(İstanbul) – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yaptığı bir açıklamada Türkiye hükümeti'nin meclisteki Kürt yanlısı demokratik muhalefetin 13 milletvekilini hapse attığını ve Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı güneydoğu bölgesindeki 82 belediyenin seçilmiş başkanlarını görevden uzaklaştırarak ve hapsederek, bu belediyelerin yönetimine doğrudan el koyduğunu duyurdu. Demokratik yollarla seçilmiş yöneticileri hedef alan bu baskılar, sadece onların değil, onlara oy veren ve seçildikleri görevde kendilerine hizmet etmekle mükellef oldukları seçmenlerin de politik örgütlenme ve katılım haklarını ve ifade özgürlüklerini ihlal ediyor.
16 Nisan 2017'de Türkiye'nin geleneksel parlementer sistemini bir başkanlık sistemine dönüştürecek ve yetki ve gücün cumhurbaşkanlığı makamında toplanmasına yol açacak bir anayasa değişikliğinin oylanacağı bir referandum yapılacak. Ulusal ölçekte örgütlenmiş Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi'ne (HDP) ve onun bölgesel kardeş partisi, Demokratik Bölgeler Partisi'ne (DBP) karşı yapılan hamle, bu referandumun öncesinde geldi. Söz konusu anayasa değişikliği teklifi, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü, cumhurbaşkanlığı makamının yetki ve güç suistimallerine karşı koruyabilecek uygun kontrol ve denge mekanizmalarına yer vermediği için yaygın olarak eleştirilmişti. Her iki parti de cumhurbaşkanlığı yetkilerinin bu şekilde genişletilmesine karşı çıkıyorlar.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson "hükümetin son seçimlerde beş milyon oy almış bir siyasi partinin başkanlarını ve milletvekillerini hapse atması, Türkiye'nin demokrasisinde açılmış derin bir yaradır" şeklinde konuştu ve ekledi: "Bu kısıtların, ülkenin geleceği ile ilgili yaşamsal önemde bir tartışma sürerken getirilmiş olması ise bu rahatsızlığı ikiye katlıyor."
HDP'nin eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ve bu partinin 11 milletvekili, terör suçlarından tutuklu olarak yargılanıyorlar. Şubat ayında, terör propagandası yaptığı gerekçesiyle daha önce verilmiş bir mahkumiyet kararının kesinleşmesinin ardından, Yüksekdağ'ın önce milletvekilliği, daha sonra da parti üyeliği düşürüldü. Hükümet, Türkiye'nin güneydoğusunda, Demokratik Bölgeler Partisi tarafından kazanılmış 82 belediye'nin yönetimine el koydu ve bu belediyelerin demokratik olarak seçilmiş eş başkanlarını terör suçu şüphesiyle görevden uzaklaştırdı. Bunlardan 90'ı halen tutuklu olarak yargılanmayı bekliyor.
Milletvekillerinin tutuklanarak hapse atılmasını, 2016 Mayısında meclis tarafından onaylanan ve o tarih itibariyle haklarında fezleke düzenlenmiş bulunan 154 milletvekilinin dokunulmazlıklarını kaldıran, geçici bir Anayasa değişikliği mümkün kılıyor; bu milletvekillerinin 55'i HDP üyesi. Söz konusu değişiklik, Mayıs ayındaki meclis oylamasından sonra haklarında fezleke düzenlenen milletvekillerini kapsamıyor, bu milletvekillerinin dokunulmazlığı görevde kaldıkları sürece devam ediyor.
Dokunulmazlığın bir defaya mahsus olarak kaldırılması Avrupa Konseyi'nin anayasal konularda danışmanlık yapan organı Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ve Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi tarafından eleştirilmişti.
Dokunulmazlık oylaması öncesindeki dönemde, HDP milletvekilleri hakkındaki soruşturmalarla ilgili olarak savcılıklar tarafından meclise yollanan fezlekelerin sayısında ani bir artış olmuş, sadece oylamadan önceki bir ay içerisinde meclise 152 fezleke gönderilmişti.
Demirtaş ve Yüksekdağ ile partinin meclis grup başkan vekili İdris Balüken'le birlikte partinin altı milletvekili (Nursel Aydoğan, Gülser Yıldırım, Leyla Birlik, Selma Irmak, Ferhat Encü ve Abdullah Zeydan) 4 Kasım’da gözaltına alındı. Bu isimler çıkartıldıkları mahkemelerce aynı gün tutuklandılar. Üç gün sonra bir milletvekili daha, Nihat Akdoğan yakalandı ve hapsedildi. Takip eden aylarda dört milletvekili daha (parti sözcüsü Ayhan Bilgen, Meclis Anayasa Komisyonu üyesi Meral Danış Beştaş, Besime Konca ve Çağlar Demirel) hapse atıldı. Bu isimlerin hepsiyle ilgili olarak terör suçlarından dava açıldı. Başka HDP milletvekilleri de gözaltına alınarak, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldılar. Leyla Birlik ise 4 Ocak'ta yapılan ilk duruşmasında mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, parti başkanlarının ve milletvekillerinin hapse atılmasının partinin meclis çalışmalarına ve referandum öncesinde kendi kampanyasını düzenleme hakkına endişe verici bir müdahale anlamına geldiğini belirtiyor. Bu durum,1994 yılında Demokrasi Partisi milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını ve Leyla Zana, Orhan Doğan, Selim Sadak ve Hatip Dicle'nin bir kaç gün sonra terör suçlarından tutuklanarak, on sene hapiste tutulmalarını hatırlatıyor. Bu isimler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin adil olmadığına ve hak ihlali yapıldığına karar verdiği bir yargılama sonucunda silahlı örgüt üyesi olmak suçundan mahkum edilmişlerdi.
