Skip to main content

Türkiye: Adalet, Barış Sürecinin Olmazsa Olmazıdır

Yeni Videoda Devlet Görevlilerinin Gerçekleştirdiği Cinayet ve Zorla Kayıp Etmelerin Cezasız Kalması Ele Alınıyor

(İstanbul) – İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) bugün yaptığı açıklamada, 1990’lı yıllarda devletçe öldürülmüş ve kayıp edilmiş binlerce sivil Kürt için adalet sağlanmasının, Türkiye’de sürmekte olan barış sürecinin vazgeçilmez bir parçası olması gerektiğini kaydetti. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün hazırladığı ve 1990‘lı yıllarda yaşanan olayları özetleyen videoda, yakınları öldürülmüş aile bireyleri, o günden bu yana sürdürdükleri adalet arayışını anlatıyor. Türkiye hükümeti ile hapisteki Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan arasında süren görüşmeler, Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin ilerlemesi için onlarca yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlıyor.

“1990’larda işlenen suçlar için adalet sağlanmasının, Kürt meselesinin çözümüne doğru atılan insan hakları adımlarının önemli bir unsuru” olduğunu ifade eden İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye uzman araştırmacısı Emma Sinclair-Webb, “1990’larda yaşanan ağır insan hakları ihlalleriyle bağlantılı olan güvenlik güçleri ve diğer kamu görevlilerinin onyıllardır yararlandığı cezasızlık halinin sona ermesi, ancak hükümet ve savcıların gerçek anlamda kararlılık göstermesiyle mümkün olabilecek” dedi.

Yeni yayınlanan videoda, kurban yakınları 1990’lı yılların başlarında Türkiye’nin güneydoğusunda ve bazı büyük şehirlerde devlet görevlilerince gerçekleştirilen yargısız infaz tarzı cinayetler, kayıplar ve gözaltında ölümlerle ilgili uzun zamandır sürdürdükleri adalet arayışını anlatıyorlar. Videoda, Türkiye iç hukukuna göre 20 yıl içinde soruşturması sonuçlandırılmamış cinayet vakalarının zamanaşımına tabi olduğuna ve kısa bir süre sonra 1990‘ların başında gerçekleşen olaylarla ilgili kovuşturma yürütülmesinin önünde prosedürel engeller belireceğine de dikkat çekiliyor.

Videoda, soruşturma ve kovuşturma yürütülmemesi nedeniyle, Türkiye mahkemelerinde adalet arama haklarından mahrum edildikleri için davalarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyan çok sayıda mağdur yakınından bazılarıyla yapılmış röportajlar da yer alıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye aleyhine verdiği birçok kararda, Türk devletinin yaşam hakkını ihlal ettiğini ve söz konusu vakalar hakkında etkin bir soruşturma yürütmediğini defalarca tespit etti. Aileler yakınlarını öldürenlerin Türkiye mahkemelerinde de kovuşturulması için çaba sarfetmeye devam ediyor ve kendi ülkelerinde de adaletin yerine geldiğini görmek istiyorlar.

16 Nisan 2013 tarihli son AİHM kararında, Meryem Çelik ve diğerleri davasında mahkeme Türkiye’yi, 1994 yılında Hakkari’nin bir köyüne düzenlenen askeri operasyonun ardından öldükleri varsayılan 12 erkeğin kayıp edilmesi ve bir diğerinin öldürülmesinde doğrudan sorumlu buldu. Mahkeme ayrıca söz konusu 13 vakanın veya iddiaya göre askerlerin operasyon sırasında köyde açtığı ateşle öldürdüğü ondördüncü kişinin hangi koşullar altında öldüğüne dair soruşturma açılmasından kaçınıldığına da hükmetti. Mahkeme ailelere toplam 1 milyon 400 bin Avro tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

Yıllardır verilen benzer çok sayıda karara rağmen, Türkiye makamları bu suçları işlediklerinden şüphelenilen askeri personel ve devlet görevlilerini yargılamak için çok az adım attı.

