(New York, 2 Mayıs 2012) – İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün yayınladığı bir raporda Suriye’de ateşkesten kısa bir süre önce İdlib eyaletinin kuzeyinde iki hafta süren saldırılarda, hükümet güçlerinin en az 95 sivili öldürdüğünü, yüzlerce evi de tahrip ettiğini bildirdi. Saldırılar Birleşmiş Milletler özel temsilcisi Kofi Annan’ın çatışmaların sona ermesi için Suriye hükümetiyle müzakerelerde bulunduğu Mart sonu ve Nisan başında gerçekleşti.
“Ciğerimi Yaktılar: Barış Planı Görüşmeleri Sırasında Kuzey İdlib’te İşlenen Savaş Suçları” başlıklı 38 sayfalık raporda, yargısız infaz, sivillerin katli ve mala zarar verme gibi savaş suçu kapsamına giren onlarca fiilin yanı sıra, keyfi gözaltı ve işkence uygulamaları da belgeleniyor. Rapor, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Nisan sonunda İdlib’e bağlı Taftanaz, Sarakeb, Sarmin, Kelli ve Hazano şehirlerinde yürüttüğü saha araştırmasına dayanılarak hazırlandı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nde program ve acil durumlar direktör yardımcısı olarak çalışan Anna Neistat, “Bir yanda diplomatlar Annan barış planının detayları üzerinde tartışırken, diğer yanda Suriye tank ve helikopterleri İdlib şehirlerine birbiri ardına saldırdı. Gittiğimiz her yerde yakılmış ve tahrip edilmiş evler, dükkanlar ve arabalar gördük; akrabaları öldürülmüş kişileri dinledik. Suriye hükümet güçleri zarar vermek için ateşkesten önceki hiçbir dakikayı ziyan etmek istememiş gibiydi adeta” dedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, hükümet güçlerinin 22 Mart - 6 Nisan tarihleri arasında kapsamlı askeri operasyonlar yürüterek İdlib eyaletindeki muhalefetin konuşlandığı yerlere saldırdıklarını ve en az 95 sivilin ölümüne sebep olduklarını belgeledi. Bu saldırıların her birinde, hükümet güvenlik güçleri çok sayıda tank ve helikopter kullandıktanşehre girdi ve bir sonraki yerleşime ilerlemeden önce bir ila üç gün orada kaldı. Saldırıya maruz kalan şehirlerin tümünde askerlerin geride bıraktığı duvar yazılarına bakıldığında, askeri operasyonun 76. Zırhlı Tugay tarafından yürütüldüğü anlaşılıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün belgelediği dokuz ayrı olayda, hükümet güçlerinin gözetimlerindeki 35 sivili infaz ettiği görülüyor. İnfazların çoğu 3 ve 4 Nisan’da Idlib şehrinin kuzeydoğusunda yer alan 15,000 nüfuslu Taftanaz şehrine yapılan saldırı sırasında gerçekleştirildi.
Taftanaz’daki Ghazal ailesinin 19 üyesinin güvenlik güçlerince infazından sağ kurtulan bir kişi, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne akrabalarının cesetlerini nasıl bulduğunu şöyle anlattı:
İlk önce beşinin cesedini evin yanındaki küçük bir dükkanın içinde bulduk. Neredeyse tamamen yanmışlardı. Onları üstlerinde kalan bir iki parça giysiden teşhis edebildik. Sonra eve girdik ve odalardan birinde, duvarın dibinde dokuz ceset bulduk. Yerde çok kan vardı. Duvarda bir sıra kurşun deliği gördük. Erkeklerin tamamının sırtında, bazılarının da kafasında kurşun yarası vardı. Elleri bağlı değildi ama yine de arkalarındaydı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü araştırmacıları duvarda, yerden 50-60 cm. yukarıdaki kurşun izlerini inceleme fırsatı buldu. Öldürülenlerin ikisi 18 yaşından küçüktü.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün belgelediği birtakım başka olaylarda, hükümet güçleri saldırılardan kaçmaya çalışan sivilleri ateş açmak suretiyle öldürmüş veya yaralamıştı. Bu vakaların vaziyetine bakıldığında, hükümet güçlerinin sivillerle silahlı muharipler arasında ayrım gözetmediği ve sivilleri korumak için gerekli tedbirleri almadığı görülüyor. Hükümet güçleri saldırılarla ilgili sivil halka herhangi bir uyarıda bulunmadı. Örneğin 76 yaşındaki Ali Ma’assos ve karısı 66 yaşındaki Badrah, 3 Nisan sabahı ordunun Taftanaz’a saldırıyı başlatmasından kısa bir süre sonra, aileleri ve arkadaşlarından oluşan 15 kişiden daha kalabalık bir grup halinde pikap kamyonetle şehirden kaçmaya çalışırken üstlerine açılan makineli tüfek ateşiyle öldürüldü.
