Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ne kadar cüretkar olursa, Avrupa Birliği (AB) de o kadar sessizleşiyor.
Geçen haftaki AB zirvesinin sonuç bildirgesi tıpkı geçen yıl Almanya Başkanlığı döneminde olduğu gibi, Türkiye söz konusu olduğunda jeopolitik endişelerin ve göç meselesinin, insan haklarını AB'nin öncelik listesinden çıkardığını gösterdi.
Erdoğan hükümeti, gazetecileri, muhalif siyasetçileri ve eleştirel gördüğü herkesi uyduruk terörizm suçlamaları ile susturmak ve tutuklamak için Türkiye mahkemelerini kullanıp, ifade özgürlüğünü bastırmak ve sivil toplumu hedef almak için yeni yasalar geçirirken, AB insan haklarını ikincil önemde görüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki yönetim, son zamanlarda kadına yönelik şiddetle mücadele eden bir sözleşmeden çekilerek baskıları arttırdı ve parlamentodaki en büyük ikinci muhalefet partisini kapatmak için harekete geçti. Ancak AB liderleri neredeyse hiç tepki vermedi.
Avrupa Birliği, Türkiye'de daha iyi ve daha demokratik bir gelecek umanların gözündeki itibarını ve haklar üzerindeki tesirini kaybetmek istemiyorsa, yaklaşımını acilen gözden geçirmelidir.
İlk olarak, AB yetkilileri Türk meslektaşlarıyla yaptıkları görüşmelerde, Türkiye'deki insan hakları durumunun ciddiyetini açıkça ortaya koymalı ve aynı şekilde açıklamaları ile desteklemelidir. AB’nin üst düzey bir diplomatının, Türk dışişleri bakanı ile birlikte yapacağı bir konuşma öncesinde hukukun üstünlüğüne yapılan bir atfı silmesi veya AB’nin üst düzey yetkilileri Ursula Von Der Leyen ve Charles Michel’in konuyu gündeme dahi getirmemesi, son zamanlarda gerçekleşen utanç verici tavizlerin birer örneği.
İkinci olarak, AB yetkilileri, Türkiye'ye temel uluslararası hukuk yükümlülüklerine uyması için baskı yapmalıdırlar. Türkiye hükümetinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin hayırsever Osman Kavala ve siyasetçi Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması için verdiği kararlara uymamasının ciddi sonuçları olmalıdır. Son olarak, Türkiye yargısının bir baskı silahı olmadığını gösterene kadar AB, belirsiz bir 'insan hakları eylem planına' çok fazla itimat etmemelidir.
Modernize edilmiş Gümrük Birliği hakkında görüşmeler başlatmak için atılacak her adımın ön koşulu insan haklarına ilişkin gözle görülür bir ilerleme olmalıdır. Müzakereler başlamadan önce, Avrupa ile iyi ilişkiler için elzem olan bağımsız yargı ve demokratik, hesap verebilir kurumları garantiye alan somut tedbirler almadan, ilerlemenin mümkün olmadığını Türkiye anlamalıdır. AB liderlerinin Erdoğan hükümeti ile daha istikrarlı ve güvenilir ilişkiler kurma niyetleri, haklara saygı duyan bir Türkiye ihtimalinden vazgeçmek anlamına gelmemelidir. İnsan haklarını göz ardı eden bir AB “olumlu gündemi”, AB değerlerine zıt bir şekilde Türkiye vatandaşlarını yüzüstü bıraktığında pek de pozitif değildir.