Skip to main content

Türkiye

2022 Olayları

Erdoğan hükümetinin, 2023 seçimleri yaklaşırken sansürü artırma girişimi olarak görülen ve dezenformasyonu suç haline getirip sosyal medya üzerindeki kontrolü sıkılaştıran yasa teklifini mecliste protesto eden muhalefet milletvekilleri pankartlar taşıyor. 11 Ekim 2022.

© 2022 AP Fotoğraf/Burhan Özbilici

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın otoriter hükümeti, 2023 yılının ilk yarısında yapılacak olan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde hükümeti eleştirenleri ve siyasi muhalifleri sistematik olarak hedef aldı ve medya ile yargıyı güçlü bir şekilde nüfuzu altında tuttu. Derinleşen ekonomik krizde, Ekim ayında resmi yıllık enflasyon oranının yüzde 85'e yükseldiği görüldü. Yine Ekim ayında, "yanıltıcı bilgi" yaymayı suç haline getiren, sosyal medya şirketleri ve çevrimiçi haber siteleri üzerindeki kontrolü sıkılaştıran ve yetkililere bağımsız gazeteciliği sansürleme ve bilgi edinme hakkını kısıtlama konusunda daha fazla yetki veren bir yasa, hükümetin desteğiyle yürürlüğe girdi.

İfade, Örgütlenme ve Toplanma Özgürlüğü

Yazılı basın ve özel televizyon kanalları çoğunlukla hükümetle yakın ilişkileri olan şirketlere ait ve bu durum bu mecralarda yayınlanan haberlerin içeriğine de yansıyor. Türkiye'de bağımsız medya esas olarak çevrimiçi platformlar üzerinden faaliyet gösteriyor ancak yetkililer bu mecralardaki eleştirel içeriklerin düzenli olarak kaldırılmasına karar veriyor, gazeteciler hakkında ise Terörle Mücadele Kanunu kapsamında ağır kovuşturmalar yürütüyor. Bu satırlar yazıldığı sırada, en az 65 gazeteci ve medya çalışanı, gazetecilik faaliyetleri veya basın ile ilişkileri nedeniyle terör suçlarından tutuklu veya hükümlü olarak cezaevinde bulunuyordu.

Çeşitli Kürt medya platformlarında çalışan 16 Kürt gazeteci, Haziran ayında Diyarbakır'da gözaltına alındıktan sonra çokça istismar edilen "terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla tutuklandılar. Ekim ayında dokuz Kürt gazeteci daha gözaltına alınarak çeşitli şehirlerde tutuklandılar. Söz konusu gazeteciler, bu satırlar yazıldığı sırada hala tutuklu olarak hapiste bulunuyordu.

Hükümet, çevrimiçi haber yayını yapan medya şirketlerinin ve dijital yayın platformlarının, hükümete bağlı yayın izleme kuruluşu Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'ndan (RTÜK) lisans almalarını zorunlu kılan Ağustos 2019 tarihli bir düzenlemeyi yürürlüğe soktu. RTÜK hükümeti eleştiren az sayıdaki televizyon kanalına düzenli olarak keyfi para cezaları ve geçici yayın durdurma cezaları uyguladı. Online medya platformları Voice of America ve Deutsche Welle, benzer orantısız yaptırımlara ve sansüre maruz kalacakları gerekçesiyle RTÜK’e lisans başvurusunda bulunmamayı tercih etti; 30 Haziran'da Ankara’daki bir mahkeme RTÜK’ün başvurusu üzerine her iki medya kuruluşuna Türkiye'den erişimin engellenmesine karar verdi. Bu satırlar yazıldığı sırada her iki platform da Türkiye'de mahkeme kararıyla engellenmiş durumdaydı.

Hükümetin internet haber siteleri ve sosyal medya şirketleri üzerindeki kontrolünü sıkılaştıran, onları hükümetin içerik kaldırma taleplerine uymaya zorlayan ya da bant genişliğinin daraltılması (internet kısıtlaması) ile karşı karşıya bırakan ve bir ila üç yıl hapis cezası ile cezalandırılabilen muğlak ve geniş kapsamlı "yanıltıcı bilgi yayma" suçunu getiren  kanun değişiklikleri paketinin, 2023 yılında yapılacak  seçimlerin öncesinde, Ekim ayında yasalaşması özellikle endişe verici bir gelişmeydi. Halihazırda her yıl binlerce kişi sosyal medya paylaşımları nedeniyle, genellikle hakaret, cumhurbaşkanına hakaret, halkı kin ve düşmanlığı tahrik veya terör propagandası yapmak gibi suçlardan gözaltına alınıyor ve yargılanıyor.