Hükümet, belediyelerin yönetimine el koymak ve belediye başkanlarını görevden uzaklaştırmak içinse Temmuz 2016'daki darbe girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal yetkilerini kullandı. Belediyeler Kanunu 1 Eylül tarihinde yayınlanan bir kanun hükmünde kararnameyle (674 sayılı KHK) terör örgütlerini desteklediğinden kuşkulanılan belediyelerin yönetimine el konulmasını mümkün kılacak şekilde değiştirildi. Demokratik Bölgeler Partisi'nin elindeki 103 belediyenin 82'sinin başkanı terör suçu şüphesiyle görevlerinden uzaklaştırıldı ve belediyelerin yönetimine hükümet tarafından atanmış yerel mülki amirler getirildi. Dört belediyede ise, başka partilerden başkanlar görevlerinden uzaklaştırıldı, ancak yetkililer bu belediyelerin her birinde seçilmiş diğer yerel temsilcilerin uzaklaştırılanların yerine geçmesine izin verdiler.
Her iki Kürt yanlısı partinin binlerce başka üyesi de hapsedildi. HDP'nin İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne verdiği bilgiye göre, 2016 Temmuz’undaki darbe girişiminin ardından, bu partinin aralarında il ve ilçe başkanlarının da bulunduğu 5471 yöneticisi gözaltına alındı, bunlardan 1482'si tutuklandı. Kardeş parti BDP ise İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne 2015 Temmuz'undan bu yana 3547 parti yöneticisinin tutuklandığı bilgisini verdi. Her iki partinin yöneticileri de, bu gözaltı ve tutuklamaların partinin yaklaşmakta olan referandum ile ilgili kampanya yürütme kabiliyetini sekteye uğrattığını söylediler.
Yetkililerin demokratik olarak seçilmiş yöneticilere yönelik bu eylemleri, Türkiye'nin uluslararası ve bölgesel insan hakları hukuku altındaki sorumluluklarına aykırılık teşkil ediyor ki bunların arasında Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış politik katılım hakkı, özgür seçim hakkı, ifade özgürlüğü hakkı ve örgütlenme ve toplanma özgürlüğü hakları sayılabilir.
Nisan ayında yapılacak referandum, Türkiye'nin bağımsız medyasının susturulduğu ve çoğunluğu hakkında henüz bir iddianame dahi hazırlanmamış 148 gazeteci ve medya çalışanının darbe girişiminden bu yana hapiste tutulduğu baskıcı bir ortamda gerçekleşecek. Hükümetin üç ayda bir uzattığı olağanüstü halin, referandum sonrasında, bir sonraki yenileme tarihi olan 19 Nisan'da, bir kez daha uzatılması bekleniyor.
Williamson "hükümetin Kürt yanlısı partilere uyguladığı baskı milyonlarca seçmeni meclisteki temsilcilerinden mahrum bırakıyor ve ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerindeki geniş bir kuşakta, insanları yerel temsilcilerinden de mahrum bırakıyor," diyor.
Kürt yanlısı iki partiye yönelik baskıların ayrıntıları aşağıda bulunabilir.
Milletvekillerinin Dokunulmazlıklarının Kaldırılması
20 Mayıs 2016'da Mecliste yapılan oylamayla kabul edilen Anayasa değişikliğiyle haklarında fezleke düzenlenmiş 154 milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Anayasanın 83/2 maddesi meclisin her bir milletvekili için ayrı ayrı işletilmesi gereken bir süreçte alınmış aksine bir meclis kararı olmadığı sürece, milletvekillerinin bir ceza soruşturması kapsamında tutulmasını, sorguya çekilmesini, tutuklanmasını ve yargılanmasını yasaklıyor. Yukarıda anılan değişiklikse bu maddeyi geçici bir süre için askıya alıyor.
Düzenleme tüm partilerin (normalde görevleri sürdüğü müddetçe dokunulmazlıkları devam eden) milletvekillerini kapsamakla birlikte, Halkların Demokratik Partisi (HDP) bu düzenlemeden orantısız bir şekilde etkilendi. Yukarıda anılan Anayasa maddesinin askıya alınması için verilen kanun teklifiyle birlikte sunulan gerekçe de bunu açıkça ortaya koyuyor:
Türkiye tarihinin en büyük ve kapsamlı terörle mücadelesini yürütürken, bazı milletvekillerinin seçilmeden önce ya da seçildikten sonra yapmış oldukları teröre manevi ve moral destek manasındaki açıklamaları, bazı milletvekillerinin teröre ve teröristlere fiili manada destek ve yardımları, bazı milletvekillerinin ise şiddet çağrıları kamuoyunda büyük infial meydana getirmektedir. Türkiye kamuoyu milletvekillerinden, her şeyden önce terörü ve teröristi destekleyen, şiddete çağrı yapan milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiğini düşünmekte, bu tür fiilleri olanların yargılanmasına Meclis tarafından izin verilmesini talep etmektedir. Böyle bir talep karşısında, Meclisin sessiz kalması düşünülemez. Nitekim, bir çok milletvekili, siyasi partilerin yöneticileri dokunulmazlık dosyalarının ele alınmasını ve dokunulmazlıkların kaldırılmasını talep etmiştir.
