(Beyrut) – İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün yaptığı açıklamada eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve diğer 114 kişinin ölüm cezasına çarptırılmasıyla sonuçlanan iki davanın, adil yargılanma kurallarının ihlal edilmesi sebebiyle güvenilirliğini yitirdiğini ve siyasi saiklerle görüldüğünü söyledi. Verilen hükümlerin neredeyse tamamı sadece güvenlik görevlilerinin tanıklıklarına dayandırıldı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü iki dava dosyası için hazırlanan savcılık fezlekeleri üzerinde yaptığı incelemede, Mursi ve diğer 130 kişi hakkında 2011 yılındaki hapishane baskınları ve aralarında yine Mursi’nin de bulunduğu 36 kişi hakkında yabancı güçlerle işbirliği yaparak devlete karşı komplo kurdukları suçlamalarıyla açılan davalarda verilen mahkûmiyet kararlarının, ordu mensupları ve polis memurlarının ifadeleri dışında çok az delile dayandırıldığını belirledi. Bu mahkûmiyet kararları ve istenen ölüm cezası 16 Mayıs 2015 tarihinde verildi ve gerekçeli kararlar henüz halka açıklanmadı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Orta Doğu ve Kuzey Afrika Direktörü Sarah Leah Whitson “Bu yargılamalar Mısır mahkemelerinin hükûmet muhaliflerine hukuk kurallarını umursamaksızın ölüm cezası vermeye hazır olduğunu gösteriyor. Bu davalar, Müslüman Kardeşler üyeleri aleyhine açılan sahte toplu davalar silsilesinin devamı niteliğindedir” dedi.
Mısır ceza hukuku, bir sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi için cezaya haiz suça bireysel iştirakin ya da girişimin tespitini gerektirmesine rağmen, dava dosyalarında savcıların suçlamalarda yer alan fiillere ilişkin bireysel sorumluluğu soruşturduğuna dair hiçbir belirti yok.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, yetkililerin 2013 yılından bu yana yürüttükleri bir dizi toplu davada Müslüman Kardeşler'in yüzlerce üyesine, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve suçun şahsiliğinin tespit edilmediği yargılamaların ardından ölüm cezası verdiğini söyledi. Mursi, başkan olarak seçildiği 2012 yılında istifa edene kadar Müslüman Kardeşler'in önde gelen yetkililerinden biriydi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu davalardaki sanıkların isnat edilen suçların işlenmesinde şahsi sorumlulukları olduğuna dair somut deliller varsa, savcıların bunları halka açıklaması ve mahkemeden sanıkların uluslararası adil yargılama standartlarına uygun usullerle yeniden yargılanmalarını talep etmesi gerektiğini söyledi.
Mursi aleyhindeki iki ayrı dava aynı mahkeme tarafından eş zamanlı olarak görüldü. Bu davalardan birinde Mursi ve diğer 130 sanık Hüsnü Mübarek'in devrildiği 2011 ayaklanması sırasında cinayet, silah çalmak ve hapisten kaçmak için yabancı militanlarla işbirliği yapmakla suçlandı. Diğer davada ise Mursi ve diğer 35 sanık aralarında Hamas ve İran'ın da bulunduğu dış güçlerle komplo kurmak ve devlet sırlarını paylaşmakla itham edildiler.
Kahire Ceza Mahkemesi Başkanı yargıç Şaban eş-Şami iki davaya da terör ve ulusal güvenlik davalarına bakmakla görevlendirilmiş özel bölge hakimi sıfatıyla başkanlık etti. Duruşmalar Kahire Polis Akademisi’ndeki özel bir mahkeme salonunda görüldü.