Hükümetin, 15 Temmuz 2016'daki askeri darbe girişiminden sorumlu tuttuğu ve bir terör örgütü olarak gördüğü ABD merkezli din adamı Fethullah Gülen tarafından yönetilen Gülen hareketiyle bağlantıları olduğu iddiasıyla onbinlerce kişi terör suçlamalarıyla adil olmayan yargılamalara tabi tutuldular. Bu kişilerin birçoğu, kamudaki ve yargıdaki görevlerinden kitlesel olarak ihraç edilmelerine rağmen halen ihraçlarla ilgili adli süreçler sonuçlanmadığı gibi bazıları uzun süreli olarak özgürlüklerinden yoksun bırakıldılar.

Valilikler hükümeti eleştiren seçmenlerin protesto gösterilerini ve toplantılarını sistematik olarak yasaklıyorlar. Örneğin, 8 Mart'ta İstanbul'da düzenlenen bir kadın hakları mitingi yasaklandı. 1980'lerden bu yana devlet aktörleri tarafından zorla kaybedilen insanların yakınlarının, 1995'ten bu yana İstanbul'un merkezindeki bir meydanda Cumartesi Anneleri/İnsanları adıyla düzenledikleri Türkiye'nin en uzun süreli barışçıl oturma eylemi ise, dört yılı aşkın bir süredir yasaklanmış durumda.

Kadın Hakları

Türkiye'nin 2021 yılında İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nden çekilmesine Türkiye'deki kadın hakları örgütleri yüksek sesle karşı çıkmayı sürdürdüler.

Türkiye'nin en yüksek idare mahkemesi olan Danıştay, Temmuz ayında, kadın hakları örgütleri ve muhalif siyasi partiler tarafından açılan çok sayıda davaya cevaben sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı kararıyla çekilmenin hukuka uygun olduğuna dair tartışmalı bir karar verdi. Temmuz ayında Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi (CEDAW), sözleşmeden çekilme kararının "kadınlara yönelik korumaları daha da zayıflattığını" vurgulayarak, hükümete sözleşmeden çekilme kararını geri çekmesi çağrısında bulundu. Birleşmiş Milletler Kadına ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddet, Nedenleri ve Sonuçları Özel Raportörü Türkiye'ye yaptığı ziyaretin ardından, sözleşmeden çekilmenin koruyucu önlemleri zayıflatmanın yanı sıra “failleri cesaretlendirerek," kadınların şiddete maruz kalma riskini artırdığını söyledi.

Türkiye'deki kadın cinayetlerinin sayısının yüksekliği, aile içi şiddet bildiriminde bulunan kadınlara etkili koruma sağlanmasında karşılaşılan güçlükleri yansıtıyor; İçişleri Bakanlığı’nagöre, 2021 yılında öldürülen 307 kadından 38'i polis ve mahkemelerden koruma kararı almıştı. CEDAW Komitesi, koruma kararlarının uygulanmaması veya aile içi şiddet şikayetlerinin kayda geçirilmemesi gibi durumlarda ilgili yetkililerin hukuken sorumlu tutulması da dahil olmak üzere, koruma kararlarına uyulmasını sağlaması için, Türkiye’ye çağrıda bulundu.

İnsan Hakları Savunucuları

25 Nisan'da İstanbul'daki bir mahkeme, insan hakları savunucusu Osman Kavala'yı hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, 7 sanığı da yardım ve yataklık iddiasıyla 18'er yıl hapis cezasına çarptırdı. Dava, Kavala'nın 2013 yılında İstanbul'da başlayarak tüm Türkiye'ye yayılan yasal ve büyük ölçüde barışçıl Gezi Parkı protestolarını organize ettiği yönündeki asılsız suçlamaya dayanıyordu. Kavala Kasım 2017'den bu yana keyfi olarak tutuklu bulunuyordu. Mahkeme, verdiği kararda diğer sanıkların da derhal tutuklanmasına hükmetti. Bu satırlar yazıldığı sırada söz konusu sanıklardan altısı halen cezaevindeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan dava boyunca Kavala aleyhinde defalarca kamuoyu önünde konuşmalar yaptı, nitekim bu dava Türkiye'deki mahkemeler üzerinde siyasi etkinin ne kadar güçlü olduğunu gösteren önemli bir örnek olma niteliği taşıyor.
 

