(İstanbul) – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yaptığı bir açıklamayla, Türkiye’de polisin, ülkenin güneydoğusunda güvenlik tehdidi olarak algıladığı durumlar karşısında yürüttüğü operasyonlarda yoğun kötü muamele uyguladığını bildirdi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, üç ayrı vakada, üç erkeğin ciddi biçimde dövüldüğünü, tekmelendiğini, saatlerce diz çökmeye zorlandığını ve işkence ve infazla tehdit edildiğini belgeledi. Bir diğer vakada ise polis, silahla ağır yaralanmış bir şekilde gözaltına aldığı bir erkek çocuğun gereken tıbbi tedaviyi görmesine izin vermedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya bölümünün direktör vekili Benjamin Ward, “Türkiye'nin güneydoğusunda görevlendirilen polislerin, asayişe yönelik tehditlere müdahale ederken eski kötü muamele taktiklerine geri döndüğü anlaşılıyor. Yetkililer derhal konuyla ilgili soruşturma başlatmalı ve sorumlular hakkında kovuşturma açmalıdır. Ayrıca, gözaltına alınan kişilerin kötü muameleden korunması temin edilmeli ve gereken tıbbi tedaviye erişmeleri sağlanmalıdır” dedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, gerek Şırnak valisinden gerekse Silopi kaymakamından bu vakaları tartışmak üzere defalarca görüşme talebinde bulunduysa da herhangi bir yanıt alamadı.
İşkence ve yargısız infazlar, Türkiye devletiyle Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki çatışmaların en yoğun yaşandığı 1990’lı yıllarda, Kürt nüfusun yoğun olduğu güneydoğuda ciddi bir sorundu. 2005'ten beri, kötü muamelenin önlenmesi ve gözaltındaki kişilerin avukata erişimlerinin iyileştirilmesi için yapılan hukuki reformlara rağmen, İnsan Hakları İzleme Örgütü, polis şiddetini ve bu tür ihlalleri gerçekleştiren polis memurlarından hesap sorulmadığını defalarca belgeledi.
Türk güvenlik güçleriyle Kürt militanlar arasında yeniden başlayan çatışmalar endişe verici boyutlara ulaştı. Türk hükümeti, Suriye sınırı yakınlarında gerçekleştirilen ve İslam Devleti'ne (IŞİD olarak da biliniyor) ve PKK'ye atfedilen saldırılara cevaben, ülke genelinde büyük çaplı terörle mücadele baskınları düzenliyor, websitelerine erişimi engelliyor ve protesto gösterilerini yasaklıyor ve dağıtıyor.
Polisin kendilerine kötü muamele yaptığını söyleyen söz konusu üç kişi, güvenlik güçlerinin 7 Ağustos 2015'te, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı Silopi'de yaptıkları operasyonda gözaltına alındı. PKK'nin gençlik kolu olan Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) üyeleri, Silopi'de polislerin Başak Mahallesi’ne girmesini engellemek için hendekler kazmış ve barikatlar kurmuşlardı. İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) göre, Kürt militanlarla polisler arasında meydana gelen çatışmalarda biri polis olmak üzere dört kişi öldürülürken, yine en az biri çocuk olmak üzere 15 kişi de ateşli silahlarla yaralandı.
Bu üç kişi, silahlı çatışmalar esnasında yaralanan akrabalarını ve komşularını götürdükleri hastanenin önünde, PKK üyesi oldukları şüphesiyle polis tarafından gözaltına alındılar. Aynı gün, hastanede altı kişi daha tutuklandı. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün görüştüğü bu üç kişi, polislerin kendilerini gözaltına alırken, polis karakoluna götürülürken ve karakolda, tüfek dipçikleriyle, yangın söndürücülerle, zincir, cop ve muştalarla dövüldüklerini ve daha fazla işkence ve ölümle tehdit edildiklerini anlattılar.
Üçü de, polisin, kendilerini yaralarının tedavi edilmesi için hastaneye götürmeyi reddettiğini söyledi. Bunun yerine karakola doktor getirildiğini, ancak kendilerini muayene etmeksizin, önceden hazırlanmış ve içinde gözaltında tutulanlara kötü muamele yapıldığına dair herhangi bir ibare olmayan bir ifadeyi imzaladıktan sonra gittiğini anlattılar.