1993-1996 döneminde meydana gelen olayların birçoğu için soruşturma süresi kısa süre sonra zamanaşımına uğrayacak. Bu vakaların zamanaşımı engeline takılmaması sorumluluğu hem hükümete hem de savcılara düşüyor. Türkiye makamları, içtihatlara dayanarak ya da yasal düzenlemelerle veya her iki yola da başvurmak suretiyle zamanaşımı sürelerinin bu vakaları  etkilememesini sağlayabilirler. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’nin uluslararası hukuk bakımından bu ciddi insan hakları ihlallerini kovuşturmak ve AİHM kararlarının hükümlerini uygulamakla yükümlü olduğunu hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Eylül 2012’de yayınlanan bir raporunda bu suçların hesabının sorulmasının önündeki en temel engelin zamanaşımı uygulaması olduğu tespit edildi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, zamanaşımı hükümlerinin ağır insan hakları ihlallerinin kovuşturulmasını engellemek için neden uygulanamayacağına dair görüşlerini daha önce de defalarca açıkladı. Örgüt, Ocak ayında Adalet Bakanı’na sunduğu hukuki görüş te bu tür davalarda zamanaşımı hükümlerinin kaldırılması için yapılacak bir yasal değişikliğin, gelecekte kovuşturma yapılmasının önünü açacağını ve bunun uluslararası hukukun kanunilik ilkesini ihlal etmeyeceğini savundu.

11 Nisan’da Meclis’te kabul edilen reform paketiyle işkence suçunun soruşturulması ve kovuşturulmasında zamanaşımı uygulaması kaldırıldı. Bu değişiklik, 1980’ler ve 1990’larda güvenlik güçlerince gerçekleştirilen ve soruşturulması ve kovuşturulması daha önce engellenen işkence fiilleri hakkında hesap sorulması için bir fırsat sunuyor.

Sinclair-Webb “Türkiye parlamentosunun son reform paketiyle işkence davalarında zamanaşımının kaldırılması için attığı bu son derece olumlu adımın ardından hükümet, devletin silahlı güçleri veya devlet görevlilerince öldürülenler ve kayıp edilenler için adaletin yerine gelmesinin önündeki tüm engellerin kalkmasını sağlamalıdır” dedi.

Sinclair-Webb şöyle devam etti: “Hakkâri’deki 12 köylünün kayıp edilmesiyle ilgili olarak alınan son karar ve benzeri AİHM kararları, Türkiye makamlarının PKK ile yaşanan çatışmaların en yoğun olduğu 1990‘ların başında sivillerin öldürülmesi ve kayıp edilmesiyle ilgili ordu, polis ve diğer devlet görevlilerinden hesap sorma sorumluluğu olduğu yönünde bir hatırlatmadır. 1990’larda işlenen suçların kovuşturulması, kalıcı barışın temelinin sağlamlaşmasına da katkıda bulunacaktır.”

Ankara’daki savcılar siyasi cinayetlerle ilgili eski soruşturmaları zamanaşımına rağmen düşürmeme kararlarında AİHM hükümlerine başvurdular ve geçmişte etkin soruşturma yürütmekten kaçınılmış olduğuna ve cezasızlıkla mücadele ihtiyacına atıfta bulundular. İnsan Hakları İzleme Örgütü, savcıların bu tutumlarının desteklenmesi ve önemli bir ilerici adım olarak değerlendirilmesi gerektiğini, ancak bu adımın devlet görevlilerinin karıştığı cinayet suçlarının zamanaşımına uğramasını yasaklayacak bir hukuki reformla sağlama alınmasının da şart olduğunu vurguladı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün yayınladığı videodaki röportajlar

İnsan Hakları İzleme Örgütü iki ayrı vakayla ilgili olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen davayı kazanmalarına rağmen Türkiye’de adalet arayışına devam eden mağdur yakınlarıyla görüştü.

