(İstanbul) – İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün yaptığı açıklamada Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümetinin Türkiye'de insan haklarını koruyan mekanizmaları ve demokratik normları 18 yıllık yönetimi boyunca daha önce eşi benzeri görülmemiş bir ölçekte alaşağı ettiğini belirtti. Hükümet geçtiğimiz hafta, hukukun üstünlüğünü zedeleyen, siyasi muhalifleri ve eleştirel olarak algılanan isimleri hedef alan birkaç tehlikeli adım daha attı.
Cumhurbaşkanı 19 Mart 2021 günü aniden yayınladığı bir kararla Türkiye'deki kadın hareketi tarafından güçlü bir şekilde desteklenen, çığır açıcı bir uluslararası sözleşme olan Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni ya da daha bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’ni, Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshetti. Erdoğan'ın bu hamlesinden iki gün önce Yargıtay başsavcısı muhalefetteki Halkların Demokratik Partisi'ne (HDP) kapatma davası açacağını açıklamış, söz konusu açıklamadan birkaç saat önce de Erdoğan'ın kontrolündeki meclis, HDP'li bir parlamenterin milletvekilliğini usulsüz olarak düşürmüştü.
İnsan Hakları İzleme Örgütü genel direktörü Kenneth Roth "Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye toplumunu yeniden şekillendirme çabasının önünde duran tüm kurumları ve toplumsal kesimleri hedef alıyor" dedi. Roth, "meclisteki muhalefet partilerini, Kürtleri ve kadınları hedef alan bu son gelişmeler, Cumhurbaşkanı'nın insan haklarını ve demokratik güvenceleri ihlal ederek iktidarını elde tutma çabasından başka bir şey değil," şeklinde konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dramatik bir hamleyle, gece yarısı yayınladığı bir kararla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, partisi dışındaki dindar muhafazakar kesimlerden destek toplama çabalarının bir parçası. Erdoğan’ın bu hamlesi homofobik ve ayrıştırıcı siyasal bir söylemi yaygınlaştırmak için İstanbul Sözleşmesini bahane olarak kullanmakta ne kadar hevesli olduğunu gösteriyor. Söz konusu söylem kadın haklarının sözde aile değerlerini zedelediğini iddia ediyor ve lezbiyen, gay, biseksüel ve trans (LGBT) bireyler hakkında nefret dolu ve ayrımcı görüşleri yaygınlaştırıyor.
Cumhurbaşkanının iletişim başkanı 21 Mart günü yazılı bir açıklama yaparak Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini "başlangıçta kadın haklarının güçlendirilmesini teşvik etmeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmiştir," sözleriyle savundu. Bu iddia, sözleşmenin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılık yapılmasını yasaklayan dilinden kaynaklanıyor. Türkiye'deki kadın hakları örgütleri sözleşmeyi güçlü bir şekilde destekliyorlar, zira sözleşme hükümetleri kadınlara karşı şiddeti engellemek için etkin adımlar atmak, mağdurları korumak ve failleri cezalandırmakla hukuken yükümlü kılıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre, Türkiye'de her sene yüzlerce kadının eşleri veya eski eşleri tarafından öldürüldüğü gerçeği göz önüne alındığında Erdoğan'ın sözleşmeden çekilmesi, sözleşmeyi siyasi saiklerle bir silaha dönüştürmesi, sözleşmede yer alan ve kadınların inanılmaz ölçüde ihtiyaç duydukları koruma mekanizmalarını hiçe sayması, şoke edici.
Roth, "Sözleşmeden çekilme kararı Türkiye'de kadın haklarının korunması mücadelesinde, epeyce geriye doğru atılmış bir adım olduğu gibi, farklı siyasi çevrelere mensup tüm kadınlara karşı da önemli bir darbe niteliği taşıyor," dedi.
Binlerce kadın Erdoğan'ın bu hamlesine 20 Mart'ta Türkiye'nin her yanında düzenlenen protesto gösterileriyle yanıt verdi ve kadın hareketinin mücadeleye devam edeceğini, hükümetten artık yerleşik hale gelen aile içi şiddet ve kadın cinayeti sorunlarıyla savaşması için adım atmasını talep etmeyi sürdüreceğini ifade etti.
Yargıtay Başsavcısı'nın 17 Mart'ta, meclisteki ikinci büyük muhalefet partisi olan Halkların Demokratik Partisi'ni kapatmak için harekete geçmesi ise, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun sosyal medyada yaptığı bir paylaşım bahane edilerek meclis tarafından milletvekilliğinin düşürülmesinin hemen ardından gerçekleşti. Erdoğan'ın insan haklarını baskılayan politikalarının binlerce mağduruna ısrarla odaklanan Gergerlioğlu'nun milletvekilliğinin düşürülmesi ona karşı bir misilleme niteliğindeyken, HDP'yi kapatma girişiminin hedefinde ise milyonlarca Kürt seçmen var ve İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre bu girişim parlamenter demokrasi ilkesini ortadan kaldırıyor.
Geçtiğimiz 30 yıl içinde Türkiye, Kürt yanlısı beş siyasi partiyi kapattı. Daha önceki kapatma davalarında olduğu gibi, başsavcılığın bu iddianamesi de HDP'yi "devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı faaliyetler" ve anayasa ve yasaları ihlal etmekle suçluyor ve söz konusu partinin temelli kapatılmasını talep ediyor.