Hükümet güçleri ve şabiha (hükümet yanlısı milisler) şehirlere girdiklerinde çok sayıda ev, dükkan, araba, traktör ve diğer malları da yakıp yıktı. Yerel aktivistler tümü ya da bir bölümü yakılan ve tahrip edilen yüzlerce ev ve dükkanı kayıt altına aldı. Örneğin Sarmin’de yerel aktivistlerin kayıtlarına göre 437 oda ve 16 dükkan yakılmış, 22 ev de tamamen tahrip edilmiş durumda. Aktivistlerin ifadelerine göre, Taftanaz’da yaklaşık 500 evin tamamı ya da bir bölümü yanmış, 150 evin ise tank ateşi ve diğer patlamalar nedeniyle tamamı ya da bir bölümü yıkılmış durumda. İnsan Hakları İzleme Örgütü, saldırılardan etkilenen şehirlerde yanmış veya tahrip edilmiş evlerin bir çoğunu inceledi.
Vakaların çoğunda yangın ve hasarın kasıtlı olduğu anlaşılıyor. Yanmış evlerin çoğunun dış cephesinde hiç hasar olmaması, yangının bombalama sonucunda çıktığı ihtimalini ortadan kaldırıyor. Ayrıca, hasar görmüş evlerin de birçoğu tamamen tahrip edilmişti; buna karşın tank mermisiyle isabet aldığı anlaşılan evlerde sadece kısmi hasar vardı.
Askeri operasyonlar sırasında güvenlik güçleri onlarca kişiyi keyfi şekilde gözaltına alarak herhangi bir hukuki gerekçeye dayandırmadan alıkoydu. Başkan Beşar Esad hükümetinin siyasi tutukluları serbest bırakacağı sözüne rağmen, gözaltındaki bu kişilerin yaklaşık üçte ikisi hala tutuluyor. Bir çok durumda gözaltındakilerin akıbeti ve nerede oldukları bilinmiyor, bu da zorla kayıp edildiklerine dair kaygıları güçlendiriyor. Aralarında birçok yaşlı veya engelli de bulunan, serbest bırakılan kişiler İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne İdlib şehrinin çeşitli bölgelerindeki muhaberat (istihbarat birimleri) şubelerinde alıkondukları sırada işkence ve kötü muamele gördüklerini söylediler.
Saldırılar öncesinde bu şehirlerde muhalif savaşçılar bulunuyordu ve kimi durumlarda ordunun şehre girmesini engellemeye çalıştılar. Şehir sakinlerine göre, muhalif savaşçılar pek çok seferinde sayıca ciddi ölçüde zayıf olduklarını, ve tank ve toplara direnmenin hiçbir yolu bulunmadığını anladıklarında hızla geri çekiliyordu. Diğer şehirlerde ise, muhalif savaşçılar hiç direniş göstermeden çekildiler; şehir sakinleri muhalif güçlerin bunu sivil halkı tehlikeye atmamak gayesiyle yaptığını belirttiler.
İdlib’deki muharebenin şiddeti ve geri çekilme emrini veren ve yürüten silahlı muhalefet dahil olmak üzere her iki tarafın örgütlenme düzeyi dikkate alındığında, durumun uluslararası hukuk bakımından silahlı çatışma düzeyine ulaştığı görülmektedir. Bu da, insan hakları hukukunun yanı sıra, uluslararası insancıl hukukun (silahlı çatışma hukuku) da geçerlilik kazanmış olduğu anlamına gelir. Uluslararası insancıl hukukun ağır ihlalleri savaş suçları olarak tanımlanır.