16 Mayıs 2015 günü, eş-Şami, aralarında Mursi'nin de bulunduğu yüzden fazla sanığı, haklarında ölüm cezası verilmesi yönündeki tavsiye kararıyla birlikte ülkenin İslam hukuku konusundaki en yetkili makamı olan baş müftüye göndereceğini duyurdu. Yasaya göre, ölüm cezaları onanmadan önce, Baş Müftü'nün gizli ve bağlayıcı olmayan görüşünü bildirmesi gerekiyor. 16 Haziran'da eş-Şami ölüm cezalarının neredeyse tamamını –casusluk davasında 16, hapishane baskınları davasında ise 99 ölüm cezası- onadı. Ölüm cezasına çarptırılanlardan yalnızca dokuzu gözaltında bulunuyor ve tamamı İhvan ile bağlantılı.
Bu davalarda gözaltında bulundurulanların isimleri şöyle: İhvan'ın dini rehberi Muhammed Bedii, yardımcı dini rehber Hayrat Şatır, bir diğer yardımcı dini rehber Raşid Bayumi, Müslüman Kardeşlerin Özgürlük ve Adalet Partisi (ÖAP) eski başkan yardımcısı Asım Aryan, eski ÖAP üyesi ve meclis sözcüsü Saad el Katatni ve kıdemli Kardeşler üyesi Muhammed Baltacı.
Mursi, Bayumi, Aryan, Bedii, Katatni ve İhvan'ın rehberlik konseyi üyesi Muhi Hamad hapishane baskınları davasında ölüm cezasına çarptırılırken Şatır, Baltacı ve Mursi'nin yardımcısı Ahmed Abdüllati casusluk davasında ölüm cezası aldı. Abdüllati, Baltacı ve Şatır dışındakilerin tamamına ayrıca müebbet hapis cezası da verildi.
Bu kişilerin tamamı, haklarındaki karara Mısır'ın en yüksek temyiz mahkemesi olan ve davaları, mahkemenin kurduğu hükmü dayandırdığı kanıtlar değil, yalnızca hukuki usulden kaynaklanan kusurlar açısından inceleyebilen Yargıtay'da itiraz edebilir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü iki dava için de savcılığın hazırladığı fezlekeleri inceledi. Hapishane baskınları davasında savcılık, 2011 ayaklanması sırasında Mısır'ın Sina Yarımadası'nda üslenen cihatçıların Gazze'deki Hamas ve Lübnan'daki Hizbullah hareketi militanlarıyla Mısır'ın Sina'daki doğu sınırından girmek ve siyasi tutsakları ve binlerce mahkûmu serbest bırakmak için işbirliği yaptıkları suçlamasını desteklemek için, çoğu İçişleri Bakanlığı güvenlik görevlisi olan 43 kişinin ifadelerine dayanıyor.
Devlet Güvenlik görevlileri Mursi ve Müslüman Kardeşlerin diğer 34 üst düzey yetkilisini 28 Ocak 2011 günü, Mübarek karşıtı kitlesel gösterilerin patlak vermesinin ardından gözaltına aldı. Birkaç gün içinde bu davada yargılananların yanı sıra Mısır çapında binlerce mahkûm hapishanelerden firar etti. 2011’de yetkililer Mursi ve diğer 34 İhvan yetkilisi hakkında, ne gözaltına alınmalarından önce, ne de hapishaneden çıktıktan sonra herhangi bir suçlamada bulunmuştu.
Mevcut davalarda Mursi ve diğer 45 sanık zor kullanarak hapishaneden kaçmak ve hapishaneleri basan ve olaylar sırasında polisleri ve gardiyanları öldüren militanlara para, bilgi ve sahte kimlik belgeleri ve araç gibi malzeme desteği sağlamak suretiyle cinayete ve sınırı gizlice geçme (sınır ihlali) suçlarına iştirakle suçlandı.
Savcılar hapishane baskınlarının İhvan'ın dış güçlerle birlikte planladığı komplonun sonucunda gerçekleştirildiğini iddia ettiler. Dava dosyasında, o zaman gözaltında olmayan 76 sanığın 800'den fazla militanla birlikte Gazze Şeridi'nden zorla Mısır'a girdikleri, Sina'nın bir bölümünde kontrolü ele geçirdikleri ve hükûmet binalarını tahrip edip üç polis memurunu kaçırdıkları, ardından üç cezaevine -Wadi al-Natrun, Ebu Zabal ve el-Marg- saldırdıkları iddiaları yer alıyor. Dava dosyasına göre militanlar hapishane duvarlarını yıktı, gardiyan ve mahpusları öldürdü ve hapisteki Hizbullah, Hamas ve İhvan üyelerinin yanı sıra 20,000 mahpusu daha serbest bıraktı.
