(Berlin) – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yaptığı açıklamada, Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin, kadın haklarıyla ilgili çığır açıcı nitelikteki bölgesel bir sözleşmeyi hızla onaylayıp, sözleşmenin hükümlerini uygulayarak kadınlara yönelik şiddetle mücadele etme çabalarını güçlendirmeleri gerektiğini belirtti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün söz konusu sözleşmeyi anlatan ve onun önemini vurgulayan iki video yayınladı. Hükümetler sözleşme ile ilgili yanlış bilgi ve haberlere karşı acil adımlar atmalı ve kadınlara yönelik şiddeti azaltmak için yürütülen çalışmaları baltalayan tehlikeli söylenceler ile ayrımcı klişelerle mücadele etmelidirler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü kıdemli kadın hakları araştırmacısı Hillary Margolis “Kovid-19 küresel salgını, kadınlara yönelik şiddetin, hem en yaygın ve inatçı hak ihlallerinden biri, hem de dünyanın dört bir yanındaki kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldıkları, yaşamlarına ve sağlıklarına yönelik gündelik bir tehdit olduğunu açıkça ortaya koydu,” dedi. Margolis “Avrupa Konseyi üyeleri, tam da bu belirleyici noktada, İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı kalıp sözleşmeyi kararlılıkla uygulayarak, kadınların ve kız çocuklarının güvende olmalarına ve ruh ve beden sağlıklarına öncelik vermek konusunda ciddi olduklarını göstermelidirler,” şeklinde konuştu.
11 Mayıs 2021, İstanbul Sözleşmesi adıyla bilinen ve 2011 yılında İstanbul’da imzaya açılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 10. yıl dönümü. Sözleşme, tüm kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddeti engellemek, mağdurlara destek olmak ve failleri cezalandırmak amacıyla hükümetleri hukuken bağlayan güçlü standartlar getiriyor. Bazı hükümetler sözleşmeden çekildiler, bazıları çekilme tehdidinde bulunuyorlar, bazıları ise Kovid-19 kapanmaları sırasında aile içi şiddet vakalarının arttığını gösteren raporlara rağmen sözleşmeyi onaylamayı reddediyorlar.
2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’ni 33 devlet onayladı, 12 devlet ise sözleşmeyi imzalamış olsa da henüz onaylamadı.
Sözleşmeyi onaylayan devlet sayısı 34 idi. Ancak geçtiğimiz Mart ayında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, daha önce örneği görülmemiş bir şekilde sözleşmeden çekilmeye karar vererek, hem yurtiçinde hem de uluslararası alanda yaygın bir şekilde eleştirildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre Erdoğan’ın kararı ülkedeki kadın hakları açısından önemli bir gerileme anlamına geliyor ve bölge için de tehlikeli bir risk oluşturuyor. Türkiyeli yetkililer kadınları tacizlere karşı korumakta sık sık başarısız oluyorlar ve ülkedeki cinskırım sayıları da hızla artıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre İstanbul Sözleşmesi bilhassa kapsayıcı ve kapsamlı. Sözleşme henüz birçok ulusal hukuk sisteminde yer almayan stalking (ısrarlı takip ederek tacizde bulunma), cinsel taciz, zorla evlendirme gibi şiddet biçimlerine karşı koruma sağlanmasını hükme bağlıyor ve yaş, etnik köken, cinsel yönelim, engellilik, göçmenlik statüsü veya diğer özelliklere bakılmaksızın şiddet yaşamış herkesin korunmasını öngörüyor.
Sözleşmenin en önemli faydalarından biri, hukuki statüleri belirsiz göçmenler ve lezbiyen, gay, biseksüel ve trans bireyler (LGBT) gibi belirli gruplara ilişkin ülkelerin iç hukuklarındaki ve koruma politikalarındaki eksikliklerin hükümetler tarafından giderilmesini zorunlu kılması.
Bölge genelindeki kadın hakları savunucuları sözleşmeyi bir dönüm noktası olarak takdir etseler de birçok ülkede sözleşmeye karşı daha önce eşi benzeri görülmemiş bir tepki oluştu. Bu tepkilerin sebebi, genellikle, sözleşmenin cinsiyeti toplumsal olarak inşa edilmiş bir kategori olarak tanımlaması ve LGBT bireyler ile göçmenleri açıkça koruma kapsamına alması. Muhafazakar politikacılar ve gruplar, yanlış bir biçimde, sözleşmenin “geleneksel” aileleri tehdit ettiğini, eşcinselliği ve “toplumsal cinsiyet ideolojisini” özendirdiğini ve “milli değerleri” aşındırdığını iddia ediyorlar.
Bazı hükümetler ulusal yasaların kadınlara yönelik şiddete karşı koruma sağlamak ve faillerden hukuk önünde hesap sormak için yeterli düzenlemeler içerdiğini iddia ediyorlar. Ancak şiddet yaşamış çok sayıda kadın yaftalamayla, yetkililerin önemsemez tavırlarıyla ve susmaları yönündeki toplumsal baskılarla karşı karşıya kalmayı hala sürdürüyorlar. Kolluk güçlerinin ve yargının verdiği zayıf tepkiler adalete erişim konusundaki güçlükleri artırarak, tacizcilere yönelik cezasızlık kültürüne katkıda bulunuyor. Yerel kadın örgütleri şiddet yaşamış kadınlara yönelik, sığınma evi, psikolojik destek ve hukuki yardım gibi birçok hizmetin kendileri tarafından sunulduğunu, bu konuda hükümetlerden genellikle çok az destek gördüklerini bildiriyorlar.