İnsan Hakları İzleme Örgütü daha önce muhalif savaşçıların Taftanaz dahil Suriye’nin çeşitli bölgelerinde yaptıkları ağır ihlalleri belgelemiş ve kınamıştı. Bu ihlaller soruşturulmalı ve sorumlular yargılanmalıdır. Ne var ki, bu ihlaller hiç bir biçimde hükümet güçlerinin köylüleri yargısız infaz etme ve köyleri büyük ölçüde yakıp yıkma gibi ihlallerde bulunmasının gerekçesi olamaz.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne çağrı çaparak Suriye’de görevlendirilen BM gözlem heyetinde, bu raporda belgelenenler türünden hak ihlallerine maruz kalmış kişilerle güvenli ve bağımsız bir şekilde görüşmeler yapabilecek ve bu kişileri misillemeden koruyabilecek nitelikte, yeterli ekip ve malzemeyle donatılmış bir insan hakları biriminin yer almasını talep etti. İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca, BM Güvenlik Konseyi’ne Suriye’deki durumu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürerek bu suçların hesabının sorulmasını sağlanması ve çalışmalarına devam eden BM İnceleme Komisyonu’nun da bunu desteklemesi çağrısında bulundu.
Neistat “Birleşmiş Milletler’in, İnceleme Komisyonu ve Güvenlik Konseyi aracılığıyla Suriye güvenlik güçlerince işlenen suçların cezasız kalmamasını sağlaması gerektiğini” ifade ederek, “Gözlemcilerin sırtının arkasından ihaller sürmeye devam ederse, barış planı çabaları ciddi biçimde anlamsızlaşacaktır” dedi.
“‘Ciğerimi Yaktılar’: Barış Planı Görüşmeleri Sırasında Kuzey İdlib’te İşlenen Savaş Suçları” Raporundan Görgü Tanıklıkları
“Askerler ellerini arkasından kelepçelemişti. Benim gözümün önünde vurmadılar ona ama gözü morarmıştı. Onu serbest bıraksınlar diye askerlere karşı sessiz ve nazik davrandım.
Evde yaklaşık 15 dakika kaldılar, silahları soruyor, her yeri arıyorlardı. Bence para arıyorlardı. Onu üzmemek için vedalaşmadım. O da bana birşey demedi. Giderlerken askerler onu unutmamı söylediler.”
–Suriye güvenlk güçlerince 25 Mart 2012’de yargısız infaz edilen Sarakebli ilahi ozanı Mohammad Saleh Shamrukh’un annesi
“Askerler dördümüzü yüzümüz duvara dönük şekilde sıraya dizdi. İlk önce Awad’a silahlı oğullarının nerede olduğunu sordular. Awad kendisinin yaşlı bir adam olduğunu ve silahlı oğlu olmadığını söylediğinde ona Kalaşnikofla üç defa ateş ettiler. Daha sonra Ahmet’e ‘anlaşılan hapiste 25 yıl sana yetmemiş’ dediler. Ahmet hiçbir şey söylemeyince onu da vurdular. Sonra hiç bir soru sormadan Iyad’ı vurdular; omzuma yığıldı. Sıranın bana geldiğini anladım. Tanrı yoktur Allah vardır ve Muhammed onun peygamberidir dedim, sonrasını hiç hatırlamıyorum.”
– Mohammed Aiman Ezz, 4 Nisan’da Taftanaz’da güvenlik güçlerince öldürülmek amacıyla başının arkasından ve boynundan üç kez vurulan 43 yaşındaki bir erkek. Olaydan tek sağ kurtulan o oldu.
