Skip to main content

Türkiye: Darbe Davası Adalet İçin Bir Fırsat

Kovuşturma 1980 Darbesinin Ardından Gerçekleştirilen İnsan Hakları İhlallerine Yoğunlaşmalıdır

(İstanbul, 4 Nisan 2012) – İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün bir açıklama yaparak 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hayattaki iki liderinin yargılandığı davanın yalnızca darbenin kanun dışılığına değil, darbenin  ertesinde Türkiye’de yaşanan  ağır insan hakları ihlallerinin delillerine de yoğunlaşması gerektiğini ifade etti.
 

Emekli generaller Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmasına 4 Nisan 2012’de Ankara’da başlanacak. Her iki sanık da askeri darbe yoluyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve anayasal düzeni ortadan kaldırmakla suçlanıyor. Bu askeri darbenin Türkiye’de insan hakları ve demokrasiye olumsuz etkisi 30 yıl sonra bile hala hissediliyor.
 

İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb “1980 darbesi demokrasiyi sekteye uğrattı ve hala varlığını sürdüren hak ve özgürlüklere yönelik kısıtlamaları getirdi” dedi. “Bu dava, darbe sonrası yaşanan ağır insan hakları ihlalleri için adaletin yerine gelmesi yönünde önemli bir fırsat sunuyor – özellikle yürürlükteki Türk Ceza Kanunu uyarınca insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına giren kitlesel işkence ve gözaltında ölüm vakaları için.”
 

1982 anayasasının geçici 15. maddesi, yakın zamana kadar, darbe liderleri ve tüm kamu görevlilerine 12 Eylül 1980 ile 7 Aralık 1983 tarihleri arasındaki her türlü tasarruflarına dair her türlü cezai, hukuki ya da mali sorumlulukla ilgili muafiyet sağlıyordu. Geçici 15. madde  askeri darbenin 30. yılında, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referendum sonucunda iptal edildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Ocak 2012’de darbe liderleri aleyhinde dava açtı.

 

İddianamede Evren ve Şahinkaya aleyhindeki delillerin en az yarısı, darbeyle birlikte  demokrasinin askıya alınmasının ardından gerçekleşen tutuklamalar ile polis  nezaretinde ve askerin idaresindeki hapishanelerde yapılan işkenceye ilişkin; ancak Evren ve Şahinkaya bu fiilerle itham edilmiyorlar.

 

İddianame ayrıca, ordunun yetmişlerin sonlarında darbeye zemin oluşturmak üzere  siyasi kargaşanın körüklenmesindeki rolünü de inceliyor. Toplumca  tanınmış kişilere  yönelik siyasi suikastler ile Maraş ve Çorum gibi Anadolu kentlerinde Alevi azınlığa ve solculara yönelik katliamlara ordunun  karışmış olması şüphesi de gözönünde bulunduruluyor. İddianamede ordunun parlamenter siyasete doğrudan müdahalesinin kanıtı ve darbenin kendi kronolojisi ele alınıyor.

 

İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu davanın özellikle Türkiye’nin işkence mirasıyla hesabını görmesi için bir fırsat sunduğuna inanıyor. Uluslararası ve ulusal insan hakları grupları darbe  ertesi dönemde kapatılma yerlerinde işkence yapıldığını kapsamlı olarak belgelemişti. Daha sonra Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Komitesi ve işkenceye dair BM özel raportörü de Türkiye’nin işkence karnesini kapsamlı olarak belgeledi. Özel raportör 1990larda Türkiye’nin sistematik işkence uyguladığına hükmetmişti.
 

Adalet Bakanlığı resmi  istatistiklerine göre, darbenin ardındançoğunluğu sol ve Kürt  taraftarı siyasetle bağlantılı olmak üzere, aralarında aşırı sağ  gruplar ve bazı İslamcıların da bulunduğu yaklaşık 650,000 kişinin  gözaltı alındığıtahmin ediliyor. Askeri rejim 230,000 kişiyi “siyasi suçlar” nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargıladı. Bu kişilerden 71 bin beşyüzü müebbet hapis ya da idam cezasına çarptırılmaları ihtimaliyle  devlete ve anayasaya karşı işlenmiş suçlardan yargılandı. Resmi rakamlara göre 23,700 sivil toplum örgütünün faaliyetleri askıya alınmış, 927 yayın yasaklanmıştı.
 

İddianamede sekiz tanığın ifadelerine ve darbeyle ilgili kitaplardan ve basında çıkan röportajlardan alınan 16 kişinin ifadesine ve yayınlanmış başka kanıtlara yer veriliyor. İfadeler ve diğer kanıtlar, gözaltındaki uzun süreli işkenceler ve ölümlerle ilgili detaylı bilgi veriyor ve işkenceye karışmış askeri personel, polis, doktor ve hapishane görevlilerinin isimlerini açıklıyor. Savcılık iddianamesi şu sonuca varıyor:

 

"Sistematik işkencenin merkezi haline getirilen cezaevleri Diyarbakır Askeri Cezaevi ile Mamak Askeri Cezaeviydi. Aynı zamanda Ankara Emniyet Müdürlüğündeki DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) olarak adlandırılan yer, Adıyaman’da Pirin Palas Hapishanesi, İstanbul’da Gayrettepe ’de öne çıkan işkence merkezlerindendi. Sayılan bu yerler öne çıkmakla birlikte, ülkede tüm gözaltı ve cezaevlerinin o dönemde bu şekilde kullanıldığı ortaya çıkmaktadır."

 

Türk Ceza Kanunu’nun (2005’te yürürlüğe giren 5237 nolu kanun) 77. maddesi uyarınca, “siyasi, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plân doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi” halinde, işkence “insanlığa karşı işlenen suçlar” arasında sayılıyor. Ankara savcıs her ne kadar ı işkence ve gözaltında ölüm iddialarını 47 şehrin başsavcılıklarına havale ett miş olsa da, bu iddiaların darbe liderlerinin yargılandığı bu davada da, Türk Ceza Kanunu’nda belirtildiği üzere “insanlığa karşı işlenen suçlar” bağlamında değerlendirilmesi için  güçlü deliller var.

 

Sinclair-Webb “Halihazırda iddianamede bulunan kanıtlar dikkate alındığında, Ankara savcısının işkence politikasına en üst kademeden izin verilmesini de soruşturması gerekir” dedi. “Bu davanın yanısıra ülke çapında bir devlet politikası olan işkenceye karışmış çok sayıda askeri personel, polis, kamu görevlisi ve doktor hakkında da cezai bir soruşturma ve kovuşturma olmalıdır”.

 

Your tax deductible gift can help stop human rights violations and save lives around the world.

Region / Country