Gözaltına alınan dokuz kişinin tamamı sonradan serbest bırakıldı ve her biri hakkında cezai soruşturma başlatıldı.
Bir diğer vakada ise polis, 30 Temmuz'da Cizre'de, güvenlik güçleriyle YDG-H arasında yaşanan silahlı çatışmalar sırasında ağır yaralı halde gözaltına aldığı 17 yaşındaki gencin tedavi görmesine engel oldu. Cizre kaymakamı, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne, yaralı gencin YDG-H saflarında çatışırken yaralandığını söyledi. Söz konusu gencin annesi ise bu iddiayı reddederek, oğlunun iki yanağından vurulduğu esnada ailenin yaşadığı evin balkonunda olduğunu söyledi.
Akrabaları tarafından hastaneye götürülen genç, burada polis tarafından gözaltına alındı. Gencin annesi, polisin oğlunu 400 kilometre uzaktaki Elazığ'da bir hastaneye götürdüğünü ve kendisinin oğluna eşlik etmesine de izin vermediğini anlattı. Gencin avukatı, müvekkilinin yaraları yüzünden konuşamamasına rağmen, Elazığ'daki doktorun gencin sorgulanmaya uygun olduğuna dair rapor verdiğini söyleyerek, söz konusu tıbbi raporun bir kopyasını gösterdi.
Müvekkilinin gerek ilk savcılık sorgusunda, gerekse hakkında tutuklama kararı veren hakim karşısındayken hâlâ büyük bir acı içinde olduğunu ve konuşamadığını söyleyen avukat ayrıca, gereken tedavi yapılmadığı için gencin sol gözünde yüzde 90 görme kaybı meydana geldiğini ve sebebini bilmemekle birlikte doktorların ameliyat yapmayı reddettiklerin söyledi.
Bu genç hâlâ YDG-H üyesi olduğu iddiasıyla Şırnak hapishanesinin yetişkin bölümünde tutuklu bulunuyor. Avukat, müvekkilinin tedavi gördüğünü, ne var ki bu tedavinin de yeterli olmadığını söyledi.
Türkiye, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleyi ve işkenceyi yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne (UMSHS) taraf bir ülke. Bu sözleşmeye göre, Türkiye’nin yaşam, bedensel bütünlük ve güvenlik haklarını koruma yükümlülüğü bulunuyor ve bu yükümlülüklerin bir parçası olarak, yakalama sırasında yaralanan kişilere vakit kaybetmeden tıbbi tedavi sağlamak zorunda.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, daha önceki bir vakada Türkiye’yi, PKK üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alındığı iddia edilen ve kafasında görünür yarası olan, ayrıca yürümekte ve konuşmakta zorluk çektiği açıkça gözlenen bir kişiye vaktinde ve uygun tıbbi tedavi sağlamadığı, için, sözleşmeden doğan yükümlülüklerine aykırı davranmaktan suçlu bulmuştu.
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (UMSHS) yanı sıra, Türkiye'nin taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi de (ÇHS), gözaltına alınan çocukların yetişkinlerden ayrı yerlerde tutulması gerektiğini vurgular. ÇHS ayrıca, “özgürlüğünden yoksun bırakılan her çocuğa insancıl biçimde ve insan kişiliğinin özünde bulunan saygınlıkla davranılması” gerektiğini belirtir.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türk makamlarının, polislik faaliyetlerinde ve güvenlik operasyonlarında insan hakları hukukuna tamamen uygun hareket edilmesini sağlaması gerektiğini, yanı sıra; temel hak ve özgürlükleri ihlal eden polislerin sorumlu tutulmasını, ayrıca işkence ve kötü muamele fiillerini gerçekleştirenler hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını temin etmesi gerektiğini kaydetti.
“Haklarındaki suçlama ne olursa olsun, hiç kimsenin uygun tıbbi tedaviden mahrum bırakılmaması gerektiğini” söyleyen Ward, “Türk makamları polis gözaltında ve hapishanelerde tutulan kişilerin gereksinim duydukları tıbbi bakımı almalarını temin etmelidir” dedi.