Diğer milletvekillerinin haklarında gelecekte düzenlenebilecek fezlekelerle ilgili olarak dokunulmazlıklarını muhafaza ediyor olması da, düzenlemeden etkilenen milletvekillerinin maruz kaldığı ayırımcı muameleyi vurgulayan bir husus.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 28 Temmuz 2015'te yaptığı bir konuşmada ve sonraki aylarda, hükümetin yukarıda anılan değişiklik teklifini vermesinden önce yaptığı müteakip konuşmalarda, HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını önermiş, bir çok farklı vesileyle de milletvekillerini yargılamayı, partilerinin toptan kapatılmasına bir alternatif olarak gördüğünü söylemişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi daha önce bir çok kez, Türkiye'de sık sık yaşanan parti kapatmalarının Avrupa Sözleşmesinin 11. Maddesi ile güvence altına alınmış örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği yönünde kararlar vermişti.
HDP'nin avukatları İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne Mayıs 2016'dan hemen önceki aylarda HDP'li milletvekilleri ile ilgili olarak savcılıklar tarafından Meclis'e gönderilen fezlekelerin sayısında belirgin bir artış görüldüğünü anlattı. Fezlekelerde anılan suçlar arasında terör propagandası yapmak, silahlı örgüt üyesi olmak, devlete hakaret etmek, cumhurbaşkanına hakaret etmek ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek gibi suçlar var.
2007 ile 24 Aralık 2015 arasındaki sekiz yıllık dönemde Meclise Kürt yanlısı siyasi partilerin milletvekilleriyle ilgili olarak 182 fezleke yollanmışken, Aralık 2015 ile Mayıs 2016 arasındaki beş aylık dönemde 328 fezleke yollandı, bunların 152'si ise hükümetin anayasa değişikliği teklifini sunması ile, teklifin 20 Mayıs tarihinde yapılan son oylaması arasında geçen son bir aylık dönemde gönderildi. HDP'li milletvekilleri hakkında toplam 510 fezleke ile 645 ayrı suçtan soruşturma açma izni talep edildi; buna mukabil meclisteki diğer üç partinin milletvekilleri için meclise toplam 294 fezleke gönderildi.
Anayasa değişikliği ile HDP'nin Meclisteki 59 milletvekilinden 55'inin, anamuhalefet Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 134 milletvekilinden 59'unun, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) 316 milletvekilinden 29'unun, muhalefetteki Milleytçi Hareket Partisinin 40 milletvekilinden 10'nun ve bir bağımsız milletvekilinin dokunulmazlıkları kaldırıldı.
Anayasa Mahkemesi HDP ve bazı CHP milletvekillerinin anayasa değişikliğinin iptali için yaptıkları başvuruyu reddetti. HDP ve bireysel olarak bazı HDP'li milletvekilleri konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıdılar.
Milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması Avrupa Konseyi'nin anayasa konularındaki danışma organı Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri ve Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi İzleme Komitesi tarafından eleştirildi. Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi 2016 Haziran’ında aldığı bir kararda "Türkiye'deki demokratik kurumların işleyişi" hakkında şunları söyledi:
Tüm siyasi gruplardan milletvekillerini ilgilendiriyor olsa da Meclis bu kararın muhalefet partilerini orantısız bir şekilde etkilediğini, muhalefet partilerinden bazı milletvekillerinin yaptıkları açıklamalar nedeniyle terör suçlamalarıyla karşı karşı kaldığını endişeyle not eder.
Venedik Komisyonu 14 - 15 Ekim 2016 tarihlerinde yapılan 108. Genel Oturumunda kabul ettiği "Anayasa'nın 83. Maddesinin İkinci Fıkrasının Askıya Alınması Hakkında Görüş (Yasama Dokunulmazlığı)" başlıklı kapsamlı mütaalada şu sonuca vardı:
...söz konusu Milletvekillerinin dokunulmazlıkları iade edilmelidir. Venedik Komisyonu’na göre, Türkiye’deki mevcut durumda yasama dokunulmazlığı meclisin işlemesinin temel güvencesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir kurucu iktidar olarak, dokunulmazlığın gelecekteki dosyalara ilişkin koruyarak bu durumu teyit etmiştir. Türkiye yargısındaki mevcut durum gözetildiğinde, dokunulmazlıkların kaldırılması için olabilecek en kötü zaman seçilmiştir.
Venedik komisyonu, devamen, dokunulmazlığın belli bir grup milletvekilini etkileyecek şekilde kaldırılmış olmasını da eleştirerek, bunun eşitlik ilkesini ihlal ettiğini belirtti:
80. 12 Nisan 2016 tarihli Anayasa Değişikliği [teklifi] Meclis’te halihazırda bekleyen fezlekelerle ilgili 139 milletvekili hakkında ‘tek seferlik’ geçici ve şahsa yönelik bir düzenlemedir. Kurucu iktidar yetkisini kullanarak TBMM Anayasa’nın 83 ve 85. Maddelerinde yer alan dokunulmazlık rejimini gelecekteki dosyalar bakımından muhafaza etmiş, ancak genel bir dil kullanmakla birlikte kimlikleri bilinen kişilerle ilgili belli fezlekeler bakımından bu rejime istisna getirmiştir. Bu durum anayasa değişikliği prosedürünün kötüye kullanılmasıdır.