İkinci davada ise savcılar Mursi ve on altısı gıyaben yargılanan diğer 35 sanığı 2005-2013 yılları arasında Hamas, Hizbullah, İran, ABD ve diğerlerine devlet sırlarını vermek ve bunlarla birlikte komplo düzenlemekle suçladı. Savcıların iddialarına göre sanıkların amaçları, “iktidarı ele geçirmek için kaos yaratmak ve devleti yıkmak için... terör saldırıları” gerçekleştirmek ve “bu yolda desteklerini almak amacıyla resmi ve gayrı resmi unsurlarla iletişim kanalları açmaktı.”
Savcılar Mursi ve başkanlığı dönemindeki yardımcılarını, gizli ulusal güvenlik raporlarını e-posta yoluyla yabancı güçlerle paylaşmakla ve İranlıların Mısır'daki faaliyetleriyle ilgili gizli raporları İran Devrim Muhafızlarına vermekle suçladılar. Sanıklar ayrıca şiddet kullanarak rejimi değiştirmek isteyen ve Gazze Şeridi'nde askeri eğitim alan “yasadışı bir grubu” - Müslüman Kardeşler- kurmak, bu gruba katılmak ve desteklemekle de itham edildiler.
Savcılar Mursi hakkında devam eden beş davayla ilgili suçlamaları, ancak Mursi'nin Temmuz 2013'te dönemin Savunma Bakanı olan ve Haziran 2014'te cumhurbaşkanı seçilen Abdül Fettah el-Sisi tarafından devrilmesinden sonra yaptılar. Sisi hapishane baskınları vakası sırasında askeri istihbaratın başında bulunuyordu.
Mısır'daki hükûmet dışı örgütler ve politikacılar uzun zamandır hapishaneden kaçış ve 28 Ocak 2011'de kitlesel protestolarla güvenlik güçlerinin yenilmesi ve sokaklarda silahlı kuvvetlerin konuşlanmasıyla başlayan güvenlik boşluğu hakkında bağımsız bir soruşturma yürütülmesini istiyor. Ayaklanmadan sonraki aylarda YouTube'a yüklenen amatör videolar, bağımsız bir grup olan Kişisel Haklar İçin Mısır Girişimi'nin topladığı ifadeler ve eski hapishane görevlileri ile öldürülen memurların ailelerinin basına yaptığı açıklamalar akla güvenlik güçlerinin hapishane baskınlarını önlemek konusundaki gönülsüzlüğü ve mahpusların serbest bırakılmasına veya öldürülmesine karıştıkları ihtimaline dair sorular getiriyor.
Ayaklanma sırasındaki olaylara ilişkin hükûmetin hazırlattığı iki delil toplama raporu -ilki 2011 yılında geçici askeri hükûmet, ikincisi ise 2013 yılında Mursi döneminde hazırlanmıştı- hiçbir zaman halka açıklanmadı ve anlaşıldığı kadarıyla başsavcı tarafından dava açmak için de kullanılmadı.
21 Nisan 2015 günü, bir yargıç Mursi’yi, muhalif protestocuların Müslüman Kardeşler yandaşlarınca yasadışı gözaltı alınması ve işkence görmesi suçlarına iştirak ettiği gerekçesiyle 20 yıl hapis cezasına çarptırdı. Mursi aleyhine hali hazırda yolsuzluk, yargıya hakaret ve Katar'a devlet sırlarını sızdırmak suçlarından üç ayrı dava daha bulunuyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü her koşulda ölüm cezasına karşıdır ve Mısır hükûmetine infazları durdurması yönünde çağrıda bulunmuştur. Mursi'nin devrilmesinden bu yana yetkililer yeni hükûmete veya destekçilerine şiddet uyguladıkları iddiasıyla yedi kişiyi idam etti ve yaklaşık 600 kişiye de idam cezası verdi.