7 Ağustos'ta Silopi'de gözaltına erkeklerden biri şunları anlattı:
Dışarıdan silah sesleri geldiğinde evdeydik. Dışarı baktığımda [isim gizli]'nin yaralandığını gördüm ve [o kişiyi] hastaneye götürdüm. Hastaneye vardığımızda [polis] etrafımızı sardı ve bizi yüzükoyun yere yatırdı. Bize vurmaya başladılar; yaralı olanlara bile vuruyorlardı. Sonra bizi bir polis otobüsüne bindirdiler; hepimizi diğerlerinin üstüne öylece fırlatıyorlardı. Bize “Apo’nun itleri” diye seslenerek çok fena dövmeye başladılar. Polis karakoluna götürüldük. [...]
Beni t-shirtümden tutup karakolun koridorunda sürüklediler, sonra bizi koridor boyunca dizlerimizin üstünde yüzümüz duvara dönük şekilde sıraya dizdiler. Yaklaşık 6 saat bu pozisyonda tutulduk. Bu esnada bize tüfekleriyle, bir yangın söndürücüyle ve başka aletlerle vuruyorlardı. Bir noktada bayıldım. [Ayılırken] “Bu it ölmüşse [cesedini] mahalleye geri götürüp atalım” dediler. Çığlık çığlığa masum olduğuma, bir şey yapmadığıma dair yeminler ettim, ama dinlemediler. Bana “Sen Müslüman değilsin, Allah, Kur'an üstüne yemin etme” dediler.
İkinci kişi yaşadıklarını şöyle anlattı:
Yaralanan komşumu hastaneye götürüyordum. Saat sabah 7.00 civarıydı ve işime gitmek üzere yola çıkmıştım, ama yaralı komşumu görünce yardım etmek istedim. Bu benim insanlık görevim değil mi? Arabayla acil servis kapısına geldiğimizde birkaç polis silahlarını doğrultup bizi durdurdu ve tehdit etmeye başladı. Bizi arabadan çıkarttılar.
Bizden yere yatmamızı istediler ve hakaret etmeye başladılar. […] Ayrıca en az on dakika boyunca bizi dövdüler; sonra da [polis arabasına] bindirerek karakola götürdüler. Oraya vardığımızda karakoldaki bütün polisler bize vurmaya çalıştı -polis kulubesinde oturan memur bile bulunduğu yerden çıkıp koşarak dayak atanlara katıldı. Kaburgalarımın kırıldığını hissedebiliyordum. Bizi dövmek için tüfeklerini ve dipçiklerini kullanıyorlardı. Bize “Yahudi”, “Ermeni” dediler, küfür ettiler; çıldırmış gibiydiler. Bizi karakolun bodrumuna indirdiler ve aşağıya gelen her polis bizi dövdü. Aralarından biri tüfeğin namlusunu ağzıma sokarak şehadet getirmemi istedi. Dişlerimden birini kırdı.
Üçüncü kişi ise şunları anlattı:
Dışarıdan silah ve patlama sesleri geldiğinde evdeydim. Çok korkmuştuk. Sonra [birisi] vuruldu ve ben de [o kişiyi] hastaneye götürmek istedim. Hastane girişinde gözaltına alındık ve polis karakoluna götürüldük. Orada bizi defalarca dövdüler. Kerpetenle dişlerimizi çekeceklerini söyleyerek tehdit ettiler. Yanımızda “Gidip kablo getirelim de şunlara elektrik verelim” dediler.
Polis karakolundaki nezarethanedeyken ne su ne yemek verdiler. Sonunda o kadar susadık ki, hücredeki tuvaletten su içtik. Sabah 7.00'den gece yarısına kadar polis karakolunda gözaltında tutulduk. Bir doktor geldi; basit bir aile hekimi. Sanıyorum soru sormaktan veya bizi gerçekten muayene edip ne olduğunu sormaktan korkuyordu. Doktora sadece, hepimizin iyi olduğunu söyleyen bazı kâğıtları zorla imzalattılar.