81. Söz konusu milletvekilleri hakkındaki fezlekelerin tek tek ele alınmasının fazla uzun süreceği ve TBMM’nin gündemini gereksiz yere işgal edeceği argümanı ikna edici değildir. Dokunulmazlıkların kaldırılması usulünü basitleştirmek yerine, mevcut karmaşık sistem muhafaza edilmiş ancak 139 milletvekili bakımından istisna uygulanmıştır. TBMM’nin iş yükü, bu milletvekilleri hakkındaki fezlekelerin Değişikliğin kabulünden önce ve sonra Meclise gelen tüm dosyalardan ayrı tutulmasına gerekçe gösterilemez. Bu uygulama eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. Komisyon’a göre, Türkiye’de yasama dokunulmazlığı sistemi zayıflatılmamalı, aksine, özellikle Milletvekillerinin ifade özgürlüğünü güvence altına alacak şekilde güçlendirilmelidir.
Milletvekillerinin Tutuklanarak Hapse Atılması
Venedik Komisyonu mütaalasını yayınladığında, dokunulmazlıkların kaldırılmasının sonuçlarının tam olarak ne olacağı henüz bilinmiyordu. HDP'li milletvekillerinin ve eş başkanların tutuklanması Komisyon'un raporunun yayınlanmasından üç hafta sonra başladı. Diğer partilerden hiç birinin milletvekilleri hapse atılmadı ancak dokunulmazlıkları kaldırılan bazıları savcılıklar tarafından sorgulandılar.
Yüksekdağ'ın Kasım 2013'te bir militanın cenaze törenine katılması ve bu sırada kalabalıktan bazı kişilerin slogan atması sebebiyle yargılandığı davada terör örgütü propagandası yapma suçundan verilen mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından 22 Eylül 2016 tarihinde onandığının hükümet tarafından meclis başkanlığına bildirilmesinin ardından, Yüksekdağ'ın milletvekilliği 21 Şubat’ta düşürüldü.
Hükümet terör suçu nedeniyle aldığı mahkumiyet sebebiyle Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin Meclis Genel Kurulu tarafından düşürülmesini istedi. Anayasanın 76. Maddesi'ne göre, bu mahkumiyet Yüksekdağ'ın milletvekili olarak seçilme hakkını kaybetmesine yol açıyor. 9 Mart'ta ise Yargıtay Başsavcılığı, HDP'ye söz konusu mahkumiyet nedeniyle Yüksekdağ'ın parti üyeliğinin de düştüğünü bildirdi. Her iki adım da HDP tarafından, iki nedenle ağır bir şekilde eleştirildi. İlk olarak, Yüksekdağ hakkında mahkumiyet kararı verilen davanın, savcılar tarafından dokunulmazlıkların kaldırılması için meclise gönderilen fezlekeler arasında bulunmadığı söyleniyor. İkincisi, parti üyeliğinin düştüğünün bildirilmesi, Yargıtay Başsavcılığı'nın yasal olarak belirlenmiş görevleri arasında bulunmuyor. HDP bu nedenlerle Yüksekdağ'ın sert ve ayrımcı muameleye maruz bırakıldığını iddia ediyor.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları komiseri Nils Muiznieks de, dokunulmazlıkların 2016 Mayıs’ında kaldırılmış olmasını, Şubat 2017'de yayınlanan "Türkiye’de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğüne ilişkin memorandum"da, sert bir dille kınadı ve HDP milletvekillerinin hapse atılmasının anlamı ve sonuçları hakkında şu yorumda bulundu:
Komiser, bugünkü iklimde, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ve akabinde milletvekillerinin gözaltına alınmalarının ve tutuklanmalarının sadece milyonlarca seçmeni oy haklarından mahrum etmediği, aynı zamanda bütün Türk halkına had safhada tehlikeli ve korkutucu bir mesaj gönderdiği ve insan haklarına ilişkin olan da dahil olmak üzere demokratik tartışma alanını çok ciddi bir biçimde daralttığı görüşündedir.
Milletvekillerinin Ceza Davalarında Yargılanması
İnsan Hakları İzleme Örgütü 11 HDP milletvekili hakkında hazırlanan iddianameleri ve bu milletvekilleri hakkında verilen tutuklama kararlarını inceledi. İddianamelerde sunulan kanıtlar, bölücülük veya silahlı örgüt üyeliği suçlamalarını makul olarak destekleyebilecek eylemlerden ziyade, politik konuşmalardan oluşuyor. İddianamelerde milletvekillerine yüzlerce yıl hapis cezası almalarına yol açabilecek suçlar atılıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün bir temsilcisi İdris Balüken'le serbest bırakıldığı kısa süre zarfında konuştu ve Diyarbakır'da Çağlar Demirel'in yargılandığı ve tutukluluğunun devamına karar verildiği bir duruşmayı izledi. Her ikisi de Diyarbakır milletvekililer.