Kavala ve diğerleri hakkında verilen ve halen temyiz aşamasında olan mahkûmiyet kararları, Avrupa Konseyi'nin Şubat 2022'de aldığı ve Kavala'nın delil yetersizliği nedeniyle derhal serbest bırakılmasına hükmeden 2019 tarihli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına uymadığı gerekçesiyle Türkiye aleyhine ihlal sürecinin başlatılmasını öngören kararını açıkça hiçe saymaktadır. Temmuz ayında, AİHM, başlatılan ihlal süreci kapsamında Türkiye'nin AİHM  kararlarına uymamak suretiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ihlal ettiğine hükmetti.

Yetkililer, hak savunucularını taciz etmek ve toplanma haklarını ihlal etmek amacıyla terörizm ve hakaret suçlamalarını kullanmayı sürdürdüler. Türkiye Tabipler Birliği Başkanı, hak savunucusu Şebnem Korur Fincancı bir televizyon yayınında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin silahlı Kürdistan İşçi Partisi'ne (PKK) karşı kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların soruşturulması gerektiğini söyledi,  ve bu yorumları nedeniyle, terör propagandası yaptığı suçlamasıyla, Ankara’daki bir mahkeme tarafından Ekim ayında tutuklandı.

Kasım ayında Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi eski başkanı Taner Kılıç ve diğer üç kişi hakkında 2020 yılında verilmiş olan mahkumiyet kararları Yargıtay tarafından bozuldu. Kılıç terör örgütü üyeliği, diğer üç kişi ise bir insan hakları eğitim çalıştayına katıldıkları için terör örgütüneyardım ve yataklık ettikleri suçlamasıyla mahkûm edilmişti. AİHM Mayıs 2022'de Kılıç'ın keyfi olarak tutuklandığına ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğinehükmetmişti.

Gözetim Altında İşkence ve Kötü Muamele

Son altı yılda polis gözetiminde ve cezaevinde işkence ve kötü muamele iddiaları etkili soruşturmalara veya faillerin kovuşturulmasına nadiren konu oldu. Şiddetli dayak, zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele, sığınmacılar ile göçmenler başta olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerin sınır dışı işlemlerini beklerken idari gözetim altında tutuldukları geri gönderme merkezlerindeki aşırı kalabalık gibi kötü muamele haberleri düzenli olarak alınmaktadır. 

Eylül 2020'de Güneydoğu'daki köylerinde TSK tarafından gözaltına alınıp, bir helikopterle götürülmelerinin ardından, aileleri tarafından hastanede ağır yaralı olarak bulunan Osman Şiban ve Servet Turgut adlı iki Kürt erkeğe yapılan işkence nedeniyle, askeri personel hakkında yetkililer tarafından bir soruşturma açılmış olduğunu gösteren herhangi bir emare hala yok. Turgut aldığı yaralar yüzünden öldü. Şiban, köyünde PKK üyelerine yardım ettiği iddiasıyla "terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla yargılanıyor. Van'da, söz konusu iki kişinin tutuklanmasını ve işkence görmesini haberleştirdikten sonra kendileri de tutuklanan dört gazeteci ise, altı ay tutukluğun ardından, "terör örgütü üyeliği" suçundan yargılandıkları davada, Ocak 2022'de beraat ettiler.

Birleşmiş Milletler İşkencenin Önlenmesi Alt Komitesi Eylül ayında Türkiye'ye yaptığı ziyaretin ardından, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi açısından büyük önem taşıyan gözaltının ilk saatlerinde temel hak ve güvencelere erişimeve geri gönderme merkezlerindeki göçmenlerin durumuna ilişkin duydukları endişeyi dile getirdi.

Kürt İhtilafı ve Muhaliflere Yönelik Baskılar

Türkiye'nin doğu ve güneydoğu bölgelerinin kırsal kesimlerinde ordu ile PKK arasındaki çatışmalar büyük ölçüde azalmış olsa da, Türkiye PKK'ye karşı askeri operasyonlarını, PKK üslerinin bulunduğu Irak’ın Kürdistan Bölgesi'nde ve giderek artan ölçüde Suriye'nin kuzeydoğusunda, Kürtlerin öncülük ettiği, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere destekli Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) karşı insansız hava aracı saldırıları da dahil olacak şekilde yoğunlaştırdı. Mayıs ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2016'dan bu yana bölgeyi kontrol eden SDG'ye karşı Türkiye'nin kuzeydoğu Suriye'ye dördüncü askeri harekatını başlatma tehdidinde bulundu. Bu satırlar yazıldığı sırada, hedeflenen bölgelere yönelik kapsamlı bir işgal harekatı henüz gerçekleşmemişti. Suriye'nin kuzeydoğusunda, Türkiye işgali altındaki bölgelerde, Türkiye ve güdümündeki Suriyeli güçlersivillerin haklarını ihlal etmeyi ve özgürlüklerini kısıtlamayı, cezasızlık koşulları altında sürdürdüler.