“Söz konusu hapishane baskınları davasının Mısır'da kaos döneminde neler olduğunu ortaya çıkarmak için kaçırılmış bir fırsat olduğunu” söyleyen Whitson, “Mısır'daki bu hapishane baskınları esnasında öldürülenlerin aileleri hâlâ adaletin yerini bulmasını bekliyor” dedi.
Savcılık Dosyasının Analizi
İnsan Hakları İzleme Örgütü hapishane firarı davasının 64 sayfalık, casusluk dosyasının ise 81 sayfalık savcılık fezlekelerine ulaştı.
Her iki davada da savcılık, ne güvenlik güçlerinin Ihvan'ın Mısır topraklarına saldırma, hapisten kaçma ve yönetimi ele geçirme planı yaptığına dair iddialarını destekleyecek herhangi bir somut kanıt sunabilmiş ne de Mursi hükûmeti üyelerinin rutin veya alenen duyurulmuş siyasi toplantılarının nasıl olup da casusluk suçunu teşkil ettiğini açıklayabilmiştir. Yönetim üyeleri ve diğerlerini casusluktan mahkûm etmek için sunulan kimi kanıtlar iç ve dış politika üzerine tartışmalar veya politika üzerine konferans düzenleme girişimleri içeren e-posta mesajlarından ibarettir.
Dahası, Mursi ve diğer İhvan üyelerini suçlama kararının ancak iktidardan indirilmelerinden sonra verilmesi ve hapishane firarları veya komplo iddialarıyla ilgili başka hiçbir tarafın -örneğin ilgili olaylar sırasında İhvan'la birlikte çalışan Sisi’nin ve diğer mevcut ve eski askeri yetkililerin- soruşturulmaması da bu davaların siyasi saiklerle açıldıkları izlenimini veriyor.
Hapishaneden kaçış Davası
Hapishane baskını davasının savcılık fezlekesinde Güney Sina Emniyet Müdürlüğü'nden emekli bir memur, Ocak 2011'de dört çeker araçlar içindeki 150'den fazla silahlı kişinin Sina Yarımadası’ndaki güvenlik güçleri tesislerine saldırdıklarını ve batıdaki el-Ariş kasabasına kadar bir bölgenin kontrolünü ele geçirdiklerini iddia ediyor. Tanık, olaylarla ilgili basında çıkan haberlerde “aynı saldırı tekniklerini kullandıkları”na dair bilgiye dayanarak bu kişilerin daha sonra hapishanelere saldıranlarla aynı kişiler olduklarını öne sürüyor. Fezlekede yargılanan kişilerin söz konusu suça iştirak ettiklerine dair bunun dışında herhangi bir delil sunulmuyor.
Savunma ekibinden isminin gizli tutulmasını isteyen bir avukat, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, savunmanın eş-Şami'den saldırgan olduğu iddia edilen kişilerin iddia edilen zamanda Mısır sınırını geçip geçmediklerini görmek için Mısır güvenlik birimlerinden uydu görüntülerini istemesini talep ettiğini, ancak eş-Şami'nin bu talebi reddettiğini söyledi. Bununla birlikte savunmanın aralarında el-Sisi, eski Savunma Bakanı Hüseyin Tantavi ve eski Genelkurmay Başkanı Sami Anan'ın da bulunduğu askeri tanıkların ifade vermesi yolundaki talebi de reddedildi.
Savunma avukatı, yargılama esnasında tanıklık eden bir Milli Güvenlik subayının, 2011 yılındaki ayaklanmadan hemen sonra Mısır'da yönetimi ele alan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'nin (SKYK) iktidara geçmek üzere İhvan'la anlaştığını söylediğini belirtti. Avukat, bunun üzerine savunmanın eş-Şami'den bu subay ve SKYK üyeleri hakkında Mursi ve yargılanmakta olan diğerlerinin düzenlediği iddia edilen aynı komploya yardım ettikleri gerekçesiyle dava açmasını talep ettiğini, ancak hakimin bu talebi reddettiğini söyledi.
