Mayıs 2023'te eş zamanlı olarak yapılan milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini Adalet ve Kalkınma Partisi liderliğindeki Cumhur İttifakı ile Recep Tayyip Erdoğan'ın yeniden kazanmasıyla, medya ve mahkemeler üzerinde güçlü bir kontrolün tesis edildiği, iktidarı eleştirdiği düşünülen ve siyasi muhalif olarak görülen kişilerin düzenli olarak ve keyfi bir şekilde cezalandırıldığı otoriter düzen daha da güçlendi. 28 Mayıs'ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda oyların yüzde 52,2'sini alan Erdoğan, Ana Muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından aday gösterilen ve diğer muhalefet partilerinden oluşan bir ittifak tarafından da desteklenen rakibi Kemal Kılıçdaroğlu'nu geride bırakarak, üçüncü kez cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.
6 Şubat'ta meydana gelen ve Türkiye'nin güneydoğu illeri ile Suriye'nin kuzeybatısını etkileyen iki yıkıcı deprem, Türkiye'de 50.000'den fazla kişinin ölümüne, en az 100.000 kişinin yaralanmasına, yüz binlerce kişinin evsiz kalmasına ve yerlerinden olmasına yol açtı. Türkiye İstatistik Kurumu'nun Ekim ayı itibariyle yıllık bazda yüzde 61 olarak tahmin ettiği son derece yüksek fiyat enflasyonu ile birlikte, hayat pahalılığı krizi de tüm hızıyla devam etti.
İfade Özgürlüğü
Erdoğan hükümetinin medyanın büyük bir bölümünü kendi kontrolünde tutması, özellikle seçim yılında daha da önem kazandı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi öncülüğündeki uluslararası seçim gözlem heyeti, iktidar koalisyonunun seçim kampanyası sırasında "medyanın yanlı yayın yapması başta olmak üzere haksız bir avantaja sahip olduğunu" kayda geçirdi. Gözlemciler, TRT gibi kamuya ait yayın kuruluşlarının "açıkça iktidar partilerini ve adaylarını kayırdığını" ve toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüklerine yönelik süregelen kısıtlamaların da "bazı muhalif siyasetçilerin ve partilerin, sivil toplumun ve bağımsız medyanın seçim süreçlerine katılımını engellediğini" vurguladılar.
Hükümete yakın Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), başta Halk TV olmak üzere hükümete eleştirel yaklaşan az sayıdaki televizyon kanalına düzenli olarak keyfi para cezaları kesiyor. RTÜK, aynı şeyi seçim döneminde söz konusu kanallarda yayınlanan bazı yorumlar için de yaptı. Ceza ve yaptırım uygulanan kanallar arasında Tele 1 de bulunuyor. Bu kanalın genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ, 27 Haziran'da bir televizyon yayını sırasında PKK'nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan'la ilgili yaptığı, kışkırtıcı olmayan yorumlar bahane edilerek tutuklandı. "Terör örgütü propagandası yapmak" ve "suçu ve suçluyu övmek" suçlamalarıyla yargılanan Yanardağ, 4 Ekim'de görülen ilk duruşmasında tahliye edildi, ancak aynı duruşmada suçu sabit görülerek, 30 ay hapis cezasına da çarptırıldı. Yanardağ kararı temyize götürdü. Buna ilaveten Tele 1 kanalına da, Yanardağ'ın yorumları nedeniyle Ağustos ayında, daha önce örneği görülmemiş, yedi günlük bir yayın durdurma cezası verildi.
Türkiye'de bağımsız medya esas olarak çevrimiçi platformlar üzerinden faaliyet gösteriyor. Yetkililer sık sık eleştirel içerikli çevrimiçi paylaşımların veya bakanlar, cumhurbaşkanı ve yargı mensupları ile ilgili olumsuz haberlerin kaldırılmasına karar veriyorlar. Gazeteciler, Türkiye'nin Terörle Mücadele Kanunu'nu kapsamındaki suçlarla birlikte, hakaret suçlarından da kovuşturuluyorlar ki yaygın olarak kullanılan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) ifade özgürlüğü hakkıyla bağdaşmadığını belirttiği "cumhurbaşkanına hakaret" suçlaması bunların başında geliyor. Bu satırlar yazıldığı sırada en az 43 gazeteci ve medya çalışanı gazetecilik faaliyetleri veya medya ile ilişkileri nedeniyle terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde bulunuyordu. Hükümet, Ekim 2022'de geçirilen bir dizi mevzuat değişikliği ile internet sansürünü önemli ölçüde genişletmişti.
