak ve hükümetin terör örgütü ilan ettiği Fethullah Gülen hareketine veya hükümetçe silahlı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı olduğu kabul edilen Kürt siyasi hareketiyle ilişkili olmakla suçlanıyorlar. Tutuklananlar arasında Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) iki eşbaşkanı ve aynı partinin 11 milletvekili daha bulunuyor.
Mevcut durum anayasa değişikliklerinin hem kamuoyunda açık bir biçimde tartışılabilmesini, hem de mecliste yer alan tüm partilerin katıldığı siyasi bir tartışmanın yürütülebilmesini büyük ölçüde kısıtlıyor. Ayrıca, normal şartlar altında güneydoğu bölgesinde anayasa değişikliklerine karşı kampanya yürütecek olan yüzlerce Kürt siyasi parti yöneticisi tutuklu durumda. İlaveten, muhalefetteki aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi’nin parti yönetiminin benimsediği “evet” kampanyasının aksi yönünde kampanya yürüten siyasetçileri de fiziksel saldırılara maruz kalıyor. Hükümetin ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülük ettiği “evet” kampanyası Türkiye’nin kamusal alanına, yazılı basınına ve TV kanallarına hakim olduğu için referandum öncesinde herkes için eşit bir mücadele alanı bulunduğunu söylemek mümkün değil.
Bu koşullarda bir anayasa referandumu yapılmasıyla ilgili kaygılarını dile getiren Venedik Komisyonu şu yorumda bulundu: “an itibariyle Türkiye’de gazetecilik yapmaya elverişsiz ve giderek verimsizleşen kamuoyu tartışmalarının tek taraflı yürütüldüğü bir ortamın bulunması, önerilen değişikliklerin arzu edilirliğine ilişkin anlamlı ve kapsayıcı bir demokratik referandum kampanyası yürütmenin mümkün olup olmadığını sorgulanır kılıyor.”