Adnan Örhan’ın babası Selim Örhan, amcası Hasan Örhan ve kuzeni Cezayir Örhan, Mayıs 1994’te yaşadıkları Diyarbakır’ın Kulp ilçesi Çağlayan köyüne bağlı mezraya yapılan askeri operasyon esnasında, Bolu Komando Tugayı’na bağlı bir tim tarafından gözaltına alınmışlardı. 2002’de AİHM Türkiye’yi hem bu kişilerin ölümlerinden, hem de sonrasında etkin soruşturma yapmamaktan sorumlu tutmasına rağmen (Örhan v. Türkiye), Türkiye makamları sorumluluların tespit edilmesi ve kovuşturulması için soruşturmanın yeniden açılması yönünde hiç bir girişimde bulunmadı.

2007’de yapılan bir DNA testi, bir toplu mezarda bulunan kemiklerin Adnan Örhan’ın babası ve amcasına ait olduğunu ortaya çıkardı. Fakat Diyarbakır savcılığı bu durumla ilgili hâlâ ne bir soruşturma başlattı ne de tanıkların ifadelerine başvurdu. Kayıp edilmelerinin üzerinden halihazırda 19 yıl geçmiş bulunuyor. Soruşturma açılması için hiç bir kararlı girişim olmaması halinde dava, Mayıs 2014’te zamanaşımına uğrayacak.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Şubat 1993’te Şırnak’ın Güçlükonak ilçesi, Ormaniçi köyüne yapılan askeri operasyon sırasında askerlerin işkence yaptığı onlarca köylüden biri olan Resul Kaya ile de görüştü. Köylülerden yedisinin ayakları veya ayak parmakları, gözaltındayken önce karda yürütülüp ardından günlerce soğuk su içinde ayakta tutuldukları için donmuş ve sonra da kangrene çevirdiği için ampute edilmişti. Kaya, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne bir grup askerin kendisini nasıl ateşe verdiklerini ve yakarak öldürmeye çalıştıklarını anlattı.

Ormaniçi köylüleri davayı AİHM’e taşıdılar. Mahkeme Ahmet Özkan ve diğerleri v Türkiye davasında Türkiye makamlarını köylülere işkence yapılmasından, bir erkeğin öldürülmesinden ve köylülere ait evlerin yakılmasından sorumlu buldu. Karara rağmen, bu suçlarla ilgili olarak Türkiye’de kimse yargılanmadı.

Kaya İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne Haziran 1994’te köye yapılan ikinci bir operasyonda askerlerin, babası Mehmet Kaya’yla birlikte üç köylüyü nasıl yargısız infaz ettiğini ve bu cinayetlerle ilgili hiç bir zaman soruşturma açılmadığını da anlattı. İnsan Hakları İzleme Örgütü’yle görüştükten sonra Resul Kaya ve Haziran 1994’te öldürülen diğer köylülerin aileleri Cizre savcısına yeni bir şikâyet dilekçesi verdiler. Dolayısıyla bu aileler, bir süre sonra savcıya tanık ve davacı olarak ifade vermek üzere çağrılmayı bekliyorlar.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, video için yaptığı üçüncü görüşmede Saadet Dayan ve Halil Dayan’dan, Cizre’de imamlık yapan Ebubekir Dayan’ın Ocak 1994’te gözaltında ölümüyle ilgili bilgi aldı. Ebubekir Dayan’ın eşi Saadet Dayan, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne kocasının polis karakoluna çağrıldığını ve iki haftadan fazla gözaltında tutulduğunu anlattı. Cenazesini teşhis etmek için morga gittiğinde eşinin vücudunda işkence izleri gördüğünü kaydeden Saadet Dayan, gözaltına alınırken yanında bulunan ve cesediyle birlikte kendisine teslim edilen eşine ait eşyaları da gösterdi. Saadet Dayan 19 yıl boyunca Ebubekir’in saatini, namaz kılarken kullandığı takkeyi, tarağını, kemer ve bir kutu kibriti saklamıştı.

Kendisi de imam olan Ebubekir Dayan’ın babası Halil Dayan, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne işkenceyle öldürülen Ebubekir için ailenin sürdürdüğü adalet arayışının hâlâ devam ettiğini söyledi.

 

Your tax deductible gift can help stop human rights violations and save lives around the world.

Region / Country