Yargılandığı bütün mahkemelerin meşruiyetini tanımayı reddeden Mursi, Wadi al-Natroun Cezaevi’nden ayrıldıktan kısa süre sonra, 30 Ocak 2011 günü, Al Jazeera Arapça televizyonunu arayarak canlı bir röpotaj verdi. Cezaevinin hemen dışından konuştuğu anlaşılan Mursi, bir gece önce kendisi ve diğer tutuklu İhvan liderlerinin bir kargaşa ve muhtemelen biber gazı atıldığına dair sesler duyduklarını, ardından mahpus yakınları olduğunu tahmin ettiği sivil giysili kişilerin hücre kapısını açarak kendisini ve diğer İhvan liderlerini serbest bıraktıklarını anlattı. Bu röportajda, sunucuya ne kendisinin ne de hapishanedeki diğer arkadaşlarının kaçmaya çalıştıklarını defalarca tekrarlayarak yerlerini belirten Mursi, yetkili makamlarla görüşmek istediklerini ifade etti.
Bazı güvenlik görevlileri, güvenlik güçlerinin yakaladığı saldırganlar arasında Filistinlilerin de olduğuna dair ifade verdiyse de, bu davada sanık olan 70'ten fazla Filistinlinin tamamı gıyaplarında yargılandı. 2011 hapishane baskınlarında herhangi bir rolü olduğunu reddeden Hamas, 17 Mayıs 2015'te bir açıklama yayınlayarak eş-Şami'nin gıyaplarında ölüm cezası verdiği sanıklardan üçünün öldüğünü -biri 2008'de, biri 2009'da ve üçüncüsü de 2014'te- ve bir diğerinin de 1996 yılından beri İsrail'de hapiste olduğunu beyan etti. Buna cevaben el-Şami yalnızca resmi belgelere inanacağını ve Hamas'ın herhangi bir ölüm belgesi teslim etmediğini söyledi.
Mayıs’ta, merkezi Türkiye’de bulunan ve İhvan’a yakın, Sisi’ye muhalif olan Mekamelin televizyon kanalı eski genelkurmay bakanı Anan olduğunu söylediği kişinin ayaklanmadan kısa süre sonra Mübarek’in yargılandığı mahkemede ifade verirken çekilmiş görüntülerini yayınladı. Sızan görüntülerde Anan, Mübarek’in yargılandığı davalarda mahkemeye başkanlık eden Yargıç Ahmet Rıfat’ın sorularını cevaplıyor. Anan ifadesinde istihbarat birimlerinin SKYK’yiHamas, Hizbullah veya herhangi bir diğer yabancı grubun Mısır sınırlarını veya tünellerini ihlal ettiğine dair bilgilendirdiğini inkâr ediyor.
İfade veren subayların çoğunluğu, hapishanelerdeki çatışmaların militanlarla gardiyanlar arasında yaşandığını ve mermilerinin tükenmesi üzerine gardiyanların kaçtıklarını söyledi. Bir Milli Güvenlik subayı, Merkezi Güvenlik Güçleri (MGG) mensuplarından yardım istendiğini ama saldırılardan bunaldıklarını ifade etti. Bir başka Milli Güvenlik subayı da istedikleri desteğin “güvenlik boşluğu” sebebiyle gelmediğini söylese de bu konuyu detaylandırmadı. Ayaklanma sonrasında medyaya konuşan görevlilerin sıklıkla şikâyet ettikleri bir mesele olmasına rağmen yetkililer görevlilerin güvenlik güçlerinin hapishaneleri neden korumadıkları konusunda henüz bir soruşturma açmadılar
Ulusal Güvenlik subayı olan bir diğer tanık hapishanelere yapılan saldırılarda yalnızca silahlı grupların bulunduğunu; Mursi ve diğerlerinin iddia ettiği gibi mahpus akrabalarının olmadığını söyledi. Ama o sırada çekilmiş ve YouTube’da bulunan videolarda hapishane duvarlarında mahpusların aileleri gözüküyor.
