(Beyrut) – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yıllık dünya raporunu açıklarken, hükümetlerin ciddi güvenlik tehditleriyle mücadele etmek adına insan haklarını ihmal etmelerinin büyük bir hata olduğunu söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 25’inci sayısı yayınlanan 656 sayfalık 2015 Dünya Raporu’nda 90'dan fazla ülkedeki insan hakları uygulamaları inceleniyor. Yönetici Müdür Kenneth Roth kaleme aldığı giriş yazısında, geçtiğimiz çalkantılı yıl boyunca birçok hükümetin insan haklarına karşı savunmaya geçer tarzdaki yaklaşımlarının ne kadar zararlı olduğunu vurguluyor.
“İnsan haklarına yönelik ihlaller, günümüzde yaşanan krizlerin birçoğunun ortaya çıkmasında veya şiddetlenmesinde önemli bir rol oynamıştır” diyen Roth, “İnsan haklarının korunması ve demokratik hesap verebilirliğin güvence altına alınmasının bu krizlerin çözümünde kilit öneme sahip olduğunu” söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, insan haklarının ikinci plana atılmasını tetikleyen küresel sorunlardan birinin de aşırıcı grup İslam Devleti'nin (IŞİD olarak da bilinen) yükselmesi olduğunu bildirdi. Ama IŞİD yoktan var olmadı. Irak'ta ABD işgaliyle ortaya çıkan güvenlik boşluğunun yanı sıra Irak ve Suriye hükümetlerinin mezhepçi ve tacizkâr politikaları ve uluslararası toplumun bu durum karşısında gösterdiği kayıtsızlık da IŞİD'i besleyen önemli unsurlardı.
Başbakan Haydar al-Abadi’nin daha kapsayıcı bir yönetişim vaadinde bulunmasına rağmen, Irak hükümeti esas olarak hâlâ Sünni sivilleri tam bir cezasızlıkla öldüren ve yok eden Şii milislere bel bağlıyor. Sivillere ve iskân bölgelerine hükümet güçleri de saldırıyor. Sünnilerin Irak'ta kendilerine de yer olduğunu hissetmelerini sağlayacak adımları atmak; yozlaşmış ve sürekli suistimal edilen yargıda reform yapmak ve mezhepçi idare anlayışını sonlandırmak, IŞİD zulmünü durdurmada en az askeri harekat kadar önem taşıyor. Ne var ki, al-Abadi bugüne dek bu önemli reformları hayata geçirme konusunda herhangi bir girişimde bulunmadı.
Suriye'de Başkan Beşar Esad güçleri, muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerde sivillere hedef gözeterek ve acımasızca saldırıyor. Bu güçlerin, hedef gözetmeyen silahları -özellikle de dehşetengiz varil bombalarını- kullanmaları siviller için hayatı katlanılmaz hale getiriyor.
Ne var ki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bu duruma büyük oranda seyirci kalıyor; çünkü Rusya ve Çin bu katliamı durdurmaya yönelik ortak girişimleri engellemek için veto haklarını kullanıyorlar. Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri ise, IŞİD'e karşı yürüttükleri askeri operasyonların, Şam'a ihlalleri sona erdirmesi için yapılan baskıları gölgelemesine izin verdi. Bu kaygıda seçicilik siyaseti, IŞİD’in, potansiyel destekçilerine kendisini Esad'ın zulmüne karşı direnmeye istekli tek güç olarak göstermesini mümkün kılıyor.
Mevcut çatışmalara ilişkin temel kaygının insan hakları olduğu Nijerya'da da benzer dinamikler rol oynuyor. Militan İslamcı grup Boko Haram, Nijerya güvenlik güçlerinin yanı sıra sivillere de saldırıyor; pazar yerlerini, camileri ve okulları bombalıyor ve yüzlerce kız çocuğu ve genç kadını kaçırıyor. Nijerya ordusunun bu ihlallere tepkisi genellikle daha fazla insan hakları ihlali şeklinde oluyor: Boko Haram'ı desteklediklerini düşündükleri yüzlerce erişkin ve çocuk yaştaki erkeği yakalıyor, gözaltına alıyor ve hatta öldürüyorlar. Ne var ki, sivil halkın “kalbini kazanmak” için hükümetin orduyla ilgili ihlal iddialarını şeffaf biçimde soruşturması ve suçluları cezalandırması gerekiyor.
Güvenlik tehditleri karşısında insan haklarını yok sayma eğilimi geçen yıl Amerika Birleşik Devletleri'nde de öne çıkan bir sorundu. ABD Senatosu’nda oluşturulan bir komite CIA tarafından gerçekleştirilen işkence vakalarının ortaya konduğu korkunç bir raporun özetini yayınladı; ancak Başkan Barack Obama işkenceye kendi döneminde başvurulmadığını söylemesine rağmen, Senato raporunda detaylı olarak tasvir edilen işkence uygulamaları için emir verenlerin yargılanmaları bir yana, soruşturmalarına bile izin vermedi. Obama’nın bu hukuki yükümlülükten kaçınması, gelecekteki başkanların işkenceyi suç değil, bir politik seçenek olarak görme ihtimalini yükseltiyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Obama'nın bu konudaki eylemsizliğinin ABD hükümetinin başka ülkelere, kendi işkencecilerini yargılamaları için baskı yapma gücünü de büyük ölçüde zayıflattığını vurguladı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, aralarında Kenya, Mısır ve Çin'in de bulunduğu çok sayıda ülkede hükümetlerin ve güvenlik güçlerinin gerçek veya gerçekmiş gibi algıladıkları terör tehditlerine insan haklarını ihlal eden politikalarla cevap verdiklerini ve bunun da nihayetinde krizleri şiddetlendirdiğini söyledi. Mısır'da hükümet Müslüman Kardeşler’i ezerek, ters tepeceği ve şiddete dayalı yaklaşımları teşvik edeceği ortada olduğu halde, siyasal İslamcıların seçimlerde iktidar talebinde bulunmaları halinde itiraza mahal bırakmadan bastırılacakları mesajını veriyor. Fransa'da hükümetin Charlie Hebdo saldırılarına verdiği tepkinin – şiddete teşvik etmeyen ifadeyi yargılamak üzere terörle mücadele yasalarını kullanmasının- ifade özgürlüğü üzerinde olumsuz bir etki yaratma ve başka hükümetleri de muhaliflerini susturmak için benzer yasalara başvurmaya cesaretlendirme riski bulunuyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, tehlikeli olduğu farz edilen kişileri zapt etmenin güvenliğe yönelik tehditleri ortadan kaldırmayacağını, asıl yapılması gerekenin toplumsal ve siyasal düzenin temelini oluşturan ahlaki dokunun da yeniden kurulması olduğunu söyledi.
Roth, “Bazı hükümetler zor zamanlarda insan haklarını, siyasi faaliyetlerinde yol gösterici bir pusula değil, daha rahat zamanlarda gözetilecek bir lüks olarak değerlendirme hatasına düşüyorlar. Bütün dünyada politikacıların insan haklarını, ayaklarına vurulan bir pranga muamelesi yapmak yerine, krizden ve kaostan çıkış yolunu işaret eden bir ahlaki kılavuz olarak görmeleri daha yerinde olur” dedi.