Kürt gazeteciler orantısız bir şekilde hedef alınıyor. Diyarbakır'da "terör örgütü üyeliği" ile suçlanan 18 Kürt gazeteci ve medya çalışanının yargılandığı bir davada, 15 kişi 13 ay tutuklu kaldıktan sonra Temmuz ayında yapılan ilk duruşmalarında tahliye edildiler. 11 Kürt gazetecinin yargılandığı Ankara'daki bir davada ise 9 kişi 7 ay tutuklu kaldıktan sonra Mayıs ayında yapılan ilk duruşmada tahliye edildiler. Her iki dava da bu satırların yazıldığı sırada devam ediyordu.
Örgütlenme ve Toplanma Özgürlükleri
Hükümetin 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminden sorumlu tuttuğu ve bir terör örgütü sayarak Fethullahçı Terör Örgütü, FETÖ adıyla andığı, ABD'de yaşayan din adamı Fethullah Gülen'in liderliğindeki hareketle bağlantılı oldukları iddia edilen on binlerce kişi, terörle mücadele yasası kapsamındanki suçlardan adil olmayan yargılamalara maruz kalmaya devam ediyor. Çok sayıda insan, kamu görevlerinden ve yargıdan kitlesel olarak ihraç edilmelerinin ardından, etkili bir hukuk yolu olmaksızın uzun süreli ve keyfi hapis cezalarıyla karşı karşıya kaldı. Adalet Bakanı, Ağustos ayında yaptığı açıklamada cezaevlerinde 15.050 tutuklu ve hükümlü FETÖ mensubunun bulunduğunu bildirdi.
Milli İstihbarat Teşkilatı, hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu ülkelerdeki yetkililerle işbirliği yaparak, Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddia edilen kişilerin kaçırılıp Türkiye'ye teslim edilmesini organize etmeyi, Mayıs ayında yapılan seçimlerinden sonra da sürdürdü. Emsal Koç ile Koray Vural'ın Temmuz ve Eylül aylarında kaçırılmaları ve Türkiye'ye getirilerek tutuklanmalarında, hukuki iade süreçleri Tacikistan makamları tarafından es geçildi.
Hükümeti eleştiren seçmenlerin protesto gösterileri ve toplantıları sık sık valilikler tarafından yasaklandığı gibi, yerel mahkemelerin bu tür yasakların orantısız olduğuna dair kararları da genellikle hiçe sayılıyor. Solcu veya Kürt gruplarla ilişkili göstericiler polis tarafından şiddet kullanılarak gözaltına alınıyor; bunlardan bazıları polise direndikleri ya da dağılmadıkları gerekçesiyle tutuklanarak hapse atılıyor.
İnsan Hakları Savunucularına Yönelik Saldırılar
Eylül ayında, Türkiye'nin en yüksek temyiz mahkemesi olan Yargıtay, insan hakları savunucusu Osman Kavala hakkında verilen mesnetsiz mahkumiyet kararının ve müebbet hapis cezasının yanısıra, Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman hakkında, 2013 yılındaki yasal ve genelinde barışçıl İstanbul Gezi Parkı protestolarında üstlendikleri rol nedeniyle, hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan verilen 18’er yıllık hapis cezalarını da onadı. Yargıtay üç kişi hakkında verilen mahkumiyet kararlarını ise bozdu. Bunlardan ikisi, Mücella Yapıcı ve Hakan Altınay, yeniden yargılanmak üzere tahliye edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan dava boyunca kamuoyuna açık mecralarda yaptığı konuşmalarda defalarca Kavala aleyhinde ifadeler kullandı; öyle ki bu dava Erdoğan yönetiminin Türkiye'deki mahkemeler üzerinde tesis ettiği üst düzey siyasi kontrolün ve AİHM'in Kavala'nın tahliye edilmesi yönünde verdiği iki ayrı karar uygulanmadığı için Avrupa Konseyi tarafından Türkiye aleyhine başlatılan ihlal sürecinin açıkça hiçe sayılmasının bir göstergesi oldu.