Başsavcılık ayrıca aralarında görevdeki ve eski milletvekilleri ile yüzlerce parti görevlisinin aralarında bulunduğu 687 kişiye de beş yıl boyunca siyaset yasağı getirilmesini ve diğer siyasi partiler gibi HDP'nin de aldığı hazine yardımının kesilmesini talep ediyor. Gösterilen kanıtlar arasında görevdeki milletvekillerinin geçtiğimiz sekiz yıl içerisinde değişik zamanlarda yaptıkları konuşmalar ve katıldıkları siyasi faaliyetler de yer alıyor.
Roth, "2018 genel seçimlerinde ülke çapında %11.7 oy almış, mecliste 55 milletvekili bulunan bir parti için kapatma davası açmak, siyasi örgütlenme ve ifade özgürlüğüne karşı büyük bir saldırıdır" dedi ve ekledi: "Bu adım 6 milyona yakın seçmeni seçtikleri temsilcilerinden mahrum bırakarak seçme haklarını ihlal edebilir. "
20 ve 21 Mart günleri Halkların Demokratik Partisi seçmenleri Türkiye'nin büyük şehirlerinde Kürtlerin yeni yıl olarak kutladıkları Newroz etkinlikleri için büyük kalabalıklar halinde toplandılar ve kutlamaları partiye verdikleri desteği dile getirdikleri ve partinin çoğunlukla Kürt tabanının haklarına yönelik saldırıları protesto ettikleri güçlü gösterilere dönüştürdüler. Diyarbakır başsavcılığı 22 Mart günü partinin mevcut eş başkanı hakkında, Newroz kutlamaları sırasında yaptığı konuşma nedeniyle soruşturma başlattı. Ve İstanbul'daki bir mahkeme partinin eski eş başkanı Selahattin Demirtaş'ı 2015 yılında yaptığı bir konuşmada "cumhurbaşkanına hakaret ettiği" gerekçesiyle üç yıl altı ay hapis cezasına çarptırdı.
Son birkaç günde yaşanan bu önemli gelişmeler, Türkiye'de insan hakları alanında 2020 ve 2021 yıllarında yaşanan bir dizi ciddi gerilemenin üstüne geldi. Erdoğan hükümeti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin hak savunucusu Osman Kavala ve siyasetçi Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılmasını talep eden bağlayıcı kararlarını defalarca hiçe saydı.
Hükümet, 2020 Aralık ayında terörün finansmanı ve kitle imha silahlarıyla mücadele bahanesiyle sivil toplum örgütlerini hedef alabilmesinin önünü açan bir yasayı alelacele çıkardı. Hükümet, yanıltıcı bir şekilde bu yeni yasanın BM güvenlik konseyi kararları ile uyumlu olduğunu iddia etti.
Cumhurbaşkanı, Ocak ayında yüksek öğrenim üzerindeki kontrolünü derinleştirecek bir hamle yaparak, Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birine rektör atadı; üniversite öğretim üyelerinin ve öğrencilerin yaygın protestolarına karşılık olarak da, kurumu yeniden yapılandırdı. Üst düzey hükümet yetkililerinin LGBT karşıtı konuşma ve sosyal medya paylaşımları yaygınlaştı, bu tür karşıt söylemler son olarak LGBT bayrakları barındıran bir sanat eseri yüzünden tutuklanan öğrencilere karşı ve Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle kullanıldı.
2 Mart günü yayınlanan İnsan Hakları Eylem Planı, gazetecilerin, aktivistlerin ve diğer birçok kişinin keyfi olarak tutuklanmasının ve yargılanmasının rutin ve artarak devam ettiği sahadaki gerçeklikle büyük bir tezat teşkil ediyor. Cumhurbaşkanı'nın İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklamasının üzerinden daha iki hafta geçmişti ki, önemli bir insan hakları derneğinin eş başkanı olan Öztürk Türkdoğan, sabaha karşı bir ev baskınıyla gözaltına alındı. Türkdoğan daha sonra serbest bırakıldı.
Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yönetimi insan hakları alanındaki gerilemenin varlığını kabul etmekle birlikte, ağırlıkla Türkiye'nin bölgedeki stratejik önemine, dış politikasına, bölgesel çatışmalardaki aktif rolüne ve yürüttüğü mülteci politikalarına odaklandılar.
AB liderleri 25 ve 26 Mart tarihlerinde Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirecekler. Avrupa Konseyi Türkiye'deki insan hakları konusunda gözlemlenen keskin gerileme hakkında ses çıkartmalıdır. Konsey, Türkiye ile ilişkilerinde AB tarafından önerilen pozitif gündemi, muhalif isimlere yönelik saldırıların durdurulması ve insan haklarına riayet edilmesi konusunda ölçülebilir bir ilerleme sağlanması koşullularına bağlamalıdır.
Roth, "Türkiye hükümetinin muhaliflere, parlamenter demokrasiye ve kadın haklarına yönelik saldırılarına hız verdiği bir dönemde, AB liderleri hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmamalıdır," dedi.