Türkiye, 20 Temmuz'da Irak'ın Kürdistan Bölgesi'ndeki Zaho'da bir turistik tesise düzenlenen ve dokuz Iraklı turistin ölümüyle sonuçlanan saldırıdan PKK'yi sorumlu tutarken, hem Kürdistan Bölgesel Yönetimi hem de Bağdat, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni suçladı. Türk yetkililer ayrıca 13 Kasım'da İstanbul'un merkezinde altı sivilin ölümüne ve çok sayıda kişinin yaralanmasına yol açan bombalı saldırıdan da PKK'yi sorumlu tuttu, ancak söz konusu örgüt saldırıyla ilgisi olduğuna ilişkin bu iddiayı reddetti.

İktidar koalisyonu, parlamentoda 56 sandalyesi bulunan muhalefetteki Halkların Demokratik Partisi'ni (HDP) kriminalize etme kampanyasını sürdürürken, çok sayıda eski HDP’li milletvekili ve belediye başkanı, şiddet içermeyen meşru siyasi faaliyetleri, konuşmaları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör suçlarından yargılandıkları davalarda aldıkları mahkumiyet kararları nedeniyle veya tutuklu olarak hapiste bulunuyorlar. 4 Kasım 2016'dan bu yana cezaevinde tutulan HDP’nin eski eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da bunların arasında yer alıyor. Demirtaş, derhal serbest bırakılması yönündeki 2020 tarihli AİHM kararına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediyor.. Anayasa Mahkemesi’nde HDP'ye karşı açılmış bir kapatma davası da sürüyor.

Mülteciler, Sığınmacılar ve Göçmenler

Türkiye, geçici koruma statüsü verilen Suriye'den yaklaşık 3,6 milyon ve Afganistan, Irak ve diğer Avrupa dışı ülkelerden gelen ve Türk hükümetinin çoğunlukla düzensiz göçmen ve nispeten az sayıda vakada "şartlı mülteci" olarak kabul ettiği 320,000'den fazla kişi ile dünyanın en fazla mültecisine ev sahipliği yapmayı sürdürüyor. Muhalefetteki siyasi aktörler bir yandan Suriyelilerin savaştan zarar görmüş Suriye'ye geri dönmesini savunarak mülteci karşıtı duyguları giderek daha fazla körüklerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu çağrılara Suriyelileri Suriye'nin kuzeyinde Türk işgali altındaki bölgelere yerleştirme vaatlerinde bulundu. Yüzlerce Suriyeli erkek ve bazı erkek çocuklar, genellikle gözetim altına alınarak ve gönüllü geri dönüş formlarını imzalamaya zorlanarak, hukuka aykırı bir şekilde kuzey Suriye'ye sınır dışı edildi.

Birçoğu Ağustos 2021'de Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinden sonra ülkeden kaçan Afganlar genellikle sığınma başvurularını kayıt altına aldıramadılar ve sınır dışı edildiler.  Afganların Türkiye'nin İran sınırında geri itildiği de bildirildi.

Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği

Erdoğan hükümeti, 2023 yılında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden önceki son yılda, lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel (LGBT) karşıtı nefret söylemlerine cevaz vererek, toplumsal kutuplaşmayı körüklemeye giderek daha hazır olduğunu gösterdi. İçişleri Bakanı en az beş kez, doğrudan LGBT karşıtı içerik taşıyan, kamuoyuna açık konuşmalar yaptı. Haziran ayında İstanbul Onur Haftası etkinlikleri art arda sekizinci kez yasaklandı ve toplanma girişiminde bulunanlar polis tarafından gözaltına alındı. Polis tarafından yapılan gözaltıların sayısı daha önce görülmemiş yükseklikteydi: 372 kişi serbest bırakılmadan önce saatlerce gözaltında tutuldu. Eylül ayında, devlet yayıncılık denetleme kurumu RTÜK, LGBT karşıtı bir platformun İstanbul'da gerçekleştirdiği etkinliğin tanıtımını yapmak için özel olarak hazırladıkları bir videosunu kamu spotu olarak yayınlanmasına izin verdi. Videoda, LGBT bireyler aile kurumuna zarar veren birer virüs olarak tarif ediliyordu.