Bu satırlar yazıldığı sırada, Gezi davası sanıklarından insan hakları avukatı Can Atalay, Anayasa Mahkemesi'nin Ekim ayında verdiği tahliye kararına aykırı olarak cezaevinde tutuluyor ve Mayıs ayında Türkiye İşçi Partisi'nden girdiği seçimlerde kazandığı milletvekilliği koltuğuna oturmaktan alıkonuluyordu.
Yetkililer terörle mücadele yasası kapsamındaki suçlamalar ile hakaret suçlamalarını kullanarak hak savunucularını taciz etmeye devam ediyorlar. Bazı vakalarda terör şüphelilerinin vekaletini üstlenen avukatlar da hedef alınıyor, tutuklanıyor ve terörle mücadele yasası kapsamındaki suçlardan yargılanıyorlar.
Gözaltında İşkence ve Kötü Muamele
2016'dan bu yana polis ve jandarma gözetiminde ve cezaevinde işkence ve kötü muamelede bulunulduğuna ilişkin iddiaların titizlikle soruşturulması nadiren görülen bir uygulama halini aldı, faillerin yargılandığına ise daha da nadiren şahit olunuyor. Şubat ayında yaşanan depremlerin hemen ardından, kurtarma çalışmaları sırasında, bazı kişilerin, yağmacılık yaptıkları gerekçesiyle polis ve jandarma tarafından dövüldüğüne ilişkin çok sayıda bildirimde bulunuldu. Hatay'ın Altınözü ilçesinde Ahmet Güreşçi adlı bir kişi, jandarma gözetimindeyken kardeşiyle birlikte işkenceye maruz kalmasının akabinde yaşamını yitirdi. Jandarmaya yönelik soruşturma halen sürüyor. Polisin Suriyeli mültecilere kötü muamelede bulunduğu bazı vakalar, yabancı düşmanlığı saikini de yansıtır nitelikte.
Yabancı uyruklu kişilerin, en başta da sığınmacıların, sınır dışı edilme işlemleri sırasında idari gözetim altında tutuldukları geri gönderme merkezlerinde zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelede bulunulduğuna ve bu merkezlerin aşırı kalabalık olduğuna ilişkin bildirimler gelmeyi sürdürürken, Suriye'den Türkiye'ye geçmeye çalışan göçmenlere ve sığınmacılara askerler ve jandarmalar tarafından ateş açıldığı veya bunlara ciddi şekilde kötü muamelede bulunulduğu vakalar da belgelendi.
Kürt İhtilafı ve Muhalefete Yönelik Baskılar
Türkiye, PKK'ya karşı yürüttüğü askeri harekâtı, hem PKK'nın üslerinin bulunduğu Kuzey Irak'ta, hem de, giderek artan bir şekilde, Suriye'nin kuzey doğusunda, Kürtlerin öncülüğündeki ABD tarafından desteklenen Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) karşı insansız hava araçlarıyla gerçekleştirilen saldırılarla yoğunlaştırdı; Türkiye'nin Suriye'nin kuzeydoğusuna Ekim ayında düzenlediği saldırılar yaşamsal öneme sahip altyapıya zarar verdi ve milyonlarca insanın su ve elektriğinin kesilmesine yol açtı. Suriye'nin kuzeyindeki bölgelerin Türkiye tarafından işgali halen devam ediyor ve Türkiye'nin kontrolü altındaki Suriyeli yerel güçler, hiç bir cezaya maruz kalmadan, sivillere yönelik insan hakları ihlallerinde bulunuyor (bkz. Suriye bölümü). 1 Ekim'de Ankara'da İçişleri Bakanlığı'nın girişinde düzenlenen bir intihar saldırısı ise PKK'nın bir birimi tarafından üstlenildi.
Erdoğan hükümeti Mayıs ayındaki seçim kampanyası sırasında muhalefet partilerine karşı son derece ayrıştırıcı bir söylem izleyerek CHP'yi düzenli olarak PKK'yı desteklemekle suçladı, hatta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir videosunun PKK liderliğinin görüntüleriyle birleştirildiği sahte bir videoyu dolaşıma soktu.