HDP eş başkanı ve İstanbul Milletvekili Selahattin Demirtaş 4 Kasım’da gözaltına alındı ve tutuklanarak 26 Nisan'da yapılacak ilk duruşmasını beklemek üzere cezaevine kondu. 11 Ocakta düzenlenen 500 sayfalık iddianamede Demirtaş'a şu gibi suçlar yöneltiliyor: silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapmak, suçu ve suçluyu övmek, halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme, halkı kanunlara uymamaya tahrik etme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme, bunların hareketlerine katılma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, suç işlemeye alanen tahrik etme, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma. Suçlu bulunması halinde, Demirtaş'a 142 yıla kadar hapis cezası verilebilir.
İddianamenin büyük bir kısmında Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK/KCK) tarihi anlatılıp, örgüt yapısına ilişkin iddialar dile getirilse de, Demirtaş aleyhine sunulan kanıtlar büyük ölçüde yaptığı konuşmalardan müteşekkil. Buna ilaveten sayfalarca süren telefon ve ortam dinlemesi kayıtları, Diyarbakır'daki bir sivil toplum platformu olan ve savcının PKK'nin bir parçası olduğunu iddia ettiği Demokratik Toplum Kongresi ile Demirtaş arasındaki bağlantıya kanıt olarak sunuluyor, ancak bu bilgilerden hiç biri suç teşkil eden bir eylemin yakınından dahi geçen herhangi bir şeye işaret edermiş izlenimi vermiyor.
Sunulan kanıtlar arasında HDP tarafından 6 Ekim 2014 tarihinde yapılan ve IŞİD'in Suriye'nin kuzeyindeki Kobani kasabasına düzenlediği saldırı karşısında Türkiye hükümetinin gösterdiği yaklaşımı protesto etme çağrısında bulunan bir açıklama da yer alıyor. Savcı bu açıklamayı silahlı kalkışmaya tahrik olarak tanımlıyor ancak açıklamada protestolarda şiddet yöntemlerinin kullanılmasına yönelik bir davet yok. İddianame, tüm Güneydoğu'da 50'ye yakın kişinin ölümü ve çok sayıda özel mülkün tahrip edilmesi ile biten protestoların sonuçlarını ayrıntılı bir şekilde listeliyor. Bu ölümlerin ve suç teşkil eden eylemlerin ne şekilde gerçekleştiğini araştırmak, sorumlulularını tespit etmek ve adaletin karşısına çıkartmak yetkililerin görevi olmakla birlikte, söz konusu şiddetin HDP'nin protesto çağrısının bir sonucu olarak ortaya çıktığını, ya da HDP'nin yaptığı çağrının sonrasında yaşanan şiddet olaylarını öngörmesinin makul olarak beklenebileceğini gösteren bir kanıt yok. İnsan Hakları İzleme Örgütü, ayrıca, HDP'nin 6-8 Ekim olaylarından bir kaç gün sonra ölümlerin ne şekilde gerçekleştiğinin tespit edilmesi için meclis araştırması önergesi verdiğini, ancak bu önergenin iktidar partisi ve muhalefetteki MHP tarafından reddedildiğini de not eder.
Demirtaş hakkında, yaptığı ve farklı iddianamelere konu olmuş konuşmaları nedeniyle sürmekte olan bir çok dava var, ancak bu davalarda kendisi hakkında tutuklama kararı verilmiş değil.
Venedik Komisyonu, dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili verdiği mütalaada milletvekilleri hakkında düzenlenmiş fezlekelerin önemli bir kısmının bu milletvekillerinin yaptıkları siyasi içerikli konuşmalar hakkında olmasını özellikle kaygı verici bulduğunu vurgulamıştı:
Ayrıca, bu istisna ile ilişkili fezlekelerin çoğu milletvekillerinin ifade özgürlüğü ile ilgilidir. Milletvekillerinin ifade özgürlüğü demokrasinin temel unsurudur. Milletvekillerinin ifade özgürlüğünün geniş tutulması gerekir ve Meclis dışında konuştuklarında da bu korumadan yararlanmalıdırlar. Bölgesel özyönetim gibi şiddet içermeyen siyasi amaçlara şiddet içermeyen yollarla ulaşmaya çalışmak ceza yargılamasının konusu olamaz. Rahatsız edici ifadelerin (Cumhurbaşkanına, kamu görevlilerine, Millete, Cumhuriyete vb. karşı söylemler) genel olarak hoş görülmesi gerekir ancak özellikle milletvekilleri tarafından ifade edildiğinde hoşgörüyle ele alınmalıdır. İfade özgürlüğüne getirilecek kısıtlamaların dar yorumlanması gerekir. Ancak şiddet çağrıları içeren veya şiddetin faillerini doğrudan destekleyen ifadeler ceza yargılamasına yol açabilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadı Türkiye’nin ifade özgürlüğünü güvence altına alma konusunda problemli olduğunu göstermektedir, özellikle de terör propagandası olarak görülen davalarda. Bunun nedeni kısmen, Türk Ceza Kanunu’nun 216, 299, 301 ve 314. Maddeleri ile ilgili Mart 2016 tarihli CDL-AD(2016)002 Sayılı Görüş’te de açıklandığı üzere, Ceza Kanunu’nun bazı hükümlerinin kapsamının fazla geniş olmasıdır. Bu durum ifade özgürlüğünü genel olarak tehdit ederken özel olarak milletvekillerinin de ifade özgürlüğünü görünür şekilde tehlikeye atmaktadır.
