Skip to main content

Geçtiğimiz hafta yaşanan ve IŞİD olarak da bilinen İslam Devleti'nin sorumlu tutulduğu canlı bomba saldırısından sonra, Türkiye hükümeti ile Kürtler arasındaki gerilim tehlikeli bir düzeye çıktı. Ancak Türkiye yetkililerinin verdikleri tepki insan hakları açısından ciddi riskler taşıyor.

Olay, geçtiğimiz hafta sınır şehri Suruç'ta 31 Kürt ve Türk aktivistin bir canlı bomba tarafından öldürülmesiyle başladı. Türkiyeli yetkililer bu feci katliamdan aşırılıkçı grup IŞİD'i sorumlu tuttular. Öldürülen aktivistler Suruç'un hemen karşısında, sınırın Suriye tarafında yer alan ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bir kent olan Kobani'nin yeniden inşa edilmesine yardım etmek amacıyla yapacakları bir seyahati duyurmak amacıyla toplanmışlardı.

Bu saldırının hemen ardından Türkiyeli iki polis memuru öldürüldü. Bu eylemin sorumluluğunu silahlı bir grup olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) üstlendi. PKK, söz konusu eylemin Suruç bombalamasına karşı bir "misilleme" olduğunu duyurdu. Kürt yanlısı HDP'nin eş başkanı Selahattin Demirtaş ise Suruç katliamından hükümeti sorumlu tuttu ve hükümetin IŞİD'in eylemlerine göz yumduğunu söyledi. Bombalamanın ardından bir çok şehirde güvenlik güçleriyle protestocular arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. En az üç sivil ve bir polis memuru öldü.

Riot police chase demonstrators during a protest in central Istanbul, Turkey, July 20, 2015. © 2015 Reuters

Türkiye Hükümeti IŞİD'i ve PKK'yi hedef alan kapsamlı bir operasyon başlattı.  Bu bağlamda ülke çapında kitlesel anti-terör baskınları düzenlendi, web siteleri engellendi ve protesto gösterileri yasaklandı ve dağıtıldı.

Geçtiğimiz hafta içerisinde çoğunluğu PKK ile, daha küçük bir kısmı ise IŞİD ve radikal sol gruplar ile ilişkili olduğu şüphesiyle 1000'den fazla insan gözaltına alındı. Bu kişilere  yöneltilen suçlamalar ve bu suçlamaların dayandığı kanıtlar henüz belli değil; bununla birlikte Türkiyeli yetkililerin, daha önce barışçıl Kürt aktivistlerin sanki yasadışı PKK üyesiymiş gibi tutuklanarak yargılanmasında olduğu gibi, aşırı geniş kapsamlı terörle mücadele yasalarını muhalefeti susturmak için kullandıkları biliniyor.

Hükümet ayrıca onlarca web sitesinin ve Twitter hesabının, "terör propagandası" yaptıkları gerekçesiyle engellenmesine yönelik mahkeme kararları alınmasına da önayak oldu. Bu sitelerin çok büyük bir çoğunluğu Kürt yanlısı içerik yayınlıyorlar. Türkiye'nin internet özgürlüğü alanındaki bozuk sicili ve hükümetin geçmişte eleştirel sesleri susturmak için Twitter ve You Tube'u kapatmış olması, bu son mahkeme kararlarıyla Türkiye'deki online ifade özgürlüğünün resmen kısıtlanmaya başlandığı yönündeki endişeleri artırıyor.

İstanbul'da geçtiğimiz pazar günü yapılması planlanan Barış Yürüyüşü'nün yasaklanması başta   olmak üzere barışçı protesto gösterilerine yönelik kısıtlamalar da gündemde. Ancak geçmişte bu tür protesto gösterilerinde yaşanan şiddet olayları düşünüldüğünde bu kısıtlamaları aynı netlikte değerlendirmek mümkün olmayabilir. Yine de hükümetin geçmişte sık sık barışçı protesto gösterilerini yasakladığı ve polisin de 2013 yılındaki Gezi olaylarında olduğu gibi göstericilere karşı aşırı güç kullandığı hatırlanırsa, önümüzdeki günlerde bu yeni yasakların da dikkatle takip edilmesi ve araştırılması gerekebilir.

Türkiye, güvenliğine yönelik ciddi tehditler ve yaygın bir iç huzursuzluk olasılığı ile karşı karşıya ve PKK ile sürdürülen barış süreci de pamuk ipliğine bağlı durumda. Türkiyeli yetkililer bu sorunlarla uğraşırken verdikleri tepkilerde, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ve barışçı toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkına saygı göstermeli ve vatandaşları sadece silahlı gruplardan değil, devletten kaynaklanan şiddete karşı da korumalıdır. Aksi takdirde zaten kötü olan bir durum, daha da kötüleşebilir.

Your tax deductible gift can help stop human rights violations and save lives around the world.

Region / Country