(Berlin) — İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yaptığı açıklamada, Türkiye hükümetinin darbe girişimine vereceği yanıtın, basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğüne saygı gibi demokratik ilkeleri ve insan haklarını koruma taahhüdüne uyması konusunda önemli bir sınav olacağını söyledi.
18 Temmuz 2016 itibariyle yetkili makamlar, aralarında 755’i hakim ve savcı, 7,500’den fazla kişinin gözaltına alındığını, binlerce hakim, savcı ve polis memurunun ise görevden el çektirildiğini duyurdu. Yirmi internet haber sitesine erişim ise engellendi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson “Hükümetin kesinlikle darbeye karışmış olanlardan hesap sorma hakkı olsa da, üst düzey hakimleri de içeren gözaltıların hızı ve kapsamı, kanıta dayalı bir sürecin işletilmesinden çok bir tasfiye hareketi olduğunu düşündürtüyor” dedi ve ekledi: “Demokrasiyi savunmak için sokaklara dökülen Türkiye vatandaşları hukuk kurallarına bağlı ve basın özgürlüğünü koruyan bir tepkinin verilmesini hak ediyor.”
Türkiye’de ordu içindeki çeşitli unsurların 15-16 Temmuz’da yaptığı darbe girişimi sırasında en az 200 sivil ve polis, askerlere karşı durmaya çalışırken öldü; İstanbul ve Ankara sokaklarında tanklar yürüdü ve savaş uçakları Meclis’i bombaladı. Bugünün Türkiye’sinde halkın kitlesel olarak darbeye karşı durmasının ve tüm siyasi partilerin darbe girişimini birlik içinde kınamasının darbe girişiminin başarısızlığa uğramasında önemli bir rol oynadığı yaygın bir görüş olarak benimseniyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, demokrasiye verilen halk desteğini demokratik standartlara uygun davranarak ve hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını zayıflatmak yerine uygulayarak onurlandırması gerektiğini söyledi.
18 Temmuz günü Başbakan Binali Yıldırım’ın gözaltına alındığını söylediği 7,543 kişi arasında darbe girişimine karıştığı iddia edilen 6,038 askerin yanı sıra 755 hakim ve savcı da bulunuyordu. Buna ek olarak, iki gün içinde 2,500 hakim ve savcının da görevden alınmasıyla, Türkiye’deki yargı mensuplarının beşte biri açığa veya gözaltına alınmış oluyor. Son iki yıldır süregiden tasfiyelerden sonra bu yaşananlar, yargıyı daha da büyük bir krize sokuyor. Hakim ve savcıların bu askeri darbe girişiminde ne gibi bir rolleri olduğuna ilişkin herhangi bir açıklama yapılmadı. 18 Temmuz’da İçişleri Bakanı da, aralarında 30 vali olmak üzere 7,877 polis memuru ve bürokratın açığa alındığını bildirdi.
Başbakanlık makamının talebiyle, hükümeti eleştiren yaklaşık 20 internet haber sitesine erişim yasağı getirildi. Bu, bir süredir devam eden ve son on aydır iyice şiddetlenen basına yönelik baskıları iyice pekiştiriyor. Doğru olup olmadığı net olmasa da, hükümete yakın sosyal medya sayfalarında, hükümetin bir dizi tanınmış gazeteciyi gözaltına almayı ve başka medya organlarını da kapatmayı planladığına dair söylentiler yer alıyor.
Başarısız olan darbe girişiminin ardından bazı politikacılar, ölüm cezasının geri getirilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Türkiye ölüm cezasını yasaklayan bağlayıcı bir Avrupa Konseyi sözleşmesine katılmasının ardından 2004 yılında ölüm cezasını kaldırmıştı. Avrupa Birliği ölüm cezasının geri getirilmesinin, Türkiye’nin AB’ye katılma şansını sona erdireceğini net olarak ifade etti. Hiçbir Avrupa Konseyi üye ülkesinde ölüm cezası bulunmuyor; Türkiye hükümeti ölüm cezasının geri getirilmesiyle ilgili tüm popülist taleplere karşı koymalıdır.
Türkiye’nin AB’deki önemli partnerleri ve ABD, darbeyi kınayarak, demokratik kurumların ve tepkinin hukuk kuralları çerçevesinde verilmesinin önemini vurgulayan mesajlar verdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Vaşington ve Brüksel’in Ankara’ya, Türkiye’nin demokratik kurumları arasında hükümet dışı kuruluşların, bağımsız mahkemelerin ve özgür basının yer aldığını net olarak ifade etmesi gerektiğini belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan darbe girişiminin sorumlusu olarak, ABD’de yaşayan ve cumhurbaşkanının eski müttefikiyken şimdi onu eleştiren, güçlü bir toplumsal hareketin başındaki Fethullah Gülen’in ordu içindeki destekçilerini suçladı. Gülen’in Türkiye’deki kamu, yargı ve polis içindeki destekçilerine son iki buçuk yıldır defalarca tasfiye operasyonları yapılmakta. Erişime engellenen websitelerinin birçoğunun da Gülen hareketine yakın olduğu iddia ediliyor. Şu an için, ordu içindeki dinamiklerle ilgili ve kendisi açıkça reddetmesine karşın Gülen’in darbeyi yönettiğini ortaya koyan herhangi bir kanıtın varlığına dair çok az güvenilir bilgi bulunuyor.
Son birkaç yıldır hükümet siyasi muhaliflerine karşı giderek daha sertleşen bir tutum benimsiyor ve muhalifler hakkında siyasi saiklerle kovuşturmalar başlatılıyor. Hükümet bu darbe girişimini muhalif olarak gördüğü veya Gülen sempatizanı olduğundan şüphelendiği herkese karşı bir cadı avı başlatmak için gerekçe olarak kullanma zaafına kapılmamalıdır.
Hükümet, 17 Temmuz akşamı, darbe planladıkları iddiasıyla gözaltına alınan generallerin darp edilmiş yüzlerinin yayınlanması nedeniyle polise, her kim olursa olsun işkence ve kötü muamelenin mutlak yasak olduğunu hatırlatmalı ve gözaltındakilere kötü muamele yapanlardan hesap sorulmasını sağlamalıdır.