Demirtaş'a yöneltilen, Kobani olaylarından sorumlu olmak gibi suçlamaların benzerleri, hapsedilen diğer HDP milletvekillerine de yöneltildi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü İdris Balüken'le 14 Şubat günü konuştu. Kendisi 30 Ocak’ta mahkemenin tarafından serbest bırakılmıştı, ancak 21 Şubat'ta yeniden tutuklandı. Balüken hakkında düzenlenen iddianamede kendisine şu suçlar atılıyor: silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapmak, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, devletin birligini ve ülke bütünlüğü bozma. Balüken, suçlu bulunması halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alabilir. Savcılığın Balüken aleyhine sunduğu kanıtlar, beş konuşmadan ve Balüken'in savcının PKK/KCK'nın talimatıyla düzenlendiğini iddia ettiği üç gösteriye ve iki militan cenazesine katılmış olmasından müteşekkil.
Balüken HDP'nin referandum öncesinde ciddi bir kampanya başlatmasına engel teşkil eden en önemli kısıtları şöyle anlattı:
Referandum dönemindeyiz ve biz mecliste grubu olan ve eş başkanları hapise atılmış bir muhalefet partisiyiz. Nisan ayında oylanacak anayasa değişiklikleri meşru değiller, çünkü meclisteki bir muhalefet partisi olarak yasaların bize verdiği haklarımızı ve yetkilerimizi kullanamadık ki bu demokratik ülkelerde temel bir ilkedir. Bir de 70'ten fazla belediye başkanımızın ve binlerce parti yöneticimizin ve üyemizin hapiste tutulduğunu ve olağanüstü hal koşullarında medya ve sivil toplum üzerinde ağır bir baskı olduğunu düşünürseniz, böyle bir ortamda anayasa değişikliğini tartışmanın hiç bir meşruiyeti kalmaz. Bir demokraside muhalefet liderlerinin hapiste tutulması nasıl kabul edilebilir?
Balüken hapishane koşullarını da şu şekilde anlattı:
Üç aya yakın bir süre tecrit edildim. Üç ay boyunca sadece üç kez diğer mahkumlarla görüşmeme izin verildi. Bir defasında Diyarbakır Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı'yla, bir defasında Dersim Belediye Eş Başkanı Mehmet Ali Bul'la, bir defasında da ikisiyle aynı anda.
Hükümetin Belediye Yönetimlerine El Koyması; Belediye Başkanları'nın Görevden Uzaklaştırılması ve Hapsedilmesi
Olağanüstü Hal koşullarında Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu ülkeyi normal yasama süreçlerini işleterek yönetebileceği gibi, Kanun Hükmünde Kararnameler çıkartarak da yönetebiliyor. 23 Temmuz'dan bu yana yayınlanan 19 KHK'da kamu çalışanlarının görevden çıkartılması, dernek ve medya kuruluşlarının kapatılması ve çok sayıda yasada, öncesinde meclis incelemesine tabi olmaksızın değişiklik yapılması gibi idari kararlar yer alıyor. Türkiye'nin Anayasa Mahkemesi henüz bu kararnamelerin içeriğinin anayasaya uygunluğu ya da uygunsuzluğu ile ilgili bir karar vermiş değil.
1 Eylül 2016'da yayınlanan 674 sayılı KHK Belediyeler Kanununu değiştirerek, terör örgütünü desteklediğinden şüphelenilen, ya da bu nedenle başkanı görevden uzaklaştırılmış belediyelerin yönetimine, İçişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından atanan valiler tarafından el konulmasını mümkün kıldı. Görevinden uzaklaştırılan belediye başkanı'nın yerine hükümet tarafından atanan kişiye, ki bu genellike kaymakam veya daha büyük belediyelerde vali oluyor, medyada "kayyum" deniyor. Oysa bu terim bir adlandırma hatası içeriyor ve hukuken belediyeler gibi kamu tüzel kişiliklerinde değil, sadece özel şirketlerde söz konusu olan bir uygulamaya işaret ediyor. 11 Eylül'de İçişleri Bakanlığı 28 Belediye'nin yönetimine el konduğunu açıkladı. Bunlardan 24'ü PKK'ye destek vermekle suçlanan ve Demokratik Bölgeler Partisine ait belediyelerdi. Diğer dördü ise Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) denilen yapıya destek vermekle suçlanıyor, bunlardan üçü Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP), biri ise Milleytçi Hareket Partisi'ne (MHP) ait belediyeler. DBP'ye yönelik belediyelerin tamamında, görevden uzaklaştırılan belediye başkanınının yerine, söz konusu il ve ilçelerde görev yapan vali ve kaymakamlar getirildi. Diğer dördünde ise, görevden alınan belediye başkanının yerine, seçilmiş belediye meclislerinden bir üye getirildi ve bu sayede yerel düzeydeki demokratik hesap verebilirlik ilkesi muhafaza edildi.
674 sayılı KHK, Demokratik Bölgeler Partisi'nin 2014 yerel seçimlerinde 103 başkanlık kazandığı güneydoğu ve doğu bölgelerindeki belediyeleri bariz bir şekilde hedef alan bir sürecin başlangıcıydı. 17 Mart itibariyle hükümet bu 103 belediyenin 82'sinin eş başkanlarının görevden alınması talimatını verdi ki bunlara Diyarbakır, Mardin ve Van gibi büyük şehirlerin belediyelerin yönetimlerinin Ankara tarafından atanmış valiler ve kaymakamlar tarafından devralınması da dahil.
