(İstanbul) – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW) bugün yaptığı açıklamada, 2016 yılının Ocak ayında, Türkiye Hükümeti’nin ülkenin güneydoğusundaki uygulamalarını eleştiren bir dilekçeyi imzalayan çok sayıdaki akademisyene bu nedenle dava açılması yönündeki kararın, ifade ve akademik özgürlük haklarını ciddi biçimde ihlal ettiğini söyledi. Bu suçlamalar, ayrıca, terörle mücadele yasalarının kötüye kullanılması anlamına da geliyor.
Akademisyenlerin davaları 5 Aralık 2017 günü başlıyor ve davalar sonraki aylar boyunca da sürecek. İstanbul’daki devlet ve vakıf üniversitelerinden en az 146 akademisyen, silahlı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) adına “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan tek tek, ayrı davalarda yargılanacaklar. Dilekçeyi imzalayan diğer akademisyenlere de ayrı ayrı yeni davalar açılması bekleniyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson “Barış çağrısı yapan bir dilekçeyi imzaladıktan yaklaşık iki yıl sonra, bugün akademisyenler terör örgütü propagandası suçlamasıyla yargılanıyorlar. Dilekçede böylesine saçma bir suçlamayı haklı gösterecek hiçbir şey yok ve akademisyenlerin yargılanması, Türkiye hükümetinin kendisiyle hemfikir olmayanlara karşı ceza adalet sistemini kullanmaya ne kadar hevesli olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.” dedi.
Tüm akademisyenlere isnat edilen birbiriyle aynı suçlamalar 17 sayfalık tek bir iddianamede özetlenmiş olsa da, savcı tüm akademisyenler hakkında ortak bir iddianameyle toplu dava açmayı tercih etmediği için her bir akademisyenin davası ayrı görülecek. İddianame, akademisyenlerin bu dilekçeyi imzalayarak, üst düzey bir PKK komutanının “demokratların ve aydınların” özyönetimi desteklemeleri için 2015 Aralık’ında, Kürt medyası üzerinden yaptığı bir çağrıya cevap verdiklerini öne sürüyor. Silahlı gruptan alınmış bir talimat ile söz konusu dilekçe arasında bir bağlantı bulunduğunu gösteren herhangi bir kanıt ise sunulmuyor. Akademisyenlerin duruşmaları en az yedi farklı ağır ceza mahkemesinde, 10-15 dakika aralıklarla görülecek.
Başlangıçta kendilerini Barış İçin Akademisyenler olarak adlandıran 1.128 akademisyen tarafından imzalanan ve daha sonra 1.000’den fazla yeni imzanın da eklendiği dilekçede “Bu suça ortak olmayacağız” deniyordu. Dilekçede Türkiye hükümetinin ülkenin güneydoğusundaki şehirlerde PKK gençlik hareketine yönelik güvenlik operasyonlarının Kürt sivil nüfus üzerindeki yıkıcı etkilerine dikkat çekilerek bu uygulama kınanıyordu. Ayrıca, PKK ile barış görüşmelerinin yeniden başlaması için de çağrıda bulunan dilekçe 11 Ocak 2016 günü İstanbul’da yapılan bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tepkisi ise, en az beş konuşmasında akademisyenleri sert bir dille eleştirmek oldu – akademisyenler hakkında alçak, teröristlerle eşdeğer, adi ve karanlık gibi ifadeler kullandı ve haklarında yaptırım uygulanmasını talep etti.
İmzacılardan dördü, 2016 yılında yapılan ikinci basın toplantısını takiben gözaltına alındı ve haklarında dava açıldı. 15 Mart 2016’da haklarında yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul’da çıkarıldıkları bir mahkeme dördünün de tutuklanmasına karar verdi. İsnat edilen suçlama terör örgütü propagandası yapmaktı; bu suç için bir ila beş yıl arası hapis cezası öngörülüyor. İstanbul’da 22 Nisan 2016 tarihinde görülen ilk duruşmada mahkeme tüm sanıkları tahliye etti ve bu dört akademisyenin “devletin kurumlarını aşağılamak” (TCK 301) suçuyla yargılanmaları için Adalet Bakanlığı’nın iznine başvuracağını açıklayarak davayı erteledi.
2017 Ağustos’u ortalarında Adalet Bakanı davanın 301. Madde’den görülmesine izin verdi ki, bu suçun cezası altı ay ila iki yıl arası hapis. Bu dört kişinin “terör örgütü propagandası yapmak” yerine “devletin kurumlarını aşağılamak” suçlamasıyla yargılanmaları, 5 Aralık’ta başlayan terör bağlantılı suçlara ilişkin davaların dayanaklarına ilişkin de kuşku doğuruyor.
Bugüne dek dilekçeyi imzalayan akademisyenlerden 380’i üniversitedeki işlerinden çıkartıldılar ve olağanüstü hal kararnameleriyle kamu hizmetinden men edildiler; 83 akademisyen ise kamu hizmetinden men edilmeden işlerinden çıkarıldılar.
Williamson “Türkiye’de akademik özgürlük pamuk ipliğine bağlı,” diyerek ekledi: “Akademisyenler uyduruk suçlamalarla karşı karşıya kalmadan veya görüşlerini barışçıl yollarla ifade ettikleri için işlerinden edilmeden ders vermekte ve araştırma yapmakta özgür olmalıdır.”