İklim Değişikliği, Çevre ve İnsan Hakları

İnsan haklarına dünya çapında giderek daha fazla zarar veren iklim krizine, Türkiye artan ölçüde  katkıda bulunuyor. Türkiye 2021 yılında Paris Anlaşması'nı onayladı, ancak Climate Action Tracker'a göre, Türkiye’nin iklim politikaları ve taahhütleri, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyenin 1,5°C üzerinde sınırlandırmaya yönelik küresel hedefleri karşılamak için "kritik ölçüde yetersiz." Hükümet 2053 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşmayı taahhüt etmiş olsa da yeni kömürlü termik santraller bu hedefi tehdit ediyor.

Türkiye, Avrupa Birliği'nden plastik atık ithal eden başlıca ülkelerden biri. Plastikler fosil yakıtlardan ve zehirli katkı maddelerinden üretilir ve önemli miktarda sera gazı yayarak iklim krizine katkıda bulunur. Hükümet, çevre ve iş sağlığı mevzuatını yeterince uygulamadı, bu da plastik geri dönüşümünden kaynaklanan kirliliğin işçiler ve yerel topluluklar üzerindeki olumsuz etkilerini artırdı. Geri dönüşümden yayılan hava kirleticiler ve toksinler, çocuklar da dahil olmak üzere çalışanları ve geri dönüşüm tesislerinin yakınında yaşayan insanları etkiliyor.

Önemli Uluslararası Aktörler

Rusya'nın Şubat ayında Ukrayna'yı geniş çaplı işgali, bölgede ve dünyanın dört bir yanındaki gaz ve tahıla bağımlı ülkelerde, insani, enerji ve gıda güvenliği krizinin boy göstermesine katkıda bulundu. İhtilafla birlikte Türkiye'nin de uluslararası önemi arttı. Türkiye, Rusya'nın ablukası altındaki Ukrayna limanlarından tahıl sevkiyatı için geçiş sağlamak üzere Rusya ve Ukrayna arasında bir anlaşma yapılmasına aracılık eden BM'ye Temmuz ayında yardımcı oldu.

Yunanistan’la yaşananan ve Türkiye’nin yakınındaki Yunan adalarına asker yerleştirilmesi iddialarına odaklanan gerilimin yeniden tırmanmasının ardında, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sınırları, Kıbrıs'ın statüsü ve Doğu Akdeniz'deki doğalgaz rezervlerine erişim gibi konulardaki köklü anlaşmazlıklar yatıyor. Söz konusu gerilim aynı zamanda Türkiye'deki seçimlerden bir yıl önce iç politikadaki milliyetçi gündemlere de fayda sağlıyor. Avrupa Birliği'nin karar alıcısı Avrupa Konseyi Haziran ayı kararlarında Türkiye'ye "uluslararası hukuka tam saygı göstermesi ve bölgesel istikrar adına gerilimi azaltması" çağrısını yineledi.

AB, mülteci ve göçmenlerin AB'ye girişinin kısıtlanması karşılığında Türkiye'ye mültecilere ev sahipliği yapması için mali destek sağlıyor. Türkiye, kağıt üzerinde hala AB üyeliğine aday bir ülke, ancak katılım süreci durma noktasına gelmiş durumda. AB, BM İnsan Hakları Konseyi'nin dikkatini gerektiren durumlara ilişkin açıklamasında Türkiye'ye de yer verdi ve ülkede "hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygının giderek kötüleştiğini" vurguladı.

Avrupa Komisyonu Ekim ayında yayınladığı Türkiye raporunda "etkili bir denge ve denetleme mekanizmasının yokluğunda, yürütme organının demokratik hesap verebilirliğinin seçimlerle sınırlı kalmaya devam ettiğini" vurguladı ve "insan hakları ve temel haklarda süregelen kötüleşmeye" işaret etti.

Bir NATO üyesi olan Türkiye, Mayıs ayında İsveç ve Finlandiya'nın, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından hızlandırılmış NATO üyeliği başvurusunu veto etmekle tehdit etti. Türkiye, iki ülkeden terörizmin kovuşturulması, Türkiye'ye uygulanan silah ambargolarının kaldırılması ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamında suçlanan kişilerin Türkiye'ye iade edilmesi konularında daha cesur adımlar atmalarını talep etti. Bu satırlar kaleme alındığı sırada, Türkiye vetosunu kaldırmış, ancak söz konusu ülkelerin NATO üyeliğine katılımını henüz onaylamamıştı.

Correction

Düzeltme

18 Ocak 2023'te Dünya Raporu'nun Türkiye bölümü, Fethullah Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddia edilen insanlara yönelik süregelen zulme atıfta bulunulmaması nedeniyle düzeltildi.