Hakkında Anayasa Mahkemesinde açılmış bir kapatma davası olan Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi (HDP) seçimlere girmedi. HDP destekçilerine, Yeşil Sol adında başka bir parti'ye oy vermelerini tavsiye etti; bu parti'den gösterilen adaylar mecliste 61 sandalye kazandı. Çok sayıda eski HDP milletvekili, belediye başkanı ve parti yetkilisi, şiddet içermeyen meşru siyasi faaliyetleri, konuşmaları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör suçlarından hükümlü veya tutuklu olarak cezaevinde bulunuyor. Bunların arasında, AİHM'in derhal serbest bırakılmaları yönündeki kararlarına rağmen 4 Kasım 2016'dan bu yana cezaevinde tutulan HDP'nin eski eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da bulunuyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı CHP'li Ekrem İmamoğlu, siyasetten yasaklanmasına neden olabilecek iki siyasi davayla karşı karşıya. Bu satırların yazıldığı sırada, Yüksek Seçim Kurulu'na hakaretten aldığı mahkumiyet kararı temyiz sürecindeydi. Haziran ayında başlayan ikinci bir davada ise, 2015 yılında İstanbul'un Beylikdüzü ilçesinde belediye başkanlığı yaptığı dönemde yolsuzluk yapmakla itham ediliyor.
Mülteciler, Sığınmacılar ve Göçmenler
Türkiye, dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olmayı sürdürüyor. Bu satırlar yazılırken, 3.2 milyondan fazla Suriyeli geçici koruma statüsüne, Avrupa dışındaki farklı ülkelerden gelen 290,000'den fazla kişi de bir çeşit şartlı mülteci statüsüne sahipti. Türkiye hükümeti Afganistan, Irak ve diğer Avrupa dışı ülkelerden gelen insanları çoğunlukla düzensiz göçmen olarak kabul ediyor ve bu kişilerin uluslararası korumaya başvurma yollarını çok sıkı bir şekilde sınırlandırıyor. Bu kişiler Türkiye'nin yayınladığı istatistiklerde de gösterildiği üzere, sık sık büyük gruplar halinde sınır dışı ediliyorlar. Türk makamları sınırlarda toplu geri itmeler de gerçekleştiriyor.
Mayıs ayındaki seçim kampanyası sırasında muhalif politikacılar özellikle Suriyelileri ve Afganları hedef alarak yabancı düşmanlığını körüklediler ve Suriyelilerin savaştan zarar görmüş Suriye'ye geri gönderilmesini savundular. Cumhurbaşkanı Erdoğan buna karşılık olarak, Suriye'nin kuzeyinde Türk işgali altındaki bölgelere 1 milyon Suriyelinin yerleştirileceğini vaat etti. Seçimden bu yana sınır dışı merkezleri hızla Suriyeliler, Afganlar ve risk altındaki diğer gruplarla dolduruldu. Yetişkin erkeklerin ve bazı erkek çocukların, genellikle gönüllü geri dönüş formları zorla imzalatılarak hukuka aykırı bir şekilde kuzey Suriye'ye sınır dışı edilmeleri uygulaması, 2022 tarihli AİHM kararına ve Anayasa Mahkemesi'nin gönüllü geri dönüş kisvesi altında zorla geri gönderilmeyi çeşitli açılardan insan hakları ihlali olarak değerlendiren Mayıs 2023 tarihli kararına rağmen sürüyor.
Kadınların ve Kız Çocuklarının Hakları
Türkiye'nin 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nden çekilmesinin üzerinden iki yıl geçmişken, kadın ve kız çocuğu cinayetlerinin sayısının yüksekliği, Türkiye'de aile içi şiddete maruz kaldığını bildiren kadınlara etkili koruma sağlanmasında yaşanan zorlukları gözler önüne seriyor. Kadınların ve kız çocuklarının öldürülmesine karşı kampanya yürüten ve mağdurların ailelerine destek veren bir dernek olan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun bildirdiğine göre Ocak-Ekim döneminde işlenen kadın cinayeti sayısı 254.
Eylül ayında İstanbul'da bir mahkeme, 2021 yılında savcılığın Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun kapatılması için açtığı davayı redderek, savcılığın derneğin aile yapısına aykırı hareket ettiği ve "hukuka ve ahlaka aykırı eylemlerde bulunduğu" yönündeki suçlamasını geri çevirdi.
Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği
Erdoğan hükümeti, muhafazakar seçmen kitlesine hoş görünmek amacıyla lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender (LGBT) karşıtı nefret söylemini seçim kampanyasının ve genel siyasi söyleminin asli bir parçası haline getirerek toplumsal kutuplaşmayı körükledi ve LGBT bireyleri büyük bir risk altına soktu. Haziran ayında İstanbul Onur Haftası etkinliklerinin art arda dokuzuncu kez yasaklanmasıyla birlikte, toplanma girişiminde bulunanlar da polis tarafından gözaltına alındı. Yetkililer LGBT gruplarının diğer etkinliklerini de düzenli ve keyfi olarak yasaklıyorlar.
Ülkenin dört bir yanındaki yerel yetkililer, LGBT haklarını açıkça destekleyen veya hükümetin ilgili kısıtlamalarını eleştiren sanatçıların konserlerini gittikçe artan bir sıklıkla iptal ediyorlar. RTÜK, LGBT bireylere atıfta bulunan yaratıcı içerikler yayınlayan dijital platformlara para cezası verilmesini, bu tür yayınların "toplumsal ve kültürel değerlere", "Türk aile yapısına" ve "ahlaka" aykırı olduğunu söyleyerek gerekçelendirdi.
İklim Değişikliği Politikası ve Etkileri
Dünya genelinde insan haklarına giderek daha fazla zarar veren iklim krizine Türkiye de giderek daha fazla katkıda bulunuyor. Hükümetlerin iklim konusundaki faaliyetlerini takip eden bağımsız bir bilimsel proje olan Climate Action Tracker'a (İklim Eylem Takibi’ne) göre, Türkiye Paris Anlaşması'nı 2021 yılında onaylamış olsa da, iklim politikaları ve taahhütleri, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1,5 derece üzerinde sınırlandırmaya yönelik küresel hedefleri yakalamak için "ciddi ölçüde yetersiz."
Türkiye'nin iddialı emisyon azaltım hedefleri belirleme ve bu hedeflere ulaşma konusundaki başarısızlığı, kömürle çalışan elektrik santrallerini işletmeyi sürdürme ve kömür madenciliğini genişletme konusundaki kararlılığına eş düşüyor. Temmuz ayında, Muğla ilindeki Akbelen ormanının bölgedeki termik santralleri beslemek amacıyla yok edilmesine karşı, yerel halk ve iklim aktivistleri güçlü bir direniş sergiledi. Polis, protestocuları dağıtmak için göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla müdahale etti ve çok sayıda keyfi gözaltı yaşandı.
Önemli Uluslararası Aktörler
Avrupa Birliği Eylül ayında, mülteci ve göçmenlerin AB'ye girişine kısıtlamalar getirilmesi karşılığında, en hassas durumdaki Suriyeli mülteciler için Türkiye'ye daha fazla mali destek sağlanacağını açıkladı. Türkiye halen resmi olarak AB'ye üyeliğine aday olsa da, süreç durma noktasında.
Avrupa Komisyonu Kasım ayında Türkiye'ye ilişkin yayımladığı genişleme raporunda "insan hakları ve temel haklardaki kötüleşmenin devam ettiğini" vurgulayarak, "Türkiye'nin demokratik kurumlarının işleyişindeki ciddi eksikliklere" ve Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki "haksız üstünlüğüne" işaret etti.
Haziran ayında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi, Türkiye hükümetine "18 yaşından küçük çocukların terörle mücadele yasaları kapsamında gözaltına alınmamasını veya yargılanmamasını", asgari cezai sorumluluk yaşının şu anki 12 seviyesinden "en az 14 yaşa" yükseltilmesini ve asgari evlilik yaşının "istisnasız 18 yaş" olarak uygulanmasını tavsiye etti.
Eylül ayında AİHM, Türkiye'de Gülen hareketi ile ilişkili oldukları iddiasıyla zulüm gören on binlerce kişi için önemli sonuçlar doğuracak Yalçınkaya v. Türkiye kararını verdi. Mahkeme, kişilerin Gülen takipçileri tarafından kullanıldığı iddia edilen ByLock adlı bir cep telefonu uygulamasına sahip oldukları gerekçesiyle "terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla yargılanmalarının ve mahkum edilmelerinin, yasaların keyfi bir şekilde uygulanması ve kanunilik ilkesinin ihlal edilmesi anlamına geldiğine hükmetti. Kararda ayrıca adil yargılanma ve örgütlenme özgürlüğü haklarının da ihlal edildiği tespit edilerek, binlerce benzer davanın AİHM önüne gelmesini önlemek için Türkiye'nin genel tedbirler alması gerektiğine hükmedildi.