Savcılar bazı sanıkları Abu Zaabal Cezaevi’ndeki 30 mahkûmu öldürmekle de suçladılarsa da polisin öldürülenlerin isimlerini veremediğini belirttiler.
Dosyanın, Savcılık Notları başlıklı bölümünde Milli Güvenlik Subayı Yarbay Muhammed Mabruk’un yürüttüğü gizli bir soruşturma sonucunda, hapishane baskınlarının ABD, Türkiye ve İhvan’ın, Hamas, Hizbullah ve İran'ın desteğiyle Mısır'da iktidarı ele geçirme ve ardından Sina'nın bir bölümünü Filistinlilere satmayı planladığı daha büyük bir komplonun parçası olduğu sonucuna varıldığı anlatılıyor. Fezlekenin geri kalanında Mabruk'un iddialarını destekleyecek hiçbir kanıt bulunmuyor.
Mabruk, Kasım 2013'te Kahire'deki evinin önünde vurularak öldürüldü. Yetkililer yakaladıkları katil zanlılarını Sina Kolu olarak da bilinen cihatçı Ensar Beyt'ül Makdis grubuna mensup olmakla suçladılar. Yakalananlar, bu grupla bağlantılı fiillerden dolayı yargılanan 200 sanık arasında yer alıyor.
Dış Güçler Desteğiyle Komplo Kurma Davası
Savcılar, dış güçlerin desteğiyle komplo planlama ve casusluk iddialarıyla ilgili ikinci davayı bütünüyle Milli Güvenlik teşkilatının soruşturmalarına dayandırdılar. Davaya çoğu güvenlik mensubu olan ve bir de görgü tanığının bulunduğu sekiz tanık dahil edildi. Dava fezlekesinde casuslukla ilgili kanıt olarak sunulan malzemenin çoğunluğunu yalnızca siyasi görüşlerin ve mitinglerle ilgili bilgilerin paylaşıldığı belgeler oluşturuyordu.
İhvan'ın komplo kurduğuna ve şiddet kullanarak iktidarı ele geçirdiğine dair birçok suçlama ayaklanmayı takip eden, İhvan'ın Özgürlük ve Adalet Partisi'nin 2011 parlemento seçimlerinde elde ettiği zafer ve Mursi'nin 2012'de cumhurbaşkan seçilmesi gibi vakıayla tezat oluşturuyor. 2011 Mart'ında anayasa hazırlama komitesine bir İhvan liderini atayan SKYK'nin kendisiydi; ayrıca ayaklanmadan sonra İhvan liderleri SKYK ile, bazılarında Sisi'nin de yer aldığı düzenli toplantılar yapıyordu.
Dava fezlekesine göre, Devlet Güvenlik soruşturmaları İhvan'ın şiddet kullanarak iktidarı ele geçirmek için 2005 yılından beri “halkın [Hüsnü Mübarek liderliğindeki] eski rejime karşı duyduğu öfkeyi” istismar etmeyi amaçladığını gösteriyor. Savcılık bu çabaları, kendi tabiriye “ABD'nin yaratıcı kaos konusundaki beyanları ve yeni bir Orta Doğu kurma arayışına” bağlıyor.
Savcılık bu iddiayı desteklemek için İhvan liderlerinin 2006 – 2009 arasında Türkiye, Lübnan, Suudi Arabistan ve diğer ülkelerde katıldığı bazı toplantılardan söz etse de bu toplantıların iddia edilen komployla ilişkili olduğuna dair herhangi bir kanıt sunmadığı gibi toplantılarda ne tartışıldığını da belirtmiyor. Bunların birçoğu halka açık çalıştaylar veya hükûmet yetkilileriyle yapılan toplantılardı.