“Yüreğimde hissettim, benim oğlanlardı [oğlum ve kardeşim], öldürülmüşlerdi. Dışarı koştum, evin yaklaşık 50 metre ötesinde dokuz ceset vardı, duvarın dibinde yatıyorlardı. Çatılarda hala keskin nişancılar vardı o yüzden çok yavaş hareket etmemiz ve el feneri kullanmamız gerekiyordu. Fenerimi ilk cesede doğrulttum, sonra ikincisine - Uday ya da Saed değillerdi. Daha sonra komşulardan yardım istedim ve ikisini de bulduk. Saed’in elleri hala arkadan bağlıydı. Daha sonra insanlar bana Uday ve Saed’in orada öldürüldüğünü söyledi. Diğer yedisi başka yerlerden getirilen FSA savaşçılarıydı. Uday’ın boynunda ve başının arkasında kurşun yarası vardı; Saed ise göğsünden ve boynundan vurulmuştu.”
– “Heba” (gerçek ismi değil), Suriye güvenlik güçlerince 26 Mart 2012 günü Sarakeb’de infaz edilen 15 yaşındaki Uday Mohammed al-Omar ile 21 yaşındaki Saeed Mustafa Barish’in annesi
“Tank ana caddede, evden sadece 10 metre uzaktaydı. Birden eve ard arda dört mermi attılar. Ben annem ve altı çocukla yandaki evdeydim. Patlamayla hepimiz havaya uçtuk. 15 dakika boyunca ne bir şey görebildim ne de bir şey duyabildim. Daha sonra mermilerin isabet ettiği odaya gittik. Duvarlardan birinde yaklaşık 1,5 metre çapında kocaman bir delik vardı, karşı duvar ise tamamen yıkılmıştı. Ezzat’ı enkazın içinde bulduk; sadece parmaklarını ve ayakkabısının ucunu görebiliyorduk. Karısı ve çocuğuna bir şey olmamış olması bir mucize. Onlar da aynı evdeymişler ama mermiler isabet ettiği sırada mutfağa geçmişler. Ezzat’ı dışarı çıkardık ama kurtaramadık. Ciğeri ezilmişti ve ağzından ve kulaklarından kan geliyordu.”
–“Rashida” (gerçek ismi değil), ordunun 27 Mart 2012’de Sarakeb’teki evini bombalaması sonucu ölen 50 yaşındaki Ezzat Ali Sheikh Dib’in akrabası
“Kafama Kalaşnikof’u dayayıp kocam eve gelmediği takdirde hepimizi öldürmekle tehdit ettiler. Çocuklar ağlamaya başladı. Sonra bir subay bir askerden benzin getirmesini istedi ve çocuklara babalarını nasıl yakacaksa onları da aynen öyle yakacağını, çünkü babalarının terörist olduğunu söyledi. Asker bir tür sıvıyla geri döndüğünde -benzine pek benzemiyordu- üç odaya bu sıvıyı döktüler; bu arada biz oturma odasındaydık. Evden çıkmak istedik ama askerler bizi durdurdu. En küçük kızım ağlıyor ve bizi bırakmaları için yalvarıyordu. Hepimiz dehşet içindeydik. Nihayet evden çıkmamıza izin verdiler ama sokaktaki askerleri ve tankları görünce daha çok korktum.”
–“Salma” (gerçek ismi değil), 4 Nisan’da Taftanaz’daki evi, beş kayınbiraderininkiyle birlikte askerler tarafından yakıldı
“Beni ellerim kelepçeli halde bir arabaya bindirdiler ve bütün gün, akşamın yedisine kadar orada tuttular. Onlara ‘Ben yaşlı bir adamım, izin verin tuvalete gideyim’ dedim ama cevaben suratıma vurdular. Sonra beni İdlib’deki Devlet Güvenliğe götürdüler ve diğer 100 tutukluyla birlikte 30 metrekarelik bir hücreye koydular. Ancak yerde çömelerek uyuyabildim. Hepimiz için tek bir tuvalet vardı. Beni dört defa sorguya götürdüler ve her defasında neden ailemden bazılarının FSA’ya katıldığını sordular. İnkar etmedim ama akrabalarımın yaptıklarını kontrol etmemin mümkün olmadığını söyledim. Bana çok tokat attılar.”
– “Abu Ghassan” (gerçek ismi değil) Kuzey İdlib’deki şehirlerden birinde gözaltına alınarak 18 gün alıkonan 73 yaşındaki bir erkek