Macaristan’daki Ataerkilliğe Karşı Çıkanlar Derneği (Patent) ve Kadınlar İçin Kadınlar Hep Birlikle Şiddete Karşı (NANE) Derneği ile ilişkili kadın hakları aktivisti Noa W. Nogradi “sivil toplum örgütleri [şiddet mağduru kadınlara] yardım etmek için... ellerinden geleni yapıyorlar, ancak bu örgütlerin... kurumsal sistemin eksikliklerini kapatabilecek insan gücüne ve maddi kaynaklara sahip olmadıkları açık,” diyor ve ekliyor: “Tacizden kaçmak isteyen kadınlar, yaşamlarına yönelik yakın ve açık bir tehdit bulunduğunu ispat edememeleri halinde [ulusal acil yardım hattı tarafından], başka kurumlara yönlendirilmiyorlar, bunu sık sık duyuyoruz. Kocanız sizi sadece düzenli olarak darp ediyor ama tam da şu anda elinde bir bıçakla arkanızda durmuyorsa, bunun size hiçbir faydası olmaz!”
Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro 2020 yılında sözleşmeden çekilme hedefini gerçekleştirmeye çalışacağını açıkladı, Başbakan Mateusz Morawiecki ise Sözleşmeyi içerdiği “toplumsal cinsiyet” tanımı nedeniyle gözden geçirmesi siyasi tesir altındaki Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. İktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi daha önce de geçtiğimiz Ekim ayında, kürtaja izin veren yasal zemini, uygun parlamento usullerinin etrafından dolanarak ortadan kaldırmak için aynı Anayasa Mahkemesi’ni kullanmıştı.
Varşova’daki Kadın Hakları Merkezinden Urszula Nowakowska “İçerdiği standartlar sebebiyle sözleşmeyi Polonya’da bağlayıcı bir uluslararası hukuk belgesi olarak muhafaza etmek bizim için çok önemli” dedi ve ekledi “onlar bizim referans noktalarımız, bize ulaşmaya çalışacağımız bir hedef sunuyorlar.”
Macaristan’da, parlamentoda üçte iki çoğunluğa sahip olan iktidar partisi Fidesz, sözleşmenin onaylanmasını Mayıs 2020’de engelledi, Slovakya’da ise parlamento onaylamayı en sonuncusu Şubat 2020’de olmak üzere, defalarca engelledi. Bulgaristan Anayasa Mahkemesi ise 2018 yılında Sözleşmedeki “toplumsal cinsiyet” kullanımının anayasaya aykırı olduğu yönünde bir karar verdi.
Hırvatistan gibi ülkeler sağ kanattan grupların ciddi muhalefetine rağmen sözleşmeyi onayladılar. Sözleşmeyi 2011 yılında imzalamış olan Ukrayna ve 2012 yılında imzalamış olan İngiltere gibi bazı başka ülkelere ise sözleşmeyi onaylamak konusundaki kararlılıklarını belirtmekle birlikte, hala onaylamadılar. Avrupa Konseyi üyesi devletlerden sadece iki tanesi, Rusya ile Azerbaycan, sözleşmeyi imzalamadı.
Kadın hakları savunucuları İstanbul Sözleşmesi’nin çok ihtiyaç duyulan kapsamlı hukuki ve politik reformların yapılmasının ve bunların uygulanması için gerekli kaynakların bulunmasının sağlanması için yaşamsal önemde olduğunu söylüyorlar.
Ukrayna’nın Kadın Perspektifleri Merkezi’nden Marta Chumalo “İstanbul Sözleşmesi’nin devleti mağdurlara yanıt vermeye motive edeceği çok açık,” dedi. “Sözleşmenin onaylanması hem benim için hem de faaliyetlerim için çok büyük bir dönüm noktası olacak, zira biliyorum ki örgütümüzden yardım alan ve şu anda örgütümüzün yönettiği sığınma evlerinde kalan, mahkemelerde bizim örgütümüz tarafından temsil edilen kadınların çoğunun güvenli bir yaşam sürme şansları artmış olacak.”
Sözleşmeye uymak konusunda gösterilen çabalar birçok ülkede, yeni veya daha güçlü yasalar çıkartılması gibi olumlu adımlar atılmasına neden oldu. Birçok ülkede acil yardım hatları kuruldu ve şiddet yaşamış kadınlara yönelik hizmetler artırıldı ve güçlendirildi. Diğer ülkelerde ise stalking (ısrarlı takip ederek tacizde bulunma), zorla evlendirme, kadın sünneti gibi şiddet biçimleri kriminalize edildi veya yürürlükteki kanunlar cinsel şiddeti kasıtlı rızanın bulunmaması temelinde tanımlayacak şekilde değiştirildi.
Türkiye’deki İnsan Hakları Derneği eş başkanı Eren Keskin “İstanbul Sözleşmesi aslında bütün kadınlara duygusal bir güç verdi her şeyden önce” dedi ve ekledi: “Bu sözleşmeden çekilmek, ‘ben size istediğim her şeyi yaparım’ demektir.”
Keskin, insanların, Türkiye’nin ve diğer ülkelerin İstanbul Sözleşmesi’ne ve onun standartlarına uyma kararlılığını göstereceğine ilişkin umutlarını kaybetmemeleri gerektiğini belirtti: “Ben kadın mücadelesinin bunu geri getireceğine ve [Türkiye’nin imzasının] tekrar o sözleşmeye atılacağına inanıyorum... Bana göre tek çare susmamak. Herkesin bulunduğu yerden kadına yönelik şiddet alanında ses çıkartması gerekiyor.”