Seçilmiş belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmasının ve değiştirilmesinin gerçekleşme biçimleri değişiklik gösteriyor. Bazıları, terörle mücadele kanunda belirlenmiş suçları işledikleri şüphesiyle görevden uzaklaştırılıp, tutuklanarak hapse atıldılar ve yerlerine hemen hükümet tarafından atama yapıldı. Bazıları da görevden uzaklaştırılıp, yerlerine atama yapıldı ve sonradan tutuklandılar. Bu satırlar yazılırken toplam 90 belediye eş başkanı tutuklu olarak hapiste bulunuyordu. Demokratik Bölgeler Partisi'ne göre, hükümet DBP'li belediyelerin yönetimine el koyduktan sonra, tüm ilçelerde belediyeler tarafından işletilen aile içi şiddete mağdurlarına destek veren kadın merkezleri, kreşler, kültür merkezleri gibi yerel hizmet birimleri herhangi bir açıklama yapılmadan kapatıldılar.
Belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılmaları teorik olarak geçici bir önlem. Belediye başkanlarının cezai dokunulmazlıkları yok ve Türk Ceza Kanunun 53 maddesine göre terör suçlarından mahkumiyet almaları ve mahkumiyetlerinin yargıtay tarafından onanması durumunda belediye başkanlığı gibi seçime tabi hizmetlerde istihdam edilmekten otomatikman yoksun bırakılıyorlar. 2014 yerel seçimlerinde seçilmiş hiç bir belediye başkanı hakkında şu ana kadar kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı verilmiş değil.
İnsan Hakları İzleme Örgütü biri görevden uzaklaştırılmış, diğeri ise görevden uzaklaştırılıp hapse atılmış ve sonradan serbest bırakılmış iki belediye eş başkanıyla ve görevden uzaklaştırılarak hapse atılmış iki belediye eş başkanının da avukatlarıyla görüştü.
Siyasal yaşamda ve Kürt siyasal hareketinde tanınmış bir isim olan, eski milletvekili, 74 Yaşındaki Ahmet Türk, 2014 yerel seçimlerinde %52 oyla Mardin Büyük Şehir Belediyesi'nin eş başkanı olarak seçilmişti. 16 Kasım’da görevden uzaklaştırılmasının ardından, Belediyenin yönetimine 18 Kasım’da Mardin Valisi atandı. Türk 21 Kasım’da gözaltına alındı ve 24 Kasım’da tutuklanarak hapse konuldu. 3 Şubat'ta ise serbest bırakıldı, hakkında henüz bir iddianame hazırlanmadı. İnsan Hakları İzleme Örgütü'yle 15 Şubat günü yaptığı görüşmede şunları söyledi:
Bu hukuki bir süreç değildi. Mardin Büyük Şehir Belediye'sine kayyum atamak, referandum ve Kürtlerin Ortadoğu’daki mevcut konumlarıyla bağlantılı tamamen siyasi bir karardı. Yetkililer bizler hakkında binlerce suç uydurdular. Benim davamda henüz bir iddianame yok. Bizi sorguladıklarında, PKK'ye para verdiğimizi iddia ettiler, ancak yaptığımız havalelerin tamamı belediye işçilerinin maaş ödemeleriydi.
Zaten Başbakanlık müfettişleri tarafından dört defa denetlenmiştik. Aslında bir çeşit denetleme olurdu her iki ayda bir. Hiç bir şey bulamadılar. Ama şimdi bizi suçladıkları şeylere bir bakın: görev suistimali, devlete hakaret, terör örgütüne destek, terör finansmanı.
Belediyenin yönetimine el koyduktan sonra belediyede çalışan 200 kamu görevlisinin işine son verdiler, eğer Mardin'in ilçelerini de sayacak olursanız 470 kişinin. Bölgemizdeki belediyelerin kayyumlara devri, onların fikirlerini, siyasetini, kimliklerini baskı altına almak içindir. Bizi PKK'ye kucak açmakla ve uydurdukları başka şeylerle suçluyorlar. Bu, bizi sindirmeyi hedefleyen tipik bir politika.
Ahmet Türk hapishane koşullarını da şu şekilde anlattı.
50 gün Silivri Cezaevinde, 23 gün de Elazığ Cezaevinde kaldım. Kalbimde pil olduğu için beni diğerleri gibi tek başıma bir hücrede tutmadılar. Elazığ Cezaevinde avukatlarımla yaptığım görüşmeleri filme aldılar ve kaydettiler ve yanımızda da hep bir gardiyan bulundu. Silivri Cezaevinde bir çok mahkumun, özellikle de Gülenci tutukluların avukatlarıyla yaptıkları görüşmeler filme alınıyordu ama, avukatlarımla benim yaptığım gibi görüşmelerin de kaydedilip kaydedilmediğini anlayamadım.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye'sinin eş başkanları Gülten Kışanak ve Fırat Anlı, Mart 2014'de %55 oy alarak seçildiler ve her ikisi de 30 Ekim’den bu yana tutuklu oarak hapiste bulunuyorlar. İçişleri Bakanlığı, tutuklanmalarının ertesi günü her ikisini de görevden aldı ve 1 Kasım günü, Ankara'nın bir ilçesi olan Etimesgut'un kaymakamını onların yerine atadı. Atanan görevli, atandığı günden bu yana belediye meclisini bir kez dahi toplamadı.