Savcılığa göre toplantılardan bazıları Türkiye'deki Uluslararası Öğrenci Dernekleri Birliği’yle, bazıları da çeşitli Hamas liderleriyle yapıldı. Ocak 2011’de ise, ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı'ndan (CIA) bir ajanla da bir toplantı gerçekleştirildi. Savcılık ayrıca İhvan liderlerinin 2011'den önce, Mübarek hükûmeti sırasında Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görülen bazı davalarına da, bu mahkemeler temel adil yargılama haklarını garanti altına almamasına rağmen, atıfta bulundu. Savcılar ayrıca İhvan liderlerinin birbirleriyle yaptıkları telefon görüşmelerinin dinlenmesiyle elde edilen, ancak ayaklanmadan sonra göstericiler Devlet Güvenlik binasını yağmaladıklarında kaybolduğunu söylediği kanıtlara da atıf yaptı.
Mübarek rejimi döneminde, İhvan ve Hamas liderleri, bazıları Mübarek hükûmetinin hamiliğindeki ara buluculuk girişimleri kapsamında olmak üzere, düzenli olarak görüşüyorlardı.
Savcılığın casusluk suçuna kanıt olarak sıraladığı e-postaların birçoğu ABD, Fransa ve İngiltere’nin Orta Doğu'yla ilgili dış politikaları hakkındaki siyasi görüşlerin paylaşılmasından ibaretti. Savcılık dosyasında sanıkların, İhvan liderlerini Avrupalı yetkililerle görüşerek fikirlerini açıklamaya teşvik ettiği ifade ediliyor. Kanıtlar arasında bir İhvan üyesinin İhvan'ın sözcülerinden, babası da Mursi'nin dış politika danışmanı olan Gebad al-Haddad'a gönderdiği bir e-posta da bulunuyor. Mesajda, Norveç parlamento üyelerinin ve devlet görevlilerinin Mısırlı kadınların ve Kıpti Hristiyanların haklarına dair dile getirdikleri endişelerin giderilmesi için Haddad'ın İhvan liderlerini yanıt vermeye ikna etmesi isteniyor.
Al-Haddad ve Mursi'nin dış politika danışmanı olan babası Essam al-Haddad ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Kanıt olarak bildirilen bir diğer e-posta alışverişi de Mursi'nin cumhurbaşkanlığı medya koordinatörü Sondos Asem ile bir İngiliz araştırma ve hayır kurumu olan ve Orta Doğu'da inançlar arası ve çatışma çözümleme diyalog toplantılarına sponsorluk yapan Forward Thinking ile ilgili. E-posta mesajında Asem, İhvan liderleriyle Avrupa Parlamentosu üyeleri ve görevlileri arasında bir toplantı ayarlamaya çalışıyor. Savcılık Forward Thinking'i amacı “Avrupa ülkelerinin Amerika Birleşik Devletleri'yle işbirliği içinde istihbarat hedeflerine hizmet etmek” olan bir kurum olarak tanımlıyor.
Savcılığın kanıtları arasında Mısır'dan 2014 yılında kaçan ve halen Georgetown Üniversitesinde konuk profesör olarak bulunan, Kahire Amerikan Üniversitesi profesörlerinden Emad Şahin'in İhvan liderlerine tavsiyelerini ilettiği bir e-posta da bulunuyor. Şahin liderlere devrim sonrasında elde ettikleri “tarihi fırsatı ve Müslüman Kardeşlerin siyasi itibarını heba etmemelerini” ve demokratik dönüşümde ve ordunun siyasete karışmamasında ısrarcı olmalarını tavsiye ediyor. Savcılar Şahin'i “[diğer sanıklara] İnternet üzerinden talimat iletmek ve almak amacıyla kullanmaları için e-posta adresleri sağlamak” suretiyle casusluk suçuna ortak olmakla suçladı.
Eş-Şami, bu e-posta mesajlarına dayanarak Şahin'i ve halen Oxford Üniversitesinde öğrenci olan Asem'i gıyaplarında ölüme mahkûm etti.