Gülten Kışanak Türkiye'nin batısındaki Kocaeli'nde Kandıra F tipi cezaevinde tutuluyor. 11 Kasım 2016 tarihinde hazırlanan iddianamede Kışanak'a isnad edilen suçlar arasında 41 kez terör örgütü propagandası yapmak, izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılmak ve silahlı terör örgütü yöneticiliği yapmak da bulunuyor. Suçlu bulunması halinde Kışanak, 230 yıl hapis cezası alabilir. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün gördüğü iddianame bir çok sivil toplum örgütünü kapsayan ve savcılık tarafından PKK/KCK'nın bir parçası olduğu iddia edilen Demokratik Toplum Kongresi ile Kışanak arasında olduğu iddia edilen bağlantıya odaklanıyor. İddianame ayrıca çok sayıda siyasi konuşmaya atıf yapıyor. Belediyenin cenaze hizmeti vermesi ve cenazeleri mezarlığa taşımak için araç tahsis etmesi sebebiyle, cenazeleri belediye araçlarıyla taşınan silahlı militanların tabutlarında PKK simgeleri ve bayraklarının bulunmasından Kışanak sorumlu tutuluyor. İddianamede Kışanak'ın silahlı bir terör örgütü yöneticisi veya üyesi olduğu veya terörizm olarak tanımlanabilecek herhangi bir eylemde bulunduğu suçlamalarını destekleyebilecek makul bir kanıt sunulmuyor.
Diyarbakır Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı, Elazığ Cezaevinde tutuluyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün gördüğü iddianame, yaptığı konuşmalarla terör örgütü propagandası yapma ve silahlı militanların cenazeleri için cenaze aracı tahsis etme gibi, Kışanak'ınkine benzer suçlamalar içeriyor. Anlı ayrıca silahlı bir çatışma sırasında bir askerin öldürülmesiyle ilgili olarak da suçlanıyor ve buna kanıt olarak olayın gerçekleştiği köyü ziyaret etmesi gösteriliyor. Ancak Anlı'nın avukatları Anlı'nın ziyaretiyle 2015 Kasım’ında yaşanan çatışma arasında herhangi bir bağ olmasının imkansız olduğunu, zira Anlı'nın olay mahaline yaptığı ziyaretin olaydan bir yıl önce, 2014 senesinde gerçekleştiğini söylediler. Suçlu bulunması halinde Anlı 121 yıl hapis cezası alabilir.
Zuhal Tekiner Silvan Belediyesi'nin eş başkanıyken, 11 Eylül 2016 tarihinde kendisinin yerine ilçe kaymakamı kayyum atandı. Diyarbakır ilçelerden Silvan Belediyesi 674 sayılı KHK ile yönetimine el konulan 28 Belediyeden biri.
Tekiner daha önce belediye meclisi üyeliği ve belediye başkanı yardımcılığı yapıyordu. Bir basın toplantısında yerel yönetimin daha büyük bir otonomi ile işletileceğini vurgulamak amacıyla "özyönetim" ilan edilmesi üzerine belediye başkanı Yüksel Bodakçı'nın 2015 Ağustos’unda tutuklanmasının ardından, Tekiner eş başkan seçilmişti. Bodakçı 2016 Mart’ında serbest bırakıldı ancak Tekiner eş başkan olarak görevine devam etti. Tekiner yetkililerin Silvan Belediyesine el koyduğu günü İnsan Hakları İzleme Örgütüne şöyle anlattı:
Polis belediye'ye 11 Eylül sünü sabah saat yedide girdi, binada arama yaptı, bilgisayarlarımızı ve belgelerimizi alıp götürdü. O sırada binada değildik. Ben hemen partimizin Diyarbakırda'ki İl Başkanlığı'na gittim ve orada yaşananları reddeden bir basın açıklaması yaptık. Sonra Silvan'a döndük ve bir kahvede kriz masası oluşturduk.
Hakkımda bir sürü suçtan açılmış onlarca soruşturma var. Mesela militanlar için üzerinde PKK ile bağlantılı semboller olan mezar taşları dikilmesinden bizi sorumlu tutuyorlar. Oysa o mezar taşları biz göreve gelmeden önce de oradaydı ve her halükarda mezar taşlarından belediye sorumlu değil. Ben ayrıca belediye'ye ait dükkanları düşük fiyatla kiraya vermek, militan cenazelerinde terör örgütü propagandası yapmak, bir gazeteciye röportaj vermek, sosyal medyada yaptığım paylaşımlar gibi şeylerle de suçlanıyorum. Sürmekte olan 10 davam var. Üç davadan ise beraat ettim. Müfettişler belediyeyi onlarca defa denetlediler ve o denetimlerin hiç birinde somut bir şey bulamadılar.
Kayyım devraldıktan sonra, kadın merkezi, kreş gibi bir çok belediye hizmeti kapatıldı. Belediyede çalışan 73 kişi işten çıkartıldı ve yerlerine çoğunlukla da AKP veya Hüda-Par [İslamcı bir siyasal parti] ile bağlantılı kişiler işe alındı. Silvan halkı bizim başımıza gelenlere üzülüyor, ama asıl mağdur olanlar onlar. Düşünün yani, siz kendi yerel temsilcilerinizi seçiyorsunuz, sonra verdiğiniz oy hiçe sayılıyor. Ben de bir seçmenim ve bunu kabul edilemez buluyorum. Korku her yerde ve insanlar bu baskıcı ortamda kendi